
LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
HDP’nin, yani Kürt siyasi hareketinin temel amacı, Kürt sorununa kalıcı ve barışçı bir çözüm bulmak.
PKK’nın benimsediği şiddet politikası ile devletin baskıcı politikaları arasında sıkışmış Kürt halkını bu girdaptan çıkarmak, kalıcı barışı oluşturmak, Türkiye’nin sahici bir demokrasiye geçişine katkı vermek için siyaset arenasındalar.
Yani Kürtlere yönelik baskıya, ayrımcılığa, haksızlıklara son vermek ve yok sayılan Kürt kimliğinin kabul edilmesini sağlamak amacıyla yaklaşık 35 yıldır farklı partilerin çatısı altında bu amaçla siyaset yapıyorlar.
Temel amaç, Kürt sorununa barışçı bir çözüm sağlamak olduğu için bütün politikalarını, söz ve eylemlerini, iktidarlarla veyahut farklı partilerle ilişkilerini bu çerçevede oluşturmaya çalışıyorlar.
Fakat şimdilerde HDP çatısı altında siyaset yapan Kürt siyasi hareketi, yıllardır izlediği ama bir türlü istediği neticeyi alamadığı halde aynı yöntemi, aynı politikayı sürdürmekten vazgeçmiyor.
Nedir o yöntem?
Sorunun kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulması için toplumu muhatap almak yerine devleti muhatap almayı tercih ediyorlar.
Kürt halkının yaşadığı sıkıntıları, maruz kaldığı haksızlıkları, uygulanan yok sayma politikalarını topluma anlatıp toplumsal dönüşüm sağlamak ve kendi yanlarında güçlü bir toplumsal birliktelik oluşturmak yerine iktidarlarla veyahut iktidara yürüyen partilerle pazarlık yaparak sorunu çözme yöntemini tercih ediyorlar.
Toplumdaki direnç kırılmadan…
Bu yöntemi benimsedikleri için bir dönem “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın sözleriyle heyecana kapıldılar, bir başka dönem “Kürt realitesini tanımak gerek” diyen Süleyman Demirel’in sözleriyle umutlandılar, bir başka dönem Tayyip Erdoğan’ın başlattığı barış süreciyle benzer bir umuda kapıldılar.
İktidara yürüyen bir partinin, Kürtlerin ilgisini çekmek için kurduğu birkaç güzel cümle, Kürt hareketi için umut kaynağına dönüşüyor.
Fakat görünen o ki bütün siyasetçilerin benzer laflar edip sahici ve kalıcı bir adımı niçin atamadığı üzerine pek kafa yormuyorlar.
Toplumdaki direnç kırılmadan siyasetçilerin istenen o sağlıklı adımı atamayacağı gerçeğini kabule yanaşmıyorlar.
Şimdilerde benzer bir politikayı 14 Mayıs seçimleri için sürdürüyorlar.
Aday belirleme sürecinde destek kriteri olarak, adayın Kürt sorununa bakışı ve bu konuda göstereceği yaklaşımı ileri sürdüler.
Bu çerçevede kendilerine en yakın buldukları Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın adayı ilan edildi.
Bu sefer de Kılıçdaroğlu’na desteği Kürt sorununun çözümüne yönelik vereceği güçlü taahhüde bağlıyorlar.
Sanki Kılıçdaroğlu, “Kürt sorununu çözeceğim” dediğinde bütün mesele hallolacak ve sorun çözülecekmiş gibi hareket ediyorlar.
Sorunun çözümü için güçlü bir toplumsal birliktelik sağlanmadan siyasetçilerin vaatlerinin havada kaldığı gerçeğini yine göz ardı ediyorlar.
İktidarın yaydığı kutuplaştırma zehriyle toplumda oluşan güçlü bir direnç varken, dahası siyasetçilerin bu direnci görmezden gelerek herhangi bir adım atamayacağı gerçeği ortadayken HDP bu tür taahhütlere bel bağlamayı politika yapmak zannediyor ne yazık ki.
Kolay olanı tercih ediyorlar
Dahası Kılıçdaroğlu’ndan tam olarak ne istedikleri de belli değil.
Güzel bir söz mü, hiçbir karşılığı, anlamı olmayan bir vaat mi ya da muhatap kabul edilmek mi? Bu da tam belli değil.
Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu HDP’nin istediği sözleri söyledi.
Bunun siyasette bir anlamı olmadığını hepimiz biliyoruz.
Buna rağmen böyle anlamsız bir şartı sahici bir şartmış gibi ileri sürmek siyaset yapmak değil, hem kendini hem de temsil ettiği seçmeni kandırmaktır.
Milyonlarca Kürdün oyunu alan, bu çerçevede hazır bir toplumsal desteği bulunan Türkiye’nin üçüncü büyük partisi HDP, kendi hikayesini yazıp o hikâyede başrol oyuncusu olmak yerine başkalarının hikayelerinde figüran olmayı politika yapmak zannediyor.
Çünkü zoru değil, kolay olanı tercih ediyorlar.
Zor olan, toplumun farklı kesimlerine ulaşmak, Kürtlerin yaşadığı haksızlıkları anlatmak ve kendi siyasal desteğini büyüterek siyasi arenada büyük bir oyuncuya dönüşmek.
Kolay olan ise tabanın yarattığı konfora teslim olup farklı partilerle, aktörlerle pazarlık yaparak sorunu çözeceğini sanmak, üstelik bunu yıllardır yapıp sonuç alamadığı halde aynı politikayı inatla sürdürmek.
Ne yapılmalı?
Halbuki -yukarıda da dediğim gibi- HDP’nin, bu tür pazarlıkların bir sonuç getirmediği gerçeğini bir an önce kabul edip devleti değil toplumu muhatap alan bir siyaset anlayışına dönmesi, kilit parti değil anahtar parti olmayı öncelik yapması gerekiyor.
Bunun için de sağlıklı bir üsluba, kapsayıcı politikalara, farklı toplum kesimleriyle ve farklı siyasi aktörlerle önyargısızı diyalog kuracak yaklaşıma ihtiyaç var.
Önyargılarla hareket ederek, ‘Falan olmasın, filanı da istemiyoruz, bizim istediğimiz kişi olsun, o da sorunu çözeceğine dair bize söz versin, bu sorunu çözelim‘ yaklaşımı, hem gerçekçi değil hem de kolaycılığa kaçmaktır.
Zor olan kendisine en uzak kesimlerle, siyasi aktörlerle bile onlara rağmen diyaloğa açık olabilmek.
‘Bana el uzatmayana, sıcak bakmayana ben de el uzatmam‘ yaklaşımı, onurlu siyaset değil, kendi dar alanına hapsolmaktır.
Bir taraftan, “Masaya da gelmek istemiyoruz, bakanlık da istemiyoruz, bizimle konuşun yeter” deyip diğer taraftan onurlu bir siyasetten bahsetmek de gerçekçi değil.
Onurlu siyaset, kendisine biçilen rolü oynamak, gösterilen yerde durmak, kendisine en uzak toplum kesimleriyle, siyasi aktörlerle bağ kurmaktan kaçınmak değil, kendisine oy veren milyonlarca vatandaşın onurunu, haysiyetini koruyacak, onların sorunlarını çözecek politika üretmektir.
Bir seçimde ‘bağrına taş basarak‘ oy veren durumunda kalmak, bir başka seçimde ‘bize güzel bir söz söyleyin sizi destekleyelim‘ noktasında durmak bir yarar getirmediği gibi partiye oy veren seçmenin onurunu hiçe saymaktır.
HDP’li siyasetçilerin sorması gereken soru
HDP yaklaşık 10 yıldır yüzde 10 bandında dolaşıyor.
O zaman ‘Muhalefette olan, haksızlıklara maruz kalan bir parti niçin oy oranını artıramıyor, tabanını niçin daha fazla büyütemiyor?’ sorusunu sormak gerekiyor.
Sanırım bu soruyu en çok da HDP’li siyasetçilerin kendi kendilerine sorması gerekiyor.
Artıramıyorlar çünkü Kürt siyaseti ciddi bir tıkanıklık yaşıyor.
HDP kimlik siyasetinin sağladığı tabanın, bunun yarattığı konfor alanının dışına çıkamadığı için ne PKK ile mesafesini netleştirebiliyor ne toplumun farklı kesimleriyle bağ kurma çabasına giriyor ne de siyasette büyük aktör olmayı kendine bir hedef olarak belirliyor.
Selahattin Demirtaş gibi kimi HDP’li siyasetçilerin bireysel olumlu çabası da ne yazık ki istenen sonucu vermiyor.
‘Nasıl olsa Kürtlerin bizden başka gidecek yeri yok‘ anlayışının verdiği konfor HDP’nin etkili, kalıcı, sonuç alıcı bir politika üretmesini de engelliyor.
Seçimlerdeki fırsat
Dediğim gibi gerçek bir demokrasiyi kurmak, bu çerçevede Kürtlerin yaşadığı sorunlara sahici ve kalıcı çözüm bulmak için HDP’nin kilit değil, anahtar parti konumuna gelmesi gerekiyor.
Yani HDP geçmiş tecrübeler ışığında Kılıçdaroğlu’na desteğini bir pazarlığa indirgeme yanlışından kaçınmalı.
Bu seçimdeki temel amaç öncelikle ülkenin bu yıkım sürecinden çıkması.
HDP için en büyük kazanım adaydan alacağı birkaç söz veyahut vaat değil, bu seçim akabinde diğer sorunlar gibi Kürt sorununun çözümü için de zemin oluşmasına fırsat yaratılacak olması.
Oluşacak bu fırsatı değerlendirebilmek için HDP’nin kimlik siyasetini bir tarafa bırakması, tek hedef kitle olarak Kürtleri görmekten vazgeçmesi, tabanını büyütmesi, kendi etrafında güçlü bir toplumsal birliktelik kurması ve nihayet tüm bunları yaparak gerçek bir partiye dönüşmesi gerekiyor.