H. AYHAN TİNİN
Filmlerinde de böyleydi.
Varlığı değil, yokluğu fark edilirdi.
Çünkü O eski, hüzünlü ve küçük mahallelerin, varlığını kimseye hissettirmeden yaşayan ‘evde kalmış’ ablasıydı… Herkesin işine, derdine koşar. Düğün varsa ya gelinlik diker ya tavuklu pilav pişirir, çokluk kendi sevdasını hatırladıkça gözleri dolar, içindeki kederi bazen yapmacık bir şirretlikle bazen vurdumduymaz halleriyle saklamaya çalışırdı.
Suna Pekuysal’dan sonra yetişen, Türk Sinemasındaki nadir ‘komik kadın’lardan biriydi.

TelePazar programlarıyla ailece evde oturup televizyon seyredilen yıllardı. ‘Nahide Şerbet’ olarak hayatımıza girdi. Bir daha da çıkmadı.
Özellikle Arzu Film ekolü filmlerin ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda hep beyazperdedeydi.
Neydi O’nu benzersiz ve diğerlerinden farklı kılan?
Öncelikle yüz plastiği diyebiliriz. Yüzü gülerken gözleri ağlardı. Hem de öyle içten ağlardı ki, bizim de gözlerimiz dolardı.
O yıllardaki hayatımızın gerçeğine çok yakın bir duruşu vardı. Çünkü her mahallede bir ‘evde kalmış’ mahallenin ablası vardı. Hakiki hayatımızda ya eski kırık bir sevda ya da ailelerin karşı çıktığı uzatmalı bir sevdanın kurbanı olurdu bu ablalar…
Kalpleri hüzünlü ve temiz, içleri çocuksu ve buruktu… İşte Ayşen Gruda bu tipi almış, kanlı canlı bir karakter haline getirip sinemaya taşımıştı.

Öyle başarılı olmuştu ki neredeyse başka rok yazılmaz olmuştu kendisine. Adeta senaryosuz oynamaya hazırdı.
Bazen filmin başrol oyuncusu jönün yakın ve sakar arkadaşının sevgilisi, bazen güzel kız kardeşinin sevgilisinin aptal ağabeysiyle kaderi başrol oyuncularının mutluluğuna bağlı bir aşk yaşar, çoğunlukla iki nikah bir arada kıyılırdı.
Ancak başroldekiler lüks bir arabayla ya da uçakla uzaklara giderken Ayşen Gruda ve kocası genellikle kendi küçük ve mütevazi evlerine, yuvalarına dönerlerdi.
Sayısız film ve televizyon programı kaldı arkasında.
Türkiye’nin bu en önemli kadın komedyenlerinden birini ölmeseydi anımsamayacaktık.
Son yıllarda içinden doğduğu ve çok sevdiği tiyatroya yeniden ağırlık vermiş, sahnede olmanın ve sanatın içinde var olmanın keyfini yaşarken dizi yapımcılarına da sitem etmiyor değildi.
Mimiklerini botokslarla yitirmiş taş bebek oyunculara roller yazılırken ‘Nahide Şerbet’ için bir rol yazmak bu kadar mı zordu.

Güçlü bir akademik eğitimi yoktu.
Ne fark eder. Pırıl pırıl bir yüreği… Dürüst bir kendini ifade etme biçimi… Kendiliğinden, sahnede demlenmiş bir oyunculuğu vardı.
Artık yok.
Zincirlikuyu Mezarlığı’nda arkasından gözyaşı dökeceğiz.
Sonra hep yaptığımız gibi, kendimizi bir gün o sözü söylerken bulacağız.
‘Hatırlıyor musun, bir Ayşen Gruda vardı!’
Umuyoruz ki hayatta olmanın gururuyla insanları kırıp döküp ardına bakmayanlar, bir ömrün özetinin bu cümleden ibaret olduğu ferasetine ererler.