Antalya’da Gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle tutuklanan, taktığı kırmızı fular ‘örgüt sembolü’ sayılan, dün görülen duruşmada yaptığı savunmayla Türkiye’nin gündemine oturan 20 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil, 127 günlük esaretin ardından ilk kez konuştu. Karacagil, “Gezi, herhangi bir terör örgütüne mal edilecek bir durum değil, bir halk direnişiydi” dedi.
Antalya’daki Gezi Parkı protestoları nedeniyle 2 Ekim 2013 günü tutuklanan Ayşe Deniz Karacagil ile Murat Sezgin ve Mustafa Cihan Yılmaz, dün görülen duruşmada verilen tahliye kararının ardından 127 gün sonra özgür yaşama geri döndü.
Bugün de 16 yaşındaki kardeşi için Antalya Adliyesi’ndeydi
Ailesi ve yakınlarıyla hasret gideren Ayşe Deniz, hiç uyumadı. Karacagil, sabah erken saatlerde, soluğu yine Gezi eylemleri kapsamında ifadeye çağrılan kardeşi 16 yaşındaki Ekin Devrim ile birlikte Antalya Adliyesi’nde aldı. Kardeşinin ifadesi ertelenince Konyaaltı sahillerine giden Ayşe Deniz, kardeşiyle birlikte uzun süre Akdeniz’i seyretti.
‘Gezi halk direnişiydi’
Gezi sürecine ilişkin Doğan Haber Ajansı’nın sorularını yanıtlayan Ayşe Deniz Karacagil, Gezi eylemlerinin ‘Bir ağaçla başladı’ diye nitelendirildiğini, gerçekten de öyle olduğunu söyledi. Karacagil, sonrasında eylemlerin genişş bir halk hareketine, halkın taleplerini dile getirdiği, meydanlara çıktığı bir hak arayışına dönüştüğünü söyledi. Buna insan olarak destek vermelerinin gayet normal olduğunu belirten Ayşe Deniz şöyle konuştu: “Tabii bunu başka yönlere çarpıtmaya çalışıp Gezi direnişinin altını boşaltmaya çalışsalar da bu şekilde değildir. Mahkeme salonunda da belirttik, bu herhangi bir terör örgütüne mal edilecek bir durum değil, bir halk direnişiydi. Gençlerin, kadınların sokağa çıktığı, insanların öldürüldüğü, ama buna rağmen direnişin pasifleştirilemediği bir halk kitlesinden oluşan bir yığının öfkesini bu iktidara kusmasının temeliydi.
“Berkin’imiz hâlâ uyanmadı”
Ayşe Deniz Karacagil, şunları söyledi:
“Yine Gezi direnişinde de gördük, bir sürü insan yaralandı, bir sürü insan gözünden oldu, Berkin’imiz hala uyanmadı, Ahmet Atakan’ı öldürdüler, Ali İsmail Korkmaz’ı ‘Ayağımla teptim, hafifçe dürttüm’ deniyor. Aslında görüntülere bakıldığında öyle değil, gayet net anlaşılıyor, kasıtlı bir şekilde işlenen bir cinayet diyebiliriz buna. Arkadaşlarımız öldü, küçücük çocuklar yaralandı. Küçücük bir çocuktan bile aslında korkabiliyorlar. Gene benim kardeşim hakkında soruşturma başlatılması da bunun bir örneği olarak gösterilebilir.”
‘Kırmızı fular sorusu bizi güldürdü’
Karacagil, mahkemede ‘kırmızı fular’ın sosyalizmi simgelediği yönünde karşılaştıkları soruya ilişkin şunları anlattı:
“İlk yargılandığımız mahkemede bu bize soruldu ve bizi güldürdü, şaka gibi geldi. Biz, hani diyecektik neredeyse, ‘Gerçekten bunu soruyor musunuz, bu bir şaka mı yoksa daha mahkeme başlamadı mı’ şeklinde, ama gerçek bir soruymuş. Ona da ilişkin şunu söyledik: İnsanlar yoğun saldırılar karşısında, yüzlerine atılan fişeklere karşı korumak amacıyla herhangi bir bez de olabilirdi, kırmızı, sarı fark etmiyor ne bulduysak, yeri geldi tişörtümüzü çıkarttık yüzümüzü örttük. Kasıtlı olarak kırmızı, sarı, yeşil bu tür şeylerle çarpıtıp bu kadar büyük bir halk direnişini bu kadar küçük şeylerle başka yöne çekmeye çalışmaları gerçekten yanlıştır. Bu mahkemede yer almadı, bunun komikliğini kendilerinin de fark etmiş olsa gerek.”
‘Gençlik isyanın fitilini ateşledi’
Hak arayışının hiçbir zaman ve hiçbir yerde suç teşkil etmediğini aktaran Ayşe Deniz Karacagil, “Bunu Bulgaristan, Yunanistan, İspanya’da görebiliriz. Gençlik kitlesi ellerinden alınan haklara karşı bir isyanın fitilini ateşledi. Biz de aynı amaçtaydık. İktidarın bütün aygıtlarıyla polisi, askeri düzeni, savcısı, yargıcı tüm araç gereçleriyle üzerimize saldırması ve temel hak arayışımızı çarpıtarak başka yönlere çekilmeye çalışılması göz önündedir. Buna kanıt olarak da yattığımız dört ay altı günü örnek verebiliriz” diye konuştu.
‘Hiçbirimizin yeri cezaevi olmamalı’
Cezaevi sürecini anlatan Ayşe Deniz Karacagil, siyasilerin bulunduğu koğuşta kaldığını belirterek, “Bizler aydın bir geleceği savunan, kardeşliğin ülkesini savunan, güzel bir gelecek adına mücadele eden insanlarız. Bu yüzden de zaten aslında hiçbirimizin yeri orası olmaması gerekiyor” dedi.
‘İçerisiyle dışarı arasında pek fark yok’
Yeniden özgürlüğüne kavuştuğu ilk günde dışarıdaki hayatı da değerlendiren Ayşe Deniz, dışarıda insanların hastalıklı hale geldiğini, birçok sosyal, kültürel alanın tüketildiğini kaydetti. İnsanların kimlik asimilasyonundan kültüre, her şeyini yok ettiğini anlatan Ayşe Deniz Karacagil, “Yani içerisiyle dışarı arasında pek fark yok. Sadece burada daha geniş görüyoruz gökyüzünü, orada dar açıyla görüyoruz. Orada gardiyanlar, burada polisler var. Orada hapishane savcısı var, burada baktığımızda başbakan, bakanlar var. Burada kıdemleri artıyor sadece. Hapishaneye girdikçe daha küçülüyor, dışarıya çıktıkça daha da güçleniyorlar” dedi.
”Boncuk yutup boğulabilir, sicimle kendimizi asabilirmişiz’
Hapishanede arkadaşları ve yakınlarına çeşitli el işlemesi hediyeler de yapan Karacagil, bunları yapmak için önlerine birçok engel çıkartıldığını da anlattı. Boncuk, sicim, radyo, masa gibi materyallerin verilmediğini söyleyen Deniz, şöyle devam etti:
“Orada da çok komik sebepler oluyor, nasıl kırmızı fular terör örgütü teşkil edebiliyorsa burada sicimle kendimizi asabilirmişiz, boncuk yutup boğulabilirmişiz, masaları yakıp kendimizi öldürebilirmişiz. Böyle saçma sapan şeyler sunuluyor. Bir defa açık alana çıktığımızda çiçek koparmıştık, haftaya tekrar alırız demiştik, ama bir baktık ki haftaya hepsini koparmışlar, bir daha almayalım diye. Taş topluyorduk, taşları deliyorduk, kolye yapıyorduk. Bazen bir günümüzü alıyor diyebilirim. Onlar bizim üretimimizi engelliyor ama ona rağmen her şekilde üretmeye çalışıyoruz. Şiir kitabım mesela sorguya gönderildi. Gerçi Nazım usta diğer ustalarımız çok yargılandı, bunu da garipsemiyorum bu yüzden. Veya mektuplarımız sorguya gönderiliyor, zaten okuyorsunuz bunu bir daha ek olarak niye gönderiyorsunuz. Bunlar saçma sapan gerekçelerle üretmemizin önüne set çekmeye çalıştılar biz gene taşı deldik ürettik, kazağımızı söktük, sicim elde ettik ve üretip ailelerimize bunları hediye, hapishane hatırası olarak sunduk.”