FREDERIKE GEERDINK
Bu sözlerime kulak verin: Yakında, Selahattin Demirtaş için ‘Kürt sorununun çözümünde barışçıl yolları kat etmek yerine şiddeti tercih ediyor’ diye yazacak ‘uzmanlar’ çıkacak ortaya.
Ne de olsa Demirtaş halka kendi güvenliğini sağlaması yönünde bir çağrıda bulunmadı mı?
Hiçbir şey bilmeyen o kadar çok kişi var ki
Demirtaş’ın sözlerini, niyetini bilerek isteyerek ve ahmakça çarpıtanlar, elbette bunu HDP’yi yıpratmak için yapıyor. Tıpkı havuz medyasının yaptığı gibi…
Demirtaş’ın şiddet çağrısında bulunduğunu yazanlar aslında bunun hiç de doğru olmadığının farkında. Gördüğünüz gibi, hele konu Türkiye’de Kürt meselesi olduğunda uzman olduğunu düşünen, ama aslında hiçbir şey bilmeyen o kadar çok kişi var ki.
Gelin size Kürt hareketinin, Türkiye’de nasıl değerlendirilmesi, konunun uzmanlarının nasıl ele alınması gerektiğine dair rehberlik edeyim; sonrasında bakalım onları ne kadar ciddiye alacaksınız.
Aslında çok kolay: Eğer Kürt hareketini derinden parçalanmış gibi gösteriyorlarsa yazdıkları saçmalıktır ki bunu seve seve yapıyor olabilirler ya da bundan daha iyisini nasıl yapacaklarını bilmiyorlardır.
Yakın zamanda birçok bariz örneğe rastladım.
Demirtaş ne dedi?
İlk örnek neredeyse tüm Türkiye basınında çıktı; Demirtaş’ın bir söyleşisinde PKK’ye silah bırakması yönünde çağrı yapmasının -her ne kadar bunu sağlayacak kişinin kendisi olmadığını belirtse de – ardındaki ‘gerçek’ , söz konusu uzmanların heyecanlarını daha fazla bastıramamasına neden oldu: ‘Demirtaş PKK’ye silahları bırakın çağrısı yaptı!’ , ‘Demirtaş PKK’den silahları bırakmasını istedi!’
Öyle bir ifade ediyorlarki bu durumu sanki HDP’nin vekil sayısı 80 olunca bir anda Türkiye’deki herkes PKK silahları bıraksın demeye başladı, Demirtaş da dahil olmak üzere.
Elbette Demirtaş’ın söylediği bu anlama gelmiyor. Kendisi, yine ve her zamanki gibi, sabırlı biçimde izah etti. Kalıcı ve sürdürülebilir bir barışı tesis etmenin yolunun, sadece PKK’ye silah bırakma yönünde çağrı yapmakla gerçekçilik kazanmayacağını anlattı.
Demirtaş, barışın yolunun müzakereden geçtiğini, böyle bir çağrı yapmakla yalnızca toplumu kandırmış olacaklarını, daha önemlisi PKK’ye silah bırakması yönünde çağrı yapabilecek tek kişinin Öcalan olduğunu ve onun da şartlarının zaten devlet tarafından bilindiğini belirtti.
Al bir çatlak daha
Bu ülkeye gerçek anlamda barış, ancak adaletin sağlanması ve insanlara temel hak ve özgürlüklerinin verilmesiyle gelebilir. Bu kapsamda yapılması gerekenlerden biri de Öcalan’ın özgürleştirilmesi; nitekim tutsak konumundaki hiçbir liderin, kendi başlattığı bir direnişi bitirmeye dönük bir çağrısı olamaz. PKK’nin dağ kadrosu yönetimi de bunu açıkça ifade etmişti.
Şimdiyse bu şartın sadece ‘dağlardan’ geldiğini savunanlar, yani Öcalan’a ait olmadığını düşünenler var… İşte buyrun size Kürt hareketinde başka bir ‘çatlak’ daha!
Peki ya Öcalan kendi özgürlüğünü isterse, o sahtekarlar bu durumda ne der? İlk aklınıza gelen doğru; Öcalan’ın sadece kendi özgürlüğünün peşinde olduğunu söyleyeceklerdir.
Hangi meşruiyet?
Öyle görünüyor ki HDP’nin son seçimlerde 80 milletvekili çıkarmış olması, PKK’nin silah bırakması gerektiğini düşünenlerin kullandığı en popüler gerekçe. Ne de olsa Kürtlerin artık parlementoda ‘meşru’ bir temsiliyeti var, değil mi? Peki, ne demek bu ‘meşru’ temsiliyet?
Neyi kastettiklerini biliyorum elbette: ‘Baraj aşıldı artık’ demek istiyorlar. E peki, daha önce ‘meşru’ değiller miydi? Yani, ne onların temsilcileri ne de on yıllardır parlementoda Kürt hak ve özgürlük mücadelesini temsil edenler, bugüne kadar sırf yüzde 10’luk gayrimeşru barajı aşamadılar diye ‘meşru’ değillerdi, öyle mi?
80 vekilin anlamı
Sözünü ettiğimiz bu ‘uzmanlar’ yine 80 milletvekili çıkardı diye HDP’nin artık bir seçim yapması gerektiğini söylüyor. Hatta içlerinden biri daha da ileri gidip iki seçenek sundu HDP’ye: Ya gidip ‘Türkiye eğer Suriye’ye operasyon başlatırsa, PKK Türkiye’ye karşı savaş başlatır’ diyen Kandil’deki PKK’nin dağ kadrosuyla birlikte hareket etsin, ya da ‘Ulus devlet miadını doldurmuştur, biz artık demokrasi ve özgürlük mücadelemizi başlatıyoruz’ diyen Öcalan’la aynı safta yer alsın. Bu tavra bakılırsa, HDP’nin 80 milletvekili çıkarması, Kürt meselesinin çözümünde önemli bir yer tutuyor.
Aslında 80 vekilin gerçek anlamı şu: Artık Türkiye’de dafa fazla insan, her ne saikle olursa olsun, HDP’nin ülkede temelden değişim mesajına ve partinin parlementodaki çalışmalarını barış yönünde ilerletmesi fikrine destek veriyor.
Bu bağlamda, HDP’nin bir seçim yapması gerekiyor gibi bir anlam çıkarılamaz. Daha da ötesi, ortada yapılacak bir seçim yok. Öte yandan, Kürt hareketinin aktörleri arasındaki güç dengelerini tartmak ilginç olabilir.
Kim bunlar?
Kandil yönetimi, Öcalan (artık İmralı denmesin lütfen) ve HDP. Ama aslında, hepsinin de savunduğu temel fikir aynı: Özlenen barışın Türkiye’ye gelmesi, ancak müzakereyle mümkün olur ve bunun için de hükümetin tekrar masaya oturması gerekir. Ancak ondan sonra bir barış anlaşması imzalanabilir ve sonra da PKK silah bırakır (ya da Kürdistan bölgesinde legal ve silahlı bir güce evrilir – tıpkı Irak Kürdistan’ındaki peşmergeler gibi). Barış görüşmeleri işte böyle ilerler.
Demirtaş da söyleşisinde belirtmişti: Hükümet Kürt hareketinin koşullarını kabul etmeli.
Madalyonun iki yüzü
Öcalan’a göre ulus-devlet miadını doldurmuşsa ve Kandil yönetimi Suriye’deki olası bir Türkiye operasyonuna karşı tepki vereceklerini söylüyorsa nasıl oluyor da bu söylemler çelişkili bulunuyor?
Bunlar madalyonun iki yüzü sadece. Suriye’deki Kürtler, nihayetinde, ulus-devletin ötesine geçen bir ideoloji temelinde yeni bir toplum inşa ediyor. Nasıl olur da Türkiye onları tehlikeye sokacak birşeyler yapacak ve onlar da kendilerini savunmayacak?
Belki Öcalan da Kandil kadar açık konuşabilirdi eğer özgür olsaydı, ama değil sonuçta. Bu yüzden, onun söylediği ya da söylemediği şeyleri değerlendirirken tutsak olduğu gerçeğini unutmamak gerek.
Kürt hareketinde çatlak yok
Kürt hareketinde ciddiye alınacak bir çatlak falan yok. Sizi bunun aksine inandırmaya çalışan haberciler ya da köşe yazarları sahtekar. Bu habercilerin ve köşe yazarlarının bazıları belki de gerçekten de düşündüklerini yazıyordur ama dertleri başka. Aslında gerçekte ne olduğunu iyi bildikleri halde, farklı amaçları olduğu için, yazılarında daha az bilgi paylaşıyorlar.
Onlara buradan çağrıda bulunuyorum: Eğer meseleye hakim değilseniz sesinizi kesin; yok eğer hakimseniz, o zaman bilginizi ortaya koyun. Böylece bir taşla iki kuş vurursunuz: Hem kendinizi dürüst bir gazeteci ve analist olarak tanıtır, hem de bu ülkenin barışına katkı sağlamış olursunuz.