LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
İktidarın ‘paralel yapı’ diyerek muhalefetin siyaset yapmasını engellemesi hem bilinen anlamıyla siyaseti bütünüyle ortadan kaldırdı hem de iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkiye yeni bir boyut kazandırdı.
Bir tarafta kendini devlet gören bir iktidar bloku var, diğer tarafta eleştiri, itiraz ve önerileri dikkate alınmayan, iktidar partisi tarafından ‘devlet düşmanı’ dahası ‘paralel devlet’ olarak tanımlanan bir muhalefet var.
Muhalefetin Meclis’te verdiği, doğru olsun yanlış olsun bütün yasa tekliflerinin içeriğine bakılmadan reddedilmesi…
‘Corona’yla mücadele çerçevesinde halka yardım için muhalefet belediyelerinin bağış toplamasının yasaklanması ve ardından da bağış toplayan belediye başkanları hakkında soruşturma açılması…
Belediyelerin yaptığı sahra hastanelerinin iktidar tarafından mühürlenmesi…
Kimi muhalefet belediyelerinin sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde halka ekmek dağıtmasının yasaklanması…
Dahası muhalefetin tüm bu çabalarına ‘paralel devlet’ ithamı yapılması…
İktidara itiraz eden gazetecilerin, siyasetçilerin mücadele edilecek virüs olarak görülmesi…
Bütün bunlar bize iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkinin bütünüyle değiştiğini, siyaset zemininin yok edildiğini, iktidarın kural, hukuk, anayasa tanımaz politikasının giderek bütünüyle kontrolden çıktığını gösteriyor.
Gelinen durumun vahametini kavramayan, gidişatı durduracak bir politika belirleyemeyen, kendisine yapılan aleni, haksız, hukuksuz engellemelere karşı esaslı, sağlıklı, sonuç alıcı bir tavrı gösteremeyen bir muhalefet var.
Görünen o ki muhalefet tüm bu olup bitenleri halkın vicdanına havale ediyor.
İktidara kendsinin değil de günü geldiğinde halkın cevap vermesi gerektiğini düşünerek hareket ediyor.
Hep alttan alan, hep uzlaşmacı görünmeye çalışan, iktidarın düşmanca tavrına rağmen ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ gibi hitaplarla icazet alma çabaları… Bütün bunlar belli ki muhalefetin seçime dayalı ‘gerginlik çıkarmama’ stratejisine dayanıyor.
‘Aman germeyelim… Aman kutuplaştırmayalım… Aman kavga eden biz olmayalım… Aman oyun bozan biz görünmeyelim… Nasıl olsa sandık gelecek halkımız gerekli cevabı verecektir’ yaklaşımı bütün muhalefet cephesini teslim almış adeta.
Eğer işler normal seyrinde devam ediyor olsaydı, yani asgari demokratik kural ve teamüllere göre hareket eden bir iktidar olsaydı, muhalefet düşman ilan edilmemiş olsaydı, muhalefetin seçim stratejisi bir sonuç getirebilirdi.
Fakat durum öyle değil.
Ortada kendini devlet gören ve kendisine yöneltilen her eleştiriyi, itirazı devlet düşmanlığı olarak gösteren, dahası toplumu, kurumları, siyaseti bu anlayışla şekillendiren bir iktidar var.
Düşman hukuku üzerinden bir siyaset anlayışı giderek kalıcı hale getiriliyorken, muhalefetin belediyeler üzerinden çeşitli etkinliklerle topluma ulaşmasının yolları kaba kuvvetle kapatılıyorken, üç yıl sonraki bir seçime göre muhalefet stratejisi kurmak mevcut gidişatı kavramamaktır.
Hele corona virüsünün ülke ekonomisinde yaratacağı ağır tahribatın ne tür sonuçlar doğuracağı, iktidarın bu tahribatı bahane ederek mevcut rejimi güçlendirmek için ne tür adımlar atacağı bile bilinmiyorken, seçime göre strateji belirlemek gidişattaki vahametin farkında olmamaktır.
Diğer taraftan Süleyman Soylu’nun istifasının kabul edilmemesi, Erdoğan’ın bir yıl önce aleni bir şekilde karşı çıktığı MHP’nin isteği olan af yasasını çıkarmak zorunda kalması, bize, iktidar blokundaki kavga/çatışma yanlılarının giderek daha da etkin olduğunu gösteriyor.
Bütün bu gelişmelerin siyaseti, ülkeyi nasıl etkileyeceği de bilinmiyorken seçim hesaplı muhalefet anlayışı bana göre pek gerçekçi bir yaklaşım değil.
Bu nedenle muhalefet, her şey normalmiş, demokratik bir ülkede siyaset yapılıyormuş, iktidarın baskıyı artırıcı çabaları geçici ve korkuya dayalıymış anlayışına dayanarak geliştirdiği etkisiz, hatta ‘yandaş’ denilebilecek anlayışını artık terk etmeli.
‘Üç yıl sonra seçim var, o zaman halkımız gerekli cevabı verir’ konforuna sığınmaktan artık vazgeçmeli.
Çünkü bu süreçte ülkenin nasıl bir yıkımla karşı karşıya kalacağını, üç yıl sonra nasıl bir Türkiye olacağını, dahası bir seçim olacak mı, olacaksa hangi şartlarda olacağını bilmiyoruz.
Hal buyken ülkenin yıkıma sürüklenmesine, muhalefetin siyaset yapma alanının daraltılmasına yüzeysel, anlık, etkisiz tepkiler vermek yerine bu gidişatı durduracak daha esaslı bir yol ve yöntem yaratılmalı.
Muhalefet, Meclis’te etkisiz figüran konumuna düşürülmüşken, belediyelerin en temel hizmetlerinin önü kesilerek muhalefetin toplumla bağ kurmasının yolu kapatılırken yaşananlar normalmiş, siyaset zemini varmış gibi devam edemez, etmemeli.
Özellikle de ‘Gerginlik olmasın, kutuplaşma artmasın, kavga çıkaran taraf biz olmayalım’ tedirginliğiyle yapılan muhalefet anlayışıyla bugüne kadar bir yere varamadığını, bundan sonra da varamayacağını artık görmeli.
Bu nedenle öncelikle Meclis’ten bütünüyle çekilmeli.
Yeni bir siyaset ve muhalefet anlayışı ortaya koymalı.
Kutuplaşmayı artırıcı söz ve davranışlara kapılmadan, ağız dalaşına girmeden, arkasındaki toplumsal desteği hesaba katarak yeni, caydırıcı, sağlıklı, esaslı, kararlı, dirayetli bir politikaya, tavra, üsluba ve yeni bir demokratik mücadeleye yönelmeli.
Aksi takdirde siyaset zemini her geçen gün biraz daha daralacak ve muhalefet bugün bulduğu kısıtlı imkanları da bulamaz hale gelecek.
Geciken her adım, belirlenmeyen her yeni politika, alınmayan her risk durumu daha da içinde çıkılmaz hale getirecek.
Tekrar edeyim: Gelinen durumda, yani, aleni bir şekilde düşman, paralel yapı ilan edilmişken muhalefet eski alışkanlıklarıyla siyaset yapmaya devam edemez, etmemeli.
Ülkenin nasıl bir yıkıma sürüklendiğini görmeli. Üç yıl sonraya göre kurduğu stratejisinin gerçekçi olmadığını anlamalı. Mevcut politikasının, konumunun iktidarı meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramadığını artık kabul etmeli. Risk almalı. Kararlı ve dirayetli yeni bir demokratik mücadele yöntemi geliştirmeli.
Aksi takdirde ülkemizi bütünüyle kaybedeceğiz. Ve bu tahribatta muhalefeti de iktidar kadar sorumlu tutacağız.