
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
‘Hababam Sınıfı’ kaba komedi filmi değildir. Bir sistem eleştirisidir. Bugünün eğitim sistemini yazacak senaryo ve öykü yazarlarını bekliyoruz.
Hababam Sınıfı 2019’u izledik.
Çok değerli oyuncular var. Senaryo gereğini yerine getirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar.
Duayen diyeceğimiz ve her zaman emeklerine saygı göstereceğimiz oyuncular da var. Onlar da doğru oyunculuklar ile filmi taşımaya çalışmışlar.
Genç oyuncular var. Senaryoda kendilerine verilen rollerin hakkını vermek için ellerinden geleni yapmışlar.
Fakat sonuçta ortaya çıkan yapıt, Rıfat Ilgaz’ın ‘Hababam Sınıfı’ olmamış.
Belki biz Rıfat Ilgaz’ı hiç okumasak, hiç tanımasak, Hababam Sınıfı’nı kendi halinde bir okul ve öğrenci komedisi zannetsek, grotesk şakalarla süslenmiş bir eser saysak olurdu.
Böyle hikayeler de olabilir. Onların değeri ayrıdır.
Eğer bir okul/gençlik komedisi izleseydik, afişte ‘Rıfat Ilgaz’ın Ölümsüz Eserinden’ yazmasaydı, olurdu.
Fakat ‘Hababam Sınıfı’ başka bir şeydir.
1959 yılında eğitim sisteminden kaynaklı bir toplum yarasının, her kesimden insanın anlayabileceği şekilde, mizah unsurları ile bezenerek anlatılmış halidir. Hababam Sınıfı’nın öyküsünde yer alan mizah temelde yer alan acı ilacın içilmesini kolaylaştırır yalnızca…
Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı’nda 1950’li yılların Türkiye’sine bakarken; 2’nci Dünya Savaşı sonrası, Demokrat Parti döneminde yeni zenginlerin, Anadolulu toprak ailelerinin, bürokrat ailelerin ve parasız yatılı öğrencilerin bir araya geldiği; ortak paydaları aile ilgisinden uzak kalmak olan çocukların, yetersiz bir eğitim sistemi ve yalnızlıkları içinde birbirlerine yaslanarak var olma, hayatta kalma mücadelelerinin hüzünlü hikayesini yazmıştır.
Bugünün para tuzağı birtakım özel okulların ilk örneğinin; öğrencinin ‘müşteri’ olarak algılandığı bir sistemin erken ve haklı eleştirisi vardır.
Öğretmenlik heyecanını yitirmiş, okul yönetimince değersizleştirilmiş, gün ve saat doldurmak için derslere girerken öğrenciyi bir insan olarak değil, sistemin hırpalanmaya en uygun parçası olarak gören hocaların eleştirisi vardır bu romanda…
Aynı zamanda bu sistemin çarpıklığına karşı çıkan, idealist (bu kavramı kullanan kaldı mı artık?) kararlı, değerleri olan, ilkelerinden taviz vermeyen, sınava öğrenci değil, topluma faydalı insan yetiştirmek isteyen öğretmenlere de özel bir saygı duruşu vardır.
Bütün bunlar mizahi bir gözlükle incelenmiş ve sistem eleştirisi ince ince işlenmiştir Hababam Sınıfı’nda…
Ertem Eğilmez de (ışıklar içinde yatsın) muhteşem bir film çekmişti… Umur Bugay ‘Hababam Sınıfı’ senaryosunu ne kadar incelikli düşünerek ve aslına sadık kalmaya çalışarak yazdığını onlarca röportajda anlattı… Melih Kibar on yıllara kalacak bir beste yaptı…
İlk kez 1975 yılında beyaz perdede izledik.
Biz 45 yıldan bu yana aynı keyifle seyrediyoruz.
İlk filmin oyuncularının büyük bir kısmı şimdi gökyüzünde yıldızlara karıştılar. Şükran ile anıyoruz. Anılarına saygı duyuyoruz. Rıfat Ilgaz’a da böyle benzersiz, fakat güncelliğini kaybetmeyen bir hikâye yarattığı için minnettarlık besliyoruz…
‘Hababam Sınıfı’nı ya ana fikrine dayanarak çekin ya da yapmayın.
Bugünün eğitim sistemine ve özel okullarına bakın. Öyle çok problem, öyle çok öykü var ki.
Bunları yazarken 1963 tarihli Spartacus filminden sahne almaya ya da bazı dizi tiplemelerini perdeye taşımaya da gerek yok.
Bugün orta sınıfın eğitimli ve ortalama kazançlı, beyaz yakalı kitle içinde sayabileceğimiz; karı koca iki kişinin çalıştığı ailelerin yıkımıdır sıradan ve niteliksiz özel okullar… Yıllık ortalama elli bin liraya; satranç, bilim akademisi, gezi, İngilizce vaat eden, fakat sosyal uyumlu, aydın ve bilgili gençler yetiştirdiği tartışmalı, öğretimi ve eğitimi yetersiz bir sistemden bahsediyoruz.
Saçları jöleyle havaya dikilmiş, ceketleri pantolona göre çok kısa ‘bopstil’ takım elbise giymeyi modernlik sayan erkek öğretmenler ya da düğüne gelir gibi kuaför bukleleri ve abartılı makyajları ile okula gelen kadın öğretmenlerin sürekli ‘mış’ gibi yaptıkları bir eğitim sistemi ile yıkılıyor ülke…
Bu okullarda çocuklar ne kadar ‘yetişiyor’ bilinmez. Fakat gerçek dünyadan uzak bir sanal alem içinde, hafta sonlarını bale veya matematik ya da piyano kurslarında geçirerek ve çoğu kez hepsine de dudak bükerek yetişen, bir z kuşağı mı beta kuşağı mı bilinmez kalabalık var ortada… Üstelik kabahat onların değil!
Ne olacak bu çocukların hali?
Eve giren iki maaştan birinin 18 yıl çocuğun eğitimine harcandığı bir eğitim sisteminden bahsediyoruz.
Tam anlamıyla İngilizce öğrenemiyorlar. Konuşamıyorlar.
Üniversite sınavlarında nal topluyorlar.
Sosyal nezaket ve gerçek dünya ilişkileri çok zayıf.
Her şeyi hemen ve şimdi istiyorlar.
Anneye veya babaya küserek yokluklarıyla cezalandırıyorlar.
Okul gezilerine, şehir dışında veya yurt dışında çeşitli etkinliklere, eğer ailelerinin ekstra ödeme gücü varsa katılabiliyorlar. Tabii ailenin daha mart ayında ‘erken ödeme indirimi’ adı altında gelecek yılın okul ücretini ödemekten nefesi kesilmediyse!
Yoksa ekonomik gücüne göre insan ayrımının en ağırını henüz daha ilkokul çağında yaşamaya başlıyorlar. Ya da veliler banka kredisi kullanarak bu ek masrafları karşılamaya çalışır “Aman çocuğum arkadaşları arasında ezik hissetmesin” derken, antidepresan kullanmaya başlıyorlar.
Tabii ki hakkını vererek süreci yöneten eğitim kurumlarını ve değerli öğretmenleri tenzih ediyoruz.
Ancak bu hikayeleri yazmak için artık yazık ki bir Rıfat Ilgaz daha yok.
O halde yapımcılar, senaryo yazarları, yönetmenler, hikâyeciler… Birileri artık bugünün milli eğitimini yazmalı, fakat komedi ya da dram, abartılı olmayan bir şekilde…
Eğitimin ve özel okul faciasının 32 kısım tekmili birden öyküsünü beklemeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz.
Ne olur artık Hababam Sınıfı’nı çekmeyin.
Ya Ertem Eğilmez’den, Umur Bugay’dan, Melih Kibar’dan daha iyisini yapın, özgün hikayeye bağlı kalarak…
Ya da bugünün Hababam Sınıfı’nı yani bugünün milli eğitimini ve sıkıntılarını anlatan bir hikaye kurgulayın.
Rıfat Ilgaz’a da yazık.