DAĞHAN IRAK
daghan@daghanirak.com
@daghanirak
Evet efendim, gelelim fasulyenin faydalarına…
Son iki yıldır Türkiye’nin her meselesinin ötelendiği sandık, geldi ve gitti. İçimizi delip geçerek…
Türkiye, köprüden önceki son çıkışı pas geçip direksiyonu şarampole doğru kırdı. Hem de gaz pedalına taş dayayarak… Sonumuz hayır olsun.
Bugün seçim değerlendirmesi yapmayacağım, tekrarlanmaması gereken bazı hataları tespit etmek dışında. Cevapları çıkmış sınavın sorularını çözmek herkese kolay çünkü. Seçimin sonucunu kendi evvelden dediklerine yonta yonta yazarsın bir yazı, ‘Neden oldu, niçin oldu?‘ diye de başlığı döşersin, hem nâmın yürür, hem nalıncı keserin bilenir. Kendi kendini gerçekleyen kehanetler ülkesi nasılsa Türkiye, kayayı ‘Düşecek, düşecek‘ diye diye uçuruma doğru dürtersen kaya düşer…
Bundan sonra neyi nasıl yapmak lazım, gelin bunu konuşalım biraz.
O kiraz ağaçlarını boşuna kestin be dedem!
Kemal Kılıçdaroğlu, seçimin birinci turuna kadar bu ülkede yapılmış en iyi kampanyalardan birini yaptı. Verilen mesajların hepsi doğruydu. Türkiye halkına, daha iyi bir ülkede yaşayabileceklerini söyledi. Nasıl yapabileceğini anlattı. Dürüsttü, içtendi.
Birinci tur ile ikinci tur arasında ise deli saçması bir U dönüşü yapıldı. Fatura kiraz ağaçlarına, kalplere kesildi. Höt zötlü, daha önce söylenen her şeyi ezip geçen, sahte, nobran bir dille Erdoğan taklidi yapıldı. Beşli Çete’nin çaldığı paralar unutuldu (niyeyse artık), her şey sığınmacıların hesabına yazıldı. Zaten ittifak seçmeni İYİP seçmeninin Sinan Oğan’a verdiği oyları geri toplamak için Zafer Partisi’yle aynı kayığa binildi. Halbuki o seçmen zaten AKP’ye geçen Sinan Oğan’a oy vermeyecekti. 15 gün sığınmacılara ‘başıboş‘ deme barbarlığı hatrına Kılıçdaroğlu’na da vermedi zaten. İki turdan hemen hemen aynı sonuç çıktı.
Yani o kiraz ağaçlarını boşuna kestin be dedem!
Neyse, olmuşla ölmüşe çare yok, geleceği konuşacağız dedik.
Tarihe geçebilecek bir enayilik
Aylardır diyorum, sandık demokrasisi çok çürük bir demokrasi türü. Yurttaşları demokrasiye katmaz, her şeyi dört beş yılda bir gelen sandığa bağlarsan çoğunlukçuluğa mahkum olursun. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına (iki tur arasındaki rezillik haricinde) söyleyecek sözüm yok, ama parti başkanlığına var.
Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP, yenilmelere doyamadı. Bir Allah’ın kulu da çıkıp demedi ki, “Yav biz bunu daha önce yaşamamış mıydık?” Hep aynı oyunu oynadılar, hep yenildiler. Tamam, daha iyi yenildiler de, yenenler de tepemizde tepindi o arada. Daha iyi yenildikleri de tartışmalı bu arada, ittifak ortaklarından yüzde sıfır ekstra oy alıp karşılığında 40 milletvekili vermek, tarihe geçebilecek bir enayilik zira.
AKP, bir siyasi parti değil, bir sosyal ağ
Siyasi partilerden, televizyonlardaki konuşan kafalara, analiz makinelerinden, hevesli genç siyasal bilgiler doktora öğrencilerine kadar herkesin ankete, seçime kafayı takıp göremediği bir şey var.
Burada “Açılın, ben sosyoloğum!” diye bağırsam yeridir.
AKP, bir siyasi parti değil, bir sosyal ağ. Başından beri böyle. AKP’nin gücü baştan beri aynı yerden geliyor, sosyal sermayesinden. Daha evvel de anlatmıştım, Türkiye modernleşmesi, yani geleneksel toplumdan sözleşmeci topluma geçiş süreci yarım kalmış bir süreçtir. Sözleşmeyle, yani kanunla, yasayla, yönetmelikle, kontratla belirlenmesi gereken şeylerin birçoğu, hâlâ karşılıklı tanışıklıkla, mahalledaşlıkla, köydaşlıkla, hemşehrilikle, dindaşlıkla belirlenir. Hele ki şehirleşememiş köy irilerinde, köyleşmiş şehir gettolarında… Buralarda modern olmayan ama sıkı ve işlevsel bir örgütlülük söz konusudur. Zira kanundan çok bu yapı iş görür.
AKP, Türkiye’nin yarım kalmış modernleşmesini başından beri çok iyi etüt etti. Camilerde, hemşehri derneklerinde, mahalle muhtarlıklarında, köy kahvelerinde oluşan toplumsal ağları hem politize etti, hem de içine aldı. Tayyip Erdoğan’ın daha AKP’den çok önce okuyup uğruna hapse girdiği şiiri hatırlayın; “Camiler kışlamız, müminler asker”. Kastedilen illâ silahlı bir örgüt değildi, çok daha kalıcı olacak bir toplumsal yapıydı. Erbakan’ın “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak” sözündeki ‘kansız‘ın bir adım ilerisi yani.
Bu koşullarda yüzde 48 almak büyük bir başarı
Geride kalan 25 yılda, bu sosyal ağ, kendi ekosistemini yarattı. Belediyeler üzerinden devletleşti, kendi sermaye sınıfını, orta sınıfını ve yoksullar üzerinde bir kontrol mekanizması olarak sadaka sınıfını yarattı. İktidarda kaldığı sürede rakiplerini elimine edip devleti zimmetine geçirdi, kamu kaynaklarıyla mega zenginleri besledi, el koymalar yoluyla iş dünyasını dizayn etti, teşviklerle KOBİ’leri kendisine bağladı, medyanın neredeyse tamamını kontrolüne aldı. Poliste, orduda, yargıda, bürokraside kadrolaştı.
Bugün AKP’nin 11 milyon üyesi var. Bu, kalan tüm partilerin üye sayısının toplamının neredeyse üç katı. Her parti üyesi partisine oy verse benim diyen yarışa 9 milyon geride başlıyor zaten. Buna hayatta kalabilmek için AKP’ye mecbur olanları da ekleyin, zaten Erdoğan’ın 25 milyon oyunun kaynağına ulaşıyorsunuz. Bununla baş etmek çok zor, bu koşullarda yüzde 48 almak büyük bir başarı.
AKP’nin oy depolarına girilemiyor
‘Aman da ne güzel ucu ucuna kaybettik‘ diye oturup sevinecek hâlimiz yok tabii. Dileyen ‘Hile-hurda olmasa kazanırdık‘la da kendini avutabilir (ki öyle) ama daha önemli bir problem var.
Muhalefet, mevcut paradigmayla sınırlarına ulaştı. Herkes bir ucundan tutsa varılan yer yüzde 48. CHP’nin ne oyu kıpırdıyor, ne de üye sayısı. Diğer partiler de çok farklı değil.
Ve daha önemli bir şey var. Muhalefet -HDP dışında- AKP’nin oy depolarına giremiyor. Yoksul halkın mahallelerine, köylerine ulaşamıyor. Türkiye’de pek çok yerde AKP’li olmayanın MHP’li olduğu, bilemedin Yeniden Refah’lı olduğu bir hayat yaşanıyor ve muhalif seçmenin çoğu bunun farkında bile değil. Fatih Erbakan arada dalga konusu olmasa Twitterlarda filan adı geçmeyen YRP’nin, yeri göğü inletip 41 ilde devrime koşan TİP’in neredeyse iki katı oy aldığının farkında mıyız mesela?
Türkiye toplumsal tabakalaşma açısından ilginç bir ülke. Kültürel sermayeyle toplumsal sermayenin birbirine ters orantılı olduğu, yorganın iki tarafın da üstünü tam örtmediği bir toplum. Kendi sınırının öte tarafına geçemeyenin üstünlük kurma şansı yok. Erdoğan, sırtını çoğunlukçuluğa dayadığı için sürekli kazanıyor ama çoğulculuktan kaybettiği için de iktidarı hep eksik kalıyor.
Erdoğan’ın çoğulcu bir demokrasiyi kucaklama yoluna gideceği fikrine bu saatten sonra kargalar bile güler, o yüzden öbür ihtimali konuşalım.
Orta sınıfın güdümünde gidince
Muhalefet, AKP’nin seçmeniyle bağını nasıl keser?
Türkiye’de muhalefet, şehirli orta sınıfın ipiyle kuyuya iniyor. Twitter’da üstünlük kurunca, seçimi kazandım sanıyor. Oysa orta sınıflar doğaları gereği benmerkezcidir, kendisinden başkasını kendisine göre tarif eder. Bizim ülkemizde orta sınıf, kendisini üretim biçimiyle değil şehirle ilişkisi ve kültürel sermayesiyle tarif ediyor. 10 bin lira maaşla çalışıp 7 binini Kadıköy’de yaşayabilmek için kiraya döken insan, bu hesapla kendini orta sınıf görüyor. Temizlik işçisinin kendisiyle aynı maaşı almasına eriniyor. Kendisi iki paket makarnanın tekini mecburen kasada bırakıyor ama AKP’nin verdiği makarnayla karnı doyanı da aşağılamaktan geri kalmıyor. Düpedüz yoksul orta sınıf, kendini alt sınıfla söylemsel bariyerler örerek var ediyor.
O yüzden orta sınıfın güdümünde giden muhalefet, söylemden başka bir şey üretmiyor. Kılıçdaroğlu’nun kampanyası pek güzeldi evet ama söylemi çıkarınca geriye ne kaldı? CHP, her sandığın başına bir insan dikemediği için oy sayamadı birinci turda. AKP’liler her sınıfa 20 kişiyle girebilirken…
Söylem önemli, bunu inkar edecek hâlim tabii ki yok. Ama siyasette söylem bir yere kadar. Biz, en güzel kampanyayı yapan seçimi kazanacak sanıyoruz. Oysa ki en az söylem kadar, hatta ondan daha önemli şeyler var, örgütlülük ve strateji gibi.
Önümüzde kabak gibi duran gerçek
CHP’nin güncel üye sayısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sayılarına göre 1 milyon 369 bin. Gelin bir de partinin yerel seçimlerde şov yapıp AKP’nin elinden büyük şehirleri teker teker topladığı yerel seçimlerin sonrasına bakalım. Eylül 2019 itibarıyla CHP’nin 1 milyon 224 bin üyesi varmış. Yani İmamoğlu-Yavaş rüzgarının CHP’ye getirdiği üye sayısı 145 bin. Aynı dönemde ‘Gitti, gidiyor‘ dediğimiz AKP’nin yeni üye sayısı ise bunun tam 10 katı. Hadi bir kısmı sahte üye diyelim, yarısı sahte diyelim hatta, yine fark ortada.
CHP, yalnızca iyi reklam kampanyası yaparak onda biri üye sayısına sahip olduğu AKP’yi, hele ki şu adaletsiz seçim koşullarında nasıl yenecek sahi?
Kılıçdaroğlu Aleviymiş de ondan olmuş, Mansur Yavaş olsaymış başka türlü olurmuş, bin türlü zırvalık dinliyoruz. Bu gerçek ise önümüzde kabak gibi duruyor. Türkiye’de hiçbir parti, AKP’yle başa çıkabilecek örgütlenmeye sahip değil.
Kaldı ki iş sayıyla da bitmiyor. Acaba CHP’nin kaç üyesi fabrika işçisi, kaç üyesi gecekonduda yaşıyor? Gecekondu mahallelerine AKP’den başka örgütlü olarak girebilen bir tek HDP var ama onun da Kürt mahallelerinin dışına genişlemesi uzun süredir durmuş durumda. Yeni bir hamle yapmadan HDP’nin de büyümesi çok imkan dahilinde değil (Her HDP üyesinin terörist sayıldığı ortamda bu çok kolay da değil). Böyle olunca muhalefet, belli başlı bazı yerleri alıyor, kalanı AKP ve türevlerine bırakıp kaybediyor.
Muhtar seçtirmeden olmaz
Şu an yapılması gereken ne suçlu aramak ne de aynı pilavı çevirip durmak. Seçimden seçime halkla ilişkiler üzerinden yapılan politika AKP karşısında işe yaramıyor. AKP ülkenin her köyünde, her kasabasında, her mahallesinde her gün kampanya yapıyor, insanları kendisine mecbur ederek.
Muhalefet AKP’nin oy depolarına girip toplumsal ağlarını kesip kendine bağlamadan kazanamaz. Bunu kim yapıyorsa yapsın. CHP, TİP, HDP, EMEP kim becerebiliyorsa… Ama Allah’ın her günü, her mahallede temsilcisi insanlarla konuşan bir parti olmadan, örgütleme çalışması yapmadan bu iş olmaz. O mahalledeki hangi çocuğun hangi dersten kaldığını, hangi eve hangi gıdanın girmediğini, kimin işten yevmiyesini eksik aldığını bilmeden olmaz. Muhtarlık seçimlerine girmeden, muhtar seçtirmeden olmaz.
CHP’nin azıcık aklı varsa
Seneye yerel seçimler var. CHP’nin azıcık aklı varsa o tarihe kadar üye sayısını en az ikiye katlar, Türkiye’deki mahallelerin yarısında da kendisine yakın bir muhtar adayını yarışa sokar. İşte o zaman işin şekli değişmeye başlar.
Ki iş partilerde de bitmiyor. Modernlik, giyim kuşamla, alkol alıp almamakla ölçülmüyor. Ne kadar yurttaş olabildiğinizle ölçülüyor. Kaçımız bir sivil toplum örgütüne, derneğe üye? Kaçımız sendikalı, kaçımız partili? Kaçımızın her hafta katıldığı bir sosyal etkinlik, toplantı var? Kaçımızın mahallesinde o mahallenin sorunlarının konuşulduğu forumu, derneği var?
Yurttaşlıktan başlamalı
Türkiye’de en çok üyesi olan dernekler amatör spor kulüpleri, hemşehri dernekleri ve cami yaptırma dernekleri. AKP’nin örgütlendiği yerler yani. Biz de Twitter’a giriyoruz.
Siyaset sahada yapılır, sandıkta değil. Artık kendimize gelelim. Yurdumuzu kurtaracaksak, işe yurttaş olarak başlamamız lazım.