
H. AYHAN TİNİN / Sanat da var / Sergi
insanatinart@gmail.com
Dünyaca ünlü fotoğrafçı Steve Mccury’in sergisine giderken geçmek zorunda kaldığımız Beyoğlu artık masal yoksunu, şiirsiz ve sıkıcı…
Steve Mccury’nin fotoğrafları İstanbul Sinema Müzesi’de.
İstiklal Caddesi’nin görgüsüz ve hunhar kalabalığının arasından geçmek gerekse de ‘Fotoğrafçı’ sergisi çölde bir vaha gibi…
Mccury’i isim olarak bilmeseniz bile National Geographic dergisinin kapağındaki ‘Şarbat Gula’ fotoğrafından anımsarsınız.
Bakışlarıyla ünlenen Afgan kızı, belki dergide, belki bir gazetede, belki bir seçkide mutlaka karşınıza çıkmıştır.
‘Afgan Kızı, Şarbat Gula’nın fotoğrafını bu kadar ünlü yapan neydi?

Bu da ayrı bir tartışma konusu ya! Herkesin kendine özgü bir nedeni var.
Ülkenin iç savaş tarihini bir çocuğun gözlerinden okumak diyebilir miyiz?
An ve zaman en uygun ışık altında, sonsuza kadar birleştiğinde ortaya çıkan fotoğraf, bizi gerçeğin yerçekiminden alarak ayrı bir hakikate, başka bir yalnızlığa götürür.
Ancak Sait Faik’in söylediği gibi ‘kavun acısı bir yalnızlık’ değildir bu… Biraz daha besleyen, gönendiren, umut ile anımsama ve hayal kurma arasında bir yerde; fakat mutlaka insana dair bir hikâye oluşturan…
İyi fotoğraf edebiyata, iyi edebiyat fotoğrafa dönüşür insan zihninde.
Haziranın ilk günlerinde ölüm yıldönümlerinde anımsadığımız Nazım Hikmet ile Orhan Kemal gibi; kelimelerle fotoğraflar canlandırır usta yazarlar ya da deklanşör ustası Ara Güler gibi her karesi ayrı bir romandır fotoğrafçıların.
Unutmadan. Steve Mccury’nin sergisinde, İstanbul seyahatinden ve dünyanın farklı coğrafyalarından seçkiler olduğu gibi Ara Güler ustayı fotoğrafladığı bir kare de yer alıyor.
Fotoğraf sanat mıdır? Bu konu da hayli tartışmalıdır.
Fotoğrafçı, fotoğraf sanatçısı, foto muhabiri. Her biri diğerinden bıçak sırtı tanımlarla ayrılır.
Bir yapılandırmak var. Bir de olanı yakalamak.
Ustalara bakarsanız olanı yakalamak foto muhabirliği. Fotoğraf sanatçılığı ise olana başka bir şey ekleyerek geleceğe taşımak. Fotoğrafçı iki kimliği de sırt çantasında taşımak gibi…
Mccury de bir dönem bu tartışmanın içinde oldu. Fotoğraflarında lightroom ya da photoshop uygulamalarını ne kadar kullandığı tartışıldı.
Aslında bugünün dijital araçlarından elde edilen sonuçlar, rulo film kullanıldığı yıllarda karanlık odada elde edilmeye çalışılırdı.
Yetmiş üç yaşındaki Mccury her iki dönemi de yaşayanlardan.
Bazı fotoğrafların üzerinde, hikâyeyi güçlendirmek için çalışmıştı bugünün olanaklarını kullanarak. Hepsi buydu ona göre.
Yaratıcı kıskançlık zaman zaman Steve Mccury tartışmalarında olduğu gibi dozunu kaçırıyor.
Fotoğrafta da böyledir iyi fotoğrafı hep yanınızdaki arkadaşınız çekmiştir!
Dünyanın farklı ülkelerine gitme olanağına ve fotoğraf hevesine sahip olanlar, İstanbul Sinema Müzesi’ndeki ‘Fotoğrafçı’ sergisini mutlaka gezmeli.
Işık, kompozisyon ve insan üçgeninde bir karenin nasıl doğmuş olduğuna tanıklık etmeli.
O bir karenin arkasında defalarca deklanşöre dokunulmuş onlarca kare olduğunu farkına varmalı.
Fotoğrafın kutsal anının önce beyinde gerçekleştiğini, sonra makinayla buluştuğunu görmeli.
Oluşan ve dağılan her kompozisyonun hayatımızın bir izdüşümü olduğunu unutmadan, baktığımız yerde gördüğümüzden fazlasını algılamak fotoğrafçı olmanın ilk adımı sayılabilir.
Herkesin gördüğünü, herkesten başka geometride görebilmektir fotoğraf.
Murathan Mungan dizeleri gibi ‘Yağmur Herkese Yağar / Ama Çok Az İnsan Tutar Yağmurun Ellerini’
İyisi mi siz Beyoğlu’na katlanıp Sinema Müzesi’ne gidin. Bu keyifli sergiyi gezin. Temmuz ayına kadar zamanınız var.
Ben pusulası yanlış kuzeyi gösteren bir yelkenliyle, kiraz mevsimine doğru gidiyorum.
Sonyaz geldiğinde buluşuruz sevgili okur, sanatla kalın.