KAAN SEZYUM
“Cennet’te Türkiye’nin aynısı olsa bile burayı terk edip gitmem…”
Bu cümleler sanırım bizi idare edenlere ait. Böyle bir Türkiye’de yaşıyor olmalılar. Belli ki onlara ileri demokrasinin kafası gelmiş… Ülkede çok şükür hiçbir sıkıntı, hiçbir yanlış yok. Tek suçumuz başkaları…
Unutmayın, kimsenin üstlenmediği bir suç, suç değildir.
Zalimin halinden alim anlar
Ah be Mahsun, ah be abi. Ne vardı başbakana “zalim” diyecek… Ne vardı “Yaralı olan çocukları ve yaşlı insanları ölüme terketmek hangi dinde yazar. Bu kadar zalim, bu kadar merhametsiz nasıl oldunuz ey Başbakan?” diye tivit atacak?
Bilmiyor musun ki başbakanlık makamı, diğer tüm devlet makamları gibi hiçbir şey denilemeyecek, milli aradenin seçtiği, hatasız, püripak kurumlardır?
Ne vardı Tivitır’dan, “Sadece düşünün! Doğduğunuz ev, büyüdüğünüz sokaklar, gittiğiniz okul, namaz kıldığınız cami paramparça olsaydı ne yapardınız?” ve “Benim tüm anılarım, doğup büyüdüğüm Diyarbakır’ın Sur bölgesinde iç çatışmalarla yerle bir oldu” gibi şeyler yazacak.
Ne vardı barışın ve insanlığın yanında yer alacak?
Bak Başbakan ne diyor? “Zulüm görmek istiyorsa, oraya değil, başka yere baksın” diyor. İşte en sevdiğim şey. Şiddeti şiddetle yarıştırmak, acıyı acıya kırdırmak. Çok sağ ol başbakanım, bana ve Mahsun’a çok büyük bir ders verdiniz. Şimdi her şeyi daha iyi anladım.
Demokrasimizi çekemediler!
Siyasilerimiz işini biliyor. Bak mesela, koskoca Başbakan Yardımcısı çıkıp “Bizi çekemeyenler endişe duyuyor” diyebiliyor.
Çekememek nedir? Çekememek, eleştirmektir. Eğer birisini ya da bir kurumu eleştiriyorsanız, bilin ki siz bu davranışı o kurum düzelsin, işler daha iyiye gitsin diye değil, karşınızdakini çekemediğiniz için yapıyorsunuz.
Gelin şu güzel ortamda, ülkemiz cennet gibi bir yerken şu insanları çekememeyi bir kenara bırakalım. Antenlerimizi alalım, kulaklarımıza takalım, gözlerimize sağlayalım. Ne görelim, ne duyalım.
Yolsuzluk için soruşturulamayan vekilleri de çekememiştim, kıskanmıştım. Benim neyim eksik, bana neden takım elbise içinde dolar gelmiyor diye çekememiştim, evet…
Paralelse eğer, her şeye değer
Türkiye’de her iş çok kolay. Hele ki işinizde ciddiyet arttıkça daha da kolay. Çünkü genelde işinizi gücünüzü yapmayıp, “Bizi şu bozdu, bizim kontrolırımız tutukluk yaptı, şarjı bitmiş bunun, ellerim yağlığdı kareye basamadım” gibi bahaneler arkasından işinizi harika bir şekilde yürütebilirsiniz.
Geçtiğimiz bir iki yılın yeni kanseri biliyorsunuz paralel yapı. Nerede devleti sıkıntıya sokan bir şey var, hop paralel, gel paralel, git paralel… İşte bu güzel tavrın son örneği Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ın açıklamasında gizli.
Turizm sektöründe yaşanan sıkıntılar için “Türkiye’nin turizmine dönük saldırının paydaşlarından biri kim, hatta temel taşıyıcılarından biri kim; paralel yapı. Yaklaşık 130 ülkede faaliyet gösteren bu yapı bulunduğu her ülkede “Türkiye güvenlik açısından riskli ülkedir propagandasını yapıyor. Yetmiyor; Türkiye içinde gazeteleri aracılığı ile bin 300 tane otel iflas ediyor, şu kadarı batıyor diye kara propaganda yürütüyor” ifadeleriyle paralel yapının turizmi de baltaladığını örneklerle açıklıyor Ünal…
Turizmin giderek dibe çökmesi, ülkenin her yerindeki kalitesiz personel, turisti kazıklamaya yemin etmiş esnaf ve artık neredeyse soyu tükenmiş, üzerlerine devasa oteller kondurulmuş, kaplumbağaları kaçırılmış koylar filan değil.
Bunca zaman neden bilemedik. Evrenin anlamı paralelde gizliymiş.
Üstten al, yanlarda da bırakma
Yassıada’yı uzun süredir uzaktan; Kınalı’dan, Burgaz’dan ya da Heybeli’nin açıklarından izliyordum. Üzerinde inşaat vinçleri görmeye alışmadığım, çocukluğumda denizaltıya benzettiğim, babamların arkadaşlarıyla gidip dalıp istakoz filan yakaladıkları kayalıkları olan bir ada olarak hatırlıyordum. Son halini gördüm, gerçekten muazzam olmuş. Yapımında emeği geçen herkesin abv canım kardeşim.
Adada istakoz vardı eskiden, şimdi sadece takoz kalmış.
Son dakika… Temaya uygun olarak Orman ve Su İşleri Bakanı Eroğlu, Yassıada’da ağaç kesimini haber yapan basın mensuplarını Aydın Büyükşehir Belediyesi’nin kestiği ağaçların haberini yapmamakla eleştirdi…
Çekemiyor bu basın mensupları hiçbir şeyi! Başka yerdeki olayı göster, kuma yat, titre ve gömül. Kimse sizi görmüyor bakanım, yine iyi kamufle oldunuz.
Kolları da mozaiklerler
‘Haftanın en iyi sansür çalışması ödülü’nü Yeni Akit Gazetesi kazandı.
Haber görselindeki gelinde kol ve boyun bölgesi sansürlemede özel başarı gösteren gazeteyi burada tebrik ediyoruz. Söylentilere göre bu davranış Cine5 zamanında çok uzun süre şifreli yayına bakmaktan kaynaklanan bir duyarlılıkmış.
Krizler fırsata, göçmenler Nobel’e dönmeli yurdumda
Bu hafta en beğendiğim haberlerden biri bu. Bir kere zeka içeriyor, Nobel gibi kabul görmüş –bazıları ‘Eeyy Nobel’ dese bile- bir ödülü içeriyor, millet sevgisi içeriyor, milletvekili içeriyor ama bence en güzeli de krizi fırsata çevirme içeriyor.
Mevzu şu:
AKP Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, Nobel Komitesi’ne başvurarak, bu yılki Barış Ödülü’nün 129 binlik nüfusunun üzerine 120 bin mülteci kabul eden Kilis’e verilmesini istiyor…
Başvurunun metni ise beni benden aldı. Şaka maka komite biraz empati yapsa hemen “Verin Nobel’i de kendimizi iyi hissedelim” der.
İki dakikanızı ayırıp okursanız çok sevinirim (parantez içleri benden):
Saygıdeğer Komite lütfen düşünün. 2,5 milyon nüfusa yaklaşan Paris şehir merkezine, 2,5 milyon savaştan kaçan sığınmacının misafir olduğunda neler yaşanırdı (burada komiteyi belinden vurmuş). Ya da 3 milyonu aşkın nüfusuyla Londra şehir merkezine, 3 milyon savaş ya da doğal afetten kaçan insan gelse, sığınsa, İngilizler ne düşünürdü, ne yaparlardı.
Ya da sizler düşünün (şimdi sıra komitenin de evine geldi) Saygıdeğer Komite; Oslo’da 1 milyonu aşkın nüfusa ek olarak 1 milyon mültecinin Oslo’ya misafir olduğunu düşünün (Oslo oldu mu sana Taksim Meydanı sevgili komite?). Tahammül ve anlayış kriterleri sizce hangi noktaya gelirdi. Fakat Kilis’te beklenenden başka bir şey oldu; insanlar işlerini, evlerini, ticari piyasaları, sosyal mekanları paylaştı, paylaşıyor. Dünyada sanıyorum ki, kitlesel bir barış eylemi olarak böyle büyük bir örnek bulunmamaktadır…
(Aslında sadece insanımız iyi ve pek bir şeye itiraz etmiyor, bu durumla da birlikte yaşamayı öğrendi Sevgili Komite. Siyasiler olarak çözemediğimiz şu çözümü bi Nobel’le çözelim de en azından Kilis vatandaşları adını bile bilmedikleri bir ödüle sahip olurken, biz de bunun haklı gururunu yaşayalım. Kib, bye)
Bak bir Türkçe ağlıyor
Geçen hafta gündem Barınç’ın Twitter üzerinden yaptığı açıklamalarla bi hareketlenir gibi oldu.
Açıklamaların içeriği bir yana, anlattığı şey ya da kullanılan Türkçe bana çok hoş geldi. Yeni Türkiye’ye de böyle abuk subuk, kural nizam bilmeyen yeni bir Türkçe yakışabilir…
Barınç bu kez ağlamadı, ağlattı (ama Türkçe’yi ağlattı).
Anadolu Funk
9 Mart’ta, Mustafa Özkent’in konseri var. Kimdir bu Mustafa Özkent derseniz, kendisi Anadolu Funk akımının kurucularından değerli bir müzik insanıdır. Güzel ve kısa bir röportaj. Öneririm.
Hazır Anadolu Funk’tan konu açılmışken, saykodelik rock’a ve folk rock’a kadar uzanalım…
Bu hafta Cem Karaca ve Moğollar’dan 50 yıl sonra yeni albüm geldi. 2.2.1973 Ankara adlı albümü henüz dinleyemedim ama Moğollar’ın şu konseriyle şimdilik çıkan albümün havasına girmek mümkün.
Protestonun yeri neresi abi?
Bu hafta Okan Bayülgen’in sunduğu Dada’da çıkıp bir şeyleri protesto etmeye çalışan izleyicisine dediği bir laf vardır, çok hoşuma gitti. Diyordu ki, “Bu çok problemli ülkenin gece 1’inde yaşanan bir eğlence programı. Benim ödevim insanları sadece eğlendirmek. Ben eylem yapmak isteyen ve tepki koymak isteyen bütün gençlerden yanayım, ama seni ve programı korumak zorundayım”…
Yani diyor ki, protestonu git siyaset programlarında yap, benim programımda protesto yapma. Burası eğlence programı, eğlenceyle politika olmaz, politikayla eğlenilmez…
Ya bir de memleketçe o kadar sansüre alıştık ki şu videodan sonra “Okan krizi çok iyi yönetti” diye de düşünebiliyoruz.
Bundan sonra büyük ihtimalle kanallar da kuyruklarını sıkıştırıp, canlı yayın işini bırakırlar. Belki RTÜK bazı programlara ‘seyircisiz oynama’ cezası bile verebilir. Sonuçta ben de protestoların, gençlerin ifade özgürlüğünün yanındayım ama yeri burası değil.
Peki yeri neresi? Gidin Ay’ın karanlık yüzünde protesto edin kardeşim. Valilik size protesto yerlerini açıkladı. Yaşasın sansür!
Zaten ‘protestonun yeri’ gibi bir şeyi belirlemeye çalışıyorsan, ifade özgürlüğünün dibini ekmekle kazıyorsun demektir.
Bakın başka bir protesto da Ekvador’dan geldi. Sanırım protestonun yeri Ekvador da değil. Bizim korumalar arada yeri gelmişken bir tane de Ekvadorlu milletvekiline ekleştirivermişler… İşte dünyanın her yerine uzanan sevgi elimiz.
Hepinize iyi haftalar demek isterdim ama burası onun yeri değil. Sevgiler.
Sevginin Gücü kazansın
Bari yatağa küs girmeyelim, bu hafta sizlerle Sevginin Gücü adlı çalma listemi paylaşayım da tatlıya bağlayalım.
Farklı müzik türleri arasında gezinen bir liste kendisi. Şu anda 53 saat / 813 parçadan oluşuyor. Beğenmediğiniz bir şey olursa atlayın. Shuffle’da dinlerseniz daha da keyifli.