CANAN COŞKUN
canancoskun2@gmail.com
@canancoskun
‘MİT mensubunun cenazesi‘ haberi nedeniyle yaklaşık dört aydır tutuklu bulunan gazetecilerin meslektaşları 24 Haziran’da görülecek ilk duruşmada gazetecileri yargılayacak mahkemeye seslendi.
Libya’da yaşamını yitiren MİT görevlisinin cenaze töreniyle ilgili haberler ve Twitter paylaşımları nedeniyle yaklaşık dört aydır tutuklu bulunan gazeteciler Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Barış Pehlivan, Aydın Keser, Ferhat Çelik ve Murat Ağırel 24 Haziran Çarşamba günü İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkacak. Tutuklu gazetecilerin yanısıra Manisa Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi E.E. ve gazeteci Erk Acarer de sanıklar arasında yer alıyor. Yurt dışında yaşayan gazeteci Acarer hakkında yakalama kararı bulunuyor.
İddianame tamamlanmadan önce Anadolu Ajansı’nda, MİT görevlisinin cenaze töreninde çekilen ve Odatv’de yayınlanan fotoğrafların gizlice çekildiği yönünde haberler yer almış, bu yolla ‘casusluk’ algısı yaratılmaya çalışıldığına dair eleştiriler dile getirtilmişti.
Savcılık da gazetecilere MİT görevlisinin cenazesinde çekilen ve Odatv’de yayınlanan haberde kullanılan fotoğrafların ‘bir plan dahilinde, sistematik ve koordineli biçimde ifşa edildiği’ suçlamasını yöneltti.
Ancak iddianame tamamlandıktan sonra, cenaze törenine katılan belediye başkanının basın biriminde çalışan görevlinin, bu fotoğrafları herkesin içinde çektiği ortaya çıkmıştı.
‘Haberin Var Mı’ inisiyatifi
Gazeteciler hapse konduktan sonra bir grup gönüllü gazeteci, meslektaşlarıyla dayanışmak için ‘Haberin Var Mı’ inisiyatifini oluşturdu. Meslektaşlarının maruz bırakıldığı adaletsizlikle ilgili kamuoyunu bilgilendiren, haksızlığa tepki gösteren inisiyatiften dokuz gazeteciye “Duruşmada söz hakkınız olsa mahkeme heyetine veya gazetecilerin hapsedilmesi talimatını veren kişi/kişilere ne derdiniz” sorusunu yönelttik.
‘Tarihe nasıl geçmek istiyorsunuz?‘
Mehveş Evin: “Sayın mahkeme heyeti,
Sizlere görevinizi anlatmak, hukukun üstünlüğü ve evrensel hukuk kurallarını hatırlatmak haddim değil. Eminim ki sizler, üstlendiğiniz ağır sorumluluğun bilincindesiniz. Başka türlü bu makamda bulunmanızın bir izahı olamaz. Bu yüzden vicdanınıza seslenmek istiyorum. Vereceğiniz karar, sadece sanık olarak yargılanan kişilerin özgürlüğünü elinden alıp almamakla ilgili değil… Koca bir toplumun geleceği ve özgürlüğünü ilgilendiren bir karar alacaksınız. Evet, burada vereceğiniz karar sizin de hayatınızla, çocuklarınıza nasıl bir gelecek bırakacağınızla alakalı… Zira sizler, yaptıkları haber nedeniyle, görevini yerine getirmekten başka hiçbir suçu olmayan gazetecilerin yargılanmasında söz sahibisiniz. Bu gazetecilerin suretinde basın özgürlüğünü de yargılamakta olduğunuzun farkında mısınız? Bir gazetecinin sansürsüz, engelsiz haber yapması demek değildir basın özgürlüğü. Halkın haber alma hakkına sahip çıkmaktır. Yani sizin, çocuğunuzun, en yakınlarınızın en çok ihtiyacı olduğu zaman, doğru bilgiye ulaşabilmesini temin eder. Gazetecilik, ancak Basın Kanunu’na göre belirlenen hükümler çerçevesinde yargılanır. Doğrudan şiddeti teşvik eden, şiddet içeren bir suç islemedikleri sürece ağır ceza mahkemesinde yargılanamazlar. Bunları sizler de pekala biliyorsunuz. Tarihe gazetecileri haksız, hukuksuz yere hapse yollayan memurlar olarak mı geçmek istiyorsunuz? Yoksa vatanını seven, toplumun yüz akı hukukçuları olarak mı?
Kararınız, işte bunu belirleyecek.”
‘Gazetecilik kamu hizmetidir ve yasaklanamaz‘
İrfan Aktan: “Gazetecilik bir kamu hizmetidir ve yasaklanamaz! Gazeteci olayları ve olguları, temel gazetecilik ilkeleri etrafında çeşitli haber aktarma yöntemlerini kullanarak, yazarak, görselleştirerek, seslendirerek haberleştirmekle, topluma aktarmakla mükelleftir. Bu faaliyetin kendisini yargılamak, cezalandırmak, berberi saç kesmekle, terziyi kıyafet dikmekle, marangozu masa yapmakla suçlamak kadar abestir. Nasıl ki berberlik, marangozluk, terzilik yasaklanamayacaksa, gazetecilik de yasaklanamaz! Berber kötü saç kestiğinde bile önce ustası, sonra meslektaşları ve müşterileri tarafından uyarılır veya düzeltilir. Terzi kötü kıyafet diktiğinde bile önce ustası, sonra meslektaşları veya müşterileri tarafından uyarılır ve işini daha iyi yapması için uyarılır. Gazeteci kötü habercilik yaptığında bile önce editörü, meslektaşları, haber müdürü, çalıştığı kurumun yöneticileri tarafından, sonra meslektaşları, meslek örgütleri ve okurları-izleyicileri-dinleyicileri tarafından uyarılır. Kötü gazetecilik, bir olayla, olguyla ilgili elde edilebilecek tüm bilgileri elde etmemektir. Bir haberi, 5 N 1 K kurallarına uyacak şekilde hazırlamamaktır. Bir röportajda, okurun aklındaki tüm soruları muhatabına sormamaktır. Kötü gazetecilik, örneğin TV programlarında HDP üzerine tartışıp HDP’lileri yayına almamaktır. Bunlar yargı konusu yapılamaz. Kötü gazetecilik, kendini devletin, hükümetin, yargının, ordunun, bir siyasi partinin, cemaatin, örgütün, grubun yerine koymak veya onun sözcülüğünü yapmaktır. Kamuoyundan hakikatleri gizlemektir. Hakikatleri tersyüz etmek, olmayanı olmuş gibi, yapılmayanı yapılmış gibi göstermektir. Bir gazeteci hakikatleri yazdığı için değil, yazmadığı için eleştirilebilir. Bunun bile yargılamasını gazetecinin editörü, meslektaşları, meslek kurumları, okurları, kamuoyu yapar, yapmalı. Öte yandan bugün yargılanan meslektaşlarımız ‘kötü gazetecilikten‘ değil, bizatihi gazetecilikten yargılanıyor. Bizatihi habercilik faaliyeti, iktidarın, devletin çıkarlarına uymadığı zaman yargı konusu yapılıyor ve gazeteciler hapse atılıyor. Gazeteciliğin temel ilkelerini ihlal etmeyen, şiddete teşvik etmeyen, kişilerin temel haklarına saldırıda bulunmayan vs, bir haber veya o haberi yapan gazeteci, sırf iktidarın veya devletin çıkarlarına uymadı diye yargılanamaz. Aksi halde gazetecilik diye bir meslek yapılamaz. Eğer gazetecilik faaliyetinin kendisi yargı konusu oluyorsa, o zaman kanun yapıcıların ‘bu ülkede gazetecilik yapmak, insanları olay ve olgulardan haberdar etmek yasaktır’ içerikli bir kanun yapmaları ve gazeteciliği yasakladıklarını ilan etmeleri gerekir. Yani fiilen yapılan, kanuna uydurulmalıdır.”
‘Demokrasi barometresi‘
Kumru Başer: “Uzun zamandır ülkemizde gazetecilere açılan davalar hukuki davalar değil, siyasi ve dönemsel davalar. 2000’li yılların başlarında yüzlerce kişinin yıllarına mal olan sonra da ‘Aaa kumpasmış’ denen özel yetkili mahkemelerde açılan davalar gibi. Bunu biz gazeteciler, kamuoyunun geniş kesimleri ve eminim ki bizzat savcılar ve hakimler çok iyi biliyor. Bir ülkede gazetecilere nasıl muamele edildiği bir demokrasi barometresidir. Gazetecilik de kamu denetiminin en önemli araçlarından biri. Gazeteciler iktidar ve güç sahiplerine kamuoyu adına, gizlemek, unutturmak, üstünü örtmek istedikleri konularda sorular sorar ve belgeler. Yazdıklarınız güç sahiplerini hep memnun ediyorsa gazeteci sayılamazsınız. Bu bilinçle çalışan gazeteciler yıllardır cezalandırılıyor. Bu dava da bunun son örneği. Bu davada da aynı dosyaya konulan, farklı görüşlerden ve mecralardan gazetecilerin yanındayız ve rahatsız etmeye devam edeceğiz.”
‘Gazetecilere gözdağı verilmek isteniyor‘
DİSK Basın-İş Sendikası Başkanı Faruk Eren: “Bu dava önceki birçok dava gibi hukuki dayanaktan yoksundur. Kendileri ifadeye giden gazetecilerin önce serbest bırakılıp ardından evleri basılarak gözaltına alınıp tutuklanması, bu davaya dışarıdan bir müdahale olduğunun en büyük göstergelerinden biridir. Ayrıca infaz yasasında değişiklik yapılırken gazetecilerin hapishanede tutulması için özel düzenleme yapılması da davaya siyasi müdahalenin kanıtlarından biridir. Bu iddianame, aslında bir iddianame de değildir daha önce birçok davada gördüğümüz gibi. Yine kanıtsız suçlamalar, açık çelişkilerle dolu, kopyala yapıştır bir belgedir. Daha önce birçok davada olduğu gibi yine gazetecilik yargılanmaya çalışılıyor. Aslında bu tutuklamalar ve yargılama üzerinden gazetecilere gözdağı verilmek isteniyor. İktidar gazetecilere ‘Bizim istemediğimiz haberler yaparsanız başınıza bunlar gelir’ demek istiyor. Ama yıllardır süren baskılara rağmen gerçek gazeteciler işlerini yapmaya devam ediyor. Gazetecilik suç değildir!
‘Yapmayın… Müdahalelere boyun eğmeyin’
Elif Ilgaz: “Yapmayın… Müdahalelere boyun eğmeyin. Hukuktan yana, adaletten yana olun. Korkularınızı değil, vicdanınızı dinleyin. Bakın bugün yasama erkinin, milyonların oyuyla seçilmiş vekilleri, gasp edilen hakları için yürüyor. Avukatlar yürüyor… İktidarın bölmeye çalıştığı baroların bağımsızlığı için direniyorlar. Dördüncü kuvvet medyanın mensupları, tutukladığınız gazeteci meslektaşlarımız… Onlar da yıllardır halkın haber alma hakkı ve basın özgürlüğü için mücadele ediyor. Gazetecinin görevi halk adına iktidarları denetlemektir. Usulsüzlükleri, yolsuzlukları, gerçekleri yazmaktır. İktidarı kızdıracaklarını, hapse atılacaklarını bilseler dahi… Bakın bugün yine karşınızdalar dimdik. Sizler yargının ‘bağımsız mahkemeleri’nin hakimleri, savcıları… İktidarın bitmez, tükenmez talepleri karşısında zor durumdasınız, görüyoruz. Eğilip, bükülmeyin, direnin. Yapmanız gereken tek şey anayasaya ve hukuka bağlı kalmak. Bu ülkede bağımsız hakimlerin, savcıların olduğunu göstermek. İktidarlar gelir, iktidarlar geçer… Siz bizi dinleyin. O koltukların hakkını vererek, onurla oturduğunuzda, yanınızda size sahip çıkan halkı bulacaksınız.“
‘Gazeteciliğe bu düşmanlık niye?‘
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) temsilcisi ve Bianet Medya Özgürlüğü Raportörü Erol Önderoğlu: “Mahkemeler, iddianamenin unsurları kadar gazetecilerin de ‘MİT Kanunu’na muhalefet’ten suçlanabilmeleri için gerekli şartların oluşmadığını artık görmelidir. Altı haberci, daha önce alenileştiği herkesçe bilinen bir cenaze törenine dair haberden boşuna hapis yattı. Dört aylık bize göre keyfi ve caydırıcılık amaçlayan tutukluluğu da sonlandırmalıdır. Gazeteciliğe bu düşmanlık niye?”
‘Tarih bizi yine aklayacak‘
Melike Çapan: “Meslektaşlarımızı yargılamak için hakim, savcı koltuğuna oturacaklar çok uzağa değil dönüp de birkaç yıl önceye baksa yeterli. Ne iktidarlar geldi geçti, gazeteciler hep hedefti. Ancak tarih bize defalarca kez gösterdi ki gerçeklerin gün yüzüne çıkmak gibi bir özelliği var. Dönüp de şöyle geçmişe bakıldığında çok uzağa gitmeye gerek yok, bundan dokuz yıl öncesine bile gitsek yeterli. O zaman da gazetecilik bugünkü gibi tutukluydu. Ama bugün o kararları veren savcılar, hakimler ya hapiste ya firarda. Tarih tekerrürden ibaretmiş, bugün de bu kararları veren hakimler savcılar ve iktidarlar yakın geçmişe dönüp bir kez daha baksın. Gazetecilik yine beraat edecek, tarih bizi yine aklayacak. O gün ne hapisteki ne firardaki bizler olmayacağız. Bugün hala geç değil. Hakim, savcı koltuğuna oturanlar verecekleri kararlarla gazeteciliği, bizleri değil, tarih sayfalarında kendilerini mahkum edeceklerdir ya da adaletin meşalesinin ateşini yeniden fitilleyeceklerdir. Seçim çok basit.“
‘Arkadaşlarımız masum, dava siyasi‘
Timur Soykan: “Biz şu an bir dejavu yaşıyoruz. Bu iftiraları, niyet okuyan bomboş iddianameleri, kumpas davaları daha önce defalarca gördük. Duruşmada ‘Adalet Mülkün Temelidir‘ yazısı altında uyuklayan hakimlerin tutukluluğa devam kararıyla arkadaşlarımızı Silivri’ye çok uğurladık. Ne onlar vazgeçti gerçekleri yazmaktan ne biz geri durduk basın özgürlüğünü savunmaktan. Tertemiz arkadaşlarımız yüzlerinin akıyla kumpaslardan çıktı. Onları hapse atmak için sahte deliller üreten polislerin, kumpas iddianame yazan savcıların, tutukluluğu cezaya dönüştüren hakimlerin tutuklandığını, sanık olduğunu bile gördük. Şimdi gazetecileri susturmak için geçmişteki iddianamelerden uyarlanmış bir senaryo nedeniyle yeniden buradayız. Defalarca kumpas mağduru olmanın deneyimiyle şunu söylüyoruz: Arkadaşlarımızın masum, davanın siyasi olduğu gerçeği gün gibi aşikar. Ve yalanı söyleyen ne kadar güçlü olursa olsun gerçek asla yok edilemez. Siyasi hesaplarıyla yargıyı sopa olarak kullanmak isteyenlerin karşısında gerçeğin yanında olun.”
‘Özgürlüğe kavuşmalarını talep ediyoruz‘
Banu Güven: “Gazeteciliğin yargılandığı bir dava daha var önümüzde. Altı meslektaşımız gazetecilik yaptıkları için 109 gündür tutuklu. 110. günde ‘Devletin gizleyemediği bir sırrı, yani bir MİT görevlisinin artık sır olmayan ölümünü ve cenazesini haber yaptılar, bu konuda paylaşım yaptılar‘ diye mahkemeye çıkarılacaklar. Büyük ihtimalle yazanın bile tek satırına inanmadığı bir iddianameyle. Bu davada sanık sandalyesinde oturanların hepsi aynı kurumdan değil. Üçü Odatv’den, biri Yeniçağ, ikisi ise Yeni Yaşam gazetesinden. Tutuklanma sırasıyla Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve birçok yayında maalesef adı geçirilmeyen Yeni Yaşamcılar, Ferhat Çelik ve Aydın Keser. Onları bu davada buluşturan iktidarın hakikate, gazeteciliğe, eleştiriye, biat etmeyene tahammülsüzlüğü. Kendinden olmayan herkesi terörist, casus ya da hain etiketleriyle kriminalize etmek istemesi. Bu davanın 111’inci güne kalmamasını, meslektaşlarımızın bir an önce özgürlüklerine kavuşmasını talep ediyoruz.”