
SELİM BAŞARIR
iletisim@selimbasarir.org
Ancak yaşayanlar bilir denir ya, hekim olma süreci de bunlardan biridir. Genç lise öğrencisi kararını vermiştir, hekim olacaktır. Lise öğrenimi boyunca aklı bu hedefindedir, son iki yılında çalışma yoğunluğunu daha da arttırır ki üniversite giriş sınavlarında gereken puana ulaşabilsin.
Sınavda iyi bir puana ulaşmışsa sadece yaşadığı şehirden değil, ülkenin birçok yerinden seçimler yapar; çünkü amacı iyi bir tıp eğitimi almaktır. Tıp fakültesinin kapısından içeri adım attığı günden itibaren de anne babası da onunla birlikte adeta eğitime iştirak eder.
Tıp fakültesi öğrencisi bahsetmese bile eğitiminin yoğunluğu ve zorluğu daha ilk yıldan itibaren yakın çevresince hemen anlaşılır. Ona destek olmak için elden gelen yapılır. Eğitimi için ihtiyaç duyduğu kitaplar, malzemeler, en az 10 yıl kullanacağı stetoskobu derken, masraflar da ortaya çıkar.
Altı yıllık tıp fakültesi eğitiminin son senesinde, âdeta mezun bir doktor gibi çalışır, zorunlu nöbetler dışında, pratiğini artırmak için gönüllü olarak da nöbetlere kalır.
Hiç yıl kaybetmeden mezun olduysa altı yılın sonunda mezuniyet töreni yapılır. Özel fedakârlık isteyen mesleklere uygun şekilde, tıbbiye mezunu da ant içerek diplomasını teslim alır. Yaşamı boyunca, beden ve akıl kapasitesi yettiği sürece, son nefesine kadar mesleğini bu andına uygun olarak icra yükümlülüğü vardır.
Tıp fakültesi mezuniyeti sonrasında genç hekim, isteğine veya TUS sınavında elde edeceği sonuca göre ya toplum sağlığı açısından çok değerli ve yorucu bir görev olan aile hekimi ünvanıyla mesleki yaşamını sürdürür ya da kendi seçtiği bir tıp alanında uzmanlık eğitimine başlar. Uzmanlık eğitimi birçok ülkede asistan hekim adını verdiğimiz uzmanlık talebelerine çok ağır çalışma yükü yaratmaktadır.
Batı ülkelerinin aksine ülkemizde etkili bir asistan sendikası yoktur. Kötülemeye bayıldığımız Fransa’da örneğin, asistanlığa ilk başlandığı gün farklı ideolojik görüşten sendikalar üyelik önerisi getirir, genç hekim kendisine yakın gördüğü sendikaya çok düşük bir yıllık aidatla üye olur. Karşılığında, tüm asistanlığı boyunca sendika onun her hakkını koruyacak, gerekirse ücretsiz avukat sağlayacaktır. Hiçbir hastane başhekimi, o sendikaların kanun ve yönetmelikleri temel alan taleplerine karşı çıkmayı aklından bile geçirmez, aksi halde acil vakalar haricinde grev başlayacağını ve sürecin kendisinin görevden alınmasıyla sonlanacağını bilir.
Ülkemize geri dönelim. Dört ya da beş yıllık bir uzmanlık eğitimi, maalesef olmaması gereken bir nöbet fazlalığı ve poliklinik doluluğuyla geçen öğrenimden sonra, uzmanlık tezi, sınavı ve bir kliniği yönetme yetkisi de veren diplomaya ve uzman hekim unvanına hak kazanılır. Ancak hiçbir hekim artık eğitiminin bittiğini düşünmez ve bilgi ve tecrübesini geliştirmeye devam eder.
Sonrası?
Sonrasında her hastaya yeterli zaman ayırmak isteyince ya hastane yönetiminden ya da hastalardan işitilen sözler, en ufak bir hata iddiasında kendi tabip odasından da uzman derneğinden de hiçbir hukuki bilgi ve destek bulamamakla geçecek yıllar…
Geriye, hekimlik yaparak zengin olunmayacağının ve asıl büyük zenginliğin şifa bulan hastaların ve yakınlarının hayır duasını almak olduğu gerçeğinin öğrenildiği onurlu bir hayat kalır.
Siz hiç bir hekimin genç bir lise öğrencisine, “Oku, hekim ol” diye nasihat ettiğini duydunuz mu?
Gereksizdir. Çünkü hekimlik, içten doğan bir adanmışlıktır…