
MURAT SEVİNÇ
Cezaevindeki arkadaşlara…
“…kimdir bu kelendermeşrepler derseniz, döneminin en güçlü kişisine ‘Güneşime engel olma, başka ihsan istemem’ diyen filozof Diyojen; ‘Hiçbir şey kafanıza tam yatmasın’ diyen Ömer Hayyam; ‘Mal da yalan, mülk de yalan, gel biraz da sen oyalan’ diyen Yunus Emre; ‘Dünyaya geldik bir kere, kavgayı bırak her gün bu şarkıyı söyle…’ diyen Şenay’dır mesela. Ama daha önemlisi, bu zor dünyaya bakıp lümpenliği değil, iyi bir dost, hemşeri, akran olmayı seçen hepimizizdir. Kalendermeşrepliğin ödülü kendisidir ve diğer kalendermeşreplerdir. Onlar olmasa dünya cehennem olurdu.” (Hakan Altınay, Medeni, 2023, İletişim)
Hakan Altınay bir yıldır Silivri 9 No’lu cezaevinde. 2018’de başlayan süreç, kareli ceketliler devrinin bağımsız yargısı marifetiyle 2022’de sonuçlandı ve (Gezi davasında) Hakan Altınay, 18 yıl hapis cezasına çarptırılarak tutuklandı. Diğerleriyle birlikte. Cezaevindeyken Medyascope’ta güzel yazılar yayınlamaya başladı, sonunda onlara yenilerini de ekleyerek kitap haline getirdi. Kitaba önsöz yazan Ruşen Çakır, yazısının başlığını ‘Medeni bir insan’ koymuş. Kitabı okuyunca benim de daha uygun bir başlık gelmedi aklıma.
Medeni, bir yurttaşlık el kitabı olarak adlandırılabilir. Altınay ilk yazıdan sonuncuya dek, ‘toplum içinde’ ve bunun farkında olarak yaşayan bir yurttaşın yaşama, insana, topluma, tarihe, siyasete, beşerî ilişkilere nasıl yaklaşabileceğini anlatıyor. Ziyadesiyle şişkin egolara tanıklığın aklı başında insanları mahcup ettiği, öfke gösterileriyle lümpenlik arasındaki çizginin giderek silikleştiği şu kabadayılık devrinde Hakan Altınay’ın üslubu, ilaç niyetine. İki satır okumuşların bir buçuk satır okumuşlara dudak büktüğü yorucu toprağımızda, tepeden bakmadan, okuruyla eşit ilişki kurarak sorular sorup herkesi tartışmaya davet etmiş Altınay. Düşünme, gündeme getirme ve yazım üslubunu özellikle önemsiyorum, çünkü iki tür yazara (ve konuşana) tahammülde zorlanıyorum; en basit konuyu dahi maharetle anlaşılmaz hale getirip konunun ve dilin canına okuyanlar ile muhatabını küçük görmeyi, önüne gelene cahil sıfatını yakıştırmayı marifet zanneden küstahlar. Bir başka deyişle (Devekuşu Kabare’den aşırarak) ‘az gelişmiş ülkenin taze soğanlarına.’ Hal böyleyken, tevazu sahibi birini okumak başlı başına sağaltıcı bir deneyim.

Yinelemek isterim, Medeni’nin en hoş yanı sürekli soru sorup kafa karıştırması. Olup biten her ne varsa farklı açılardan da bakmayı öneriyor. Hakan Altınay bir dünyalı, ülkesine ve insanına emek harcayan bir dünya insanı/yurttaşı ve ülkesine emek harcama arzusu ile o bakış, zihnini ülke sınırlarına hapsetmemesi arasında sıkı bağlar var. Söz konusu yaklaşım, Türk milli eğitim tornasının yapmak istediğinin tam aksi. Bizde eğitim, eğitim alanın düşünme eyleminden olabildiğinde uzak tutulmasını hedefler. Düşünürse, sorgularsa, kafası karışırsa ‘kullanışlı tebaa’ kalma ihtimali zayıflar, düşman başına, ‘anarşik’ olur. Toplumun, siyasetin ve eğitimin hücrelerine sirayet etmiş bir maraz bu.
Oysa birbirini anlama, hoşgörü, uzlaşma, yekdiğerine saygılı olma gibi hasletler, merkezinde demokratik tercihler-ilkeler bulunan toplumsal ilişkiler kurulabilmesinin, bir başka söyleyişle ‘medeni’ bir toplumun olmazsa olmaz gereksinimi. Demokratik siyasal sistemlerin ortak niteliklerinden birinin, hoşgörü ve uzlaşma kültürü gelişmiş toplum ortalaması olduğunu hatırda tutmakta yarar var. Hoşgörebilmek ve uzlaşabilmek gökten düşmeyecek tabii, öğrenilen nitelikler. Nerede doğduğumuz, hangi koşullarda yetiştiğimiz, nasıl bir eğitim aldığımız önemli. Biri burada diğeri Norveç’te doğuyor ve yıllar içinde dünyaya tümüyle farklı bakan iki insan çıkıyor ortaya; tahmin edilebileceği gibi o farklılığı insanın doğasıyla vs. açıklamak mümkün değil. Bıkıp usanmadan tekrar etmeli: hepimiz koşullarımızın ürünüyüz, bilincimizi maddi koşullarımız belirliyor, toplumsal varlıklarız.
Nedir medeni bir toplum ve yaşamın asgari gerekleri, o gerekler nasıl yaratılabilir, siyaset medeni olanla nasıl buluşur…
Hakan Altınay, medeni toplumsal-siyasal yaşam için ‘müşterekler’ konusuna özel vurgu yapmış. İnsani temasın, karşılaşmanın, birbirinden haberdar olmanın, selamlaşmanın, içten muhabbetin, muhatabını dinleme ve anlama isteğinin hayati öneminin altını her fırsatta çizmiş. Boğaziçi’nde gerçekleştirilen, farklı siyasi görüş ve aidiyete sahip gençleri bir araya getiren Avrupa Siyaset Okulu deneyiminden çokça yararlanmış. Karşılaşma ve muhabbetin toplumsal müşterekteki yerinden söz ederken, bunların eşitlikçi bir toplum için gerekli ancak yeterli olmadığının da farkında kuşkusuz. Bu nedenle, kapitalizm, kapitalist azgınlığın yol çatığı iklim krizi, kutsanan piyasacılığın sonuçları, alternatiflerin neler olabileceği üzerine de düşünüp sorular yöneltmiş. Okuru yerli ve yabancı çalışmalardan haberdar ederken ilginç ve akılda kalıcı örnekler de vermiş Altınay. Diyelim, konuyla az çok ilgilenmiş herkes ‘özel mülkiyet’ denildiğinde yüzyıllar önce İngiltere’de meraların çitle çevrilmesini anımsarken; Altınay, özel mülk olsa da çitle çevrilmemiş İskandinav kırlarının ve örneğin, “…dünyanın her tarafındaki yetkin toplumların herkesin kullanımına açık kaynakları bal gibi verimli, sürdürülebilir biçimlerde kullandığını belgeleyerek”, bununla Nobel alan Elinor Ostrom’un varlığını hatırlatmış.
Sorumluluk sahibi erdemli yurttaş ile Cumhuriyet arasındaki ilişkiyi sorguladığı ‘Hür ve mesul vatandaşlar’ başlıklı yazının bir yerinde, “Kimin bir sonraki neslin gözünün içine utanmadan bakacağını göreceğiz” demiş yazar. Ağır bedeller ödeyenlerden biri olan Hakan Altınay’ın, diğerleri gibi, gelecek nesillerin gözünün içine gururla bakacağına kuşkum yok. Onlara şu muameleyi reva görenlerin, bir gün olsun yaşamayacağı bir duygu bu.
Cezaevindeki arkadaşların, orada geçirdiği son bayram olsun.
İyi bayramlar.
Çocuklar için: Her bayram olduğu gibi, Danny Kaye’in çocuklara operayı sevdirmek için yaptığı özel gösteriyi buraya bırakıyorum.

Yazar: Hakan Altınay
Editör: Tanıl Bora
Kapak: Hazal Acar
Uygulama: Hüsnü Abbas
Düzelti: Nebiye Çavuş
Baskı: Ayhan Matbaası
Cilt: Güven Mücellit
Yayınevi: İletişim