BİLGEHAN UÇAK
Anadolu Efes – Real Madrid
Diken’de play-off’lar başlarken yazdığım yazının sonunda tahminlerde bulunmuştum. Orada, Anadolu Efes’in Real Madrid’i çok rahat yeneceğini iddia ettim. Sebebi belliydi çünkü İspanyol temsilcisi sezonun başından beri cin çarpmışçasına sakatlıklarla ve NBA’e giden oyuncularla boğuşuyordu.
Seri 2-0 başlayınca hemen herkes 3-0 biteceğinde hemfikirdi. İki maçta toplam 50 sayı fark yapmıştı Efes. Ama ne olduysa, üçüncü maçın son çeyreğinde oldu. Efes, 19-2’lik akıl almaz bir seri yedi ve Real müthiş bir geri dönüşle seriyi 2-1’e getirdi.
Ergin Ataman’ın maçı öylece seyretmesi ve hiçbir reaksiyon verememesi herkesin merakını celbetti. Mola almamış, gidişi durduramamış, mağlubiyeti engelleyememişti. Üstelik cin bu esnada Real Madridli basketbolcuları çarpmaya devam ediyordu. Takımın en önemli oyuncusu Walter Tavares de sakatlandı. Yetmedi, Tavares’ten sonraki en önemli oyuncu Trey Thompkins de sakatlanıp maçtan çıktı.
Serinin dördüncü maçı da üçüncüsünün kopyası oldu. Son çeyreğe çift haneli farklarla önde giren Efes, Ergin Ataman’ın bir kez daha uyumayı seçtiği ve hiçbir şey yapamadığı maçı inanılmaz bir şekilde kaybetti.
Real’in coach’u Pablo Laso’nun elinde ise Carroll, Rudy, Llull, Reyes gibi ‘dedeler’ ile Alocen, Garuba, Vukcevic gibi ‘bebeler’ kalmıştı. Ama Avrupa’nın en kibirli coach’una karşı Laso’nun son derece mütevazi ekibi seriyi son maça taşımayı başardı.
Bu kadarı bile olağanüstü bir başarıydı şüphesiz. En önemli oyuncularından yoksun olan Pablo Laso, Ergin Ataman’a karşı büyük bir üstünlük kurmuş ve tamamen taktiksel dehasıyla iki galibiyet almıştı.
Son maç ise, son dakikaya kadar büyük bir çekişmeye sahne oldu. Efes, hiç umulmayacak bir şekilde Tibor Pleiss’la bir, Singleton’la da üç üçlük bulduğu maçı yine bitiremedi. Bunlar da yetmiyordu kazanmaya. Ta ki Krunoslav Simon 39. dakikada, hücum süresi sona ererken, topu ‘mandalina’ gibi yukarı fırlattı… O top da gitti çemberin içine girdi. Efes, tamamen bu şans basketiyle Dörtlü Final’e yükselmeyi başardı.
Gelgelelim, Efes’in Dörtlü Final’e yükselmesi ciddi bir başarıysa da Ergin Ataman’ın performansı büyük bir soru işareti yarattı. Ataman’ın başarılı bir coach olduğu doğru ama onu motive eden başlıca etmen ‘Fenerbahçe düşmanlığı’ sanırım. Fenerbahçe yarışın içindeyse Ataman motive oluyor. Ama Fenerbahçe yoksa Ataman da motivasyonunu yitiriyor. Efes, seriyi 2-0’a getirdiğinde CSKA da Fenerbahçe karşısında iki farkı yakalamıştı. Fenerbahçe’nin turu geçemeyeceği belli olunca sanki Ataman’ın misyonu da tamamlandı. Ondan sonraki üç maçta, kazandığı da dahil, çok kötü bir yönetim sergiledi. Ve, ‘coaching’ olarak yenildiği maçlardan birini, son dakikadaki tesadüfen giren bir basketle zar zor kazanabildi. Efes, üst süte Dörtlü Final’e yükselip seviye atlarken Ataman sınıfta kaldı.
Ergin Ataman için başarı, sanırım Fenerbahçe’den önde olabilmek. Onun dışında hiçbir amacı ve motivasyonu yok gibi gözüküyor. Misal, evvelsi seneki Dörtlü Final’i düşünün. Fenerbahçe, bugünkü Real gibi çok önemli oyuncularından yoksundu. Efes, Fenerbahçe’yi yenip finale kaldı. Ama CSKA şampiyonluğu kazanırken Ergin Ataman’ın akıllarda kalan tek hareketi, maçı izleyen Fenerbahçeli taraftarlara ağza alınmayacak küfürleri bağıra çağıra savurmasıydı. Aradan Fenerbahçe çekilince, Ergin Ataman adeta boşa düşüyor.
Büyük bir coach olabilmenin yolu, ‘kendi’ olarak varolabilmekten geçiyor. Tahrif edilmiş anı kitapları yazdırmakla, ‘negatif kimlik’ ile gidilebilecek yer belki tesadüfen şampiyonluk olabilir ama Xavi Pascual’inki gibi ‘oyuncu başarısı’ olur, ‘antrenör’ değil.
CSKA – Fenerbahçe
Bu seride uzun uzun anlatacak bir şey olmadı çünkü Jan Vesely’nin sakatlığı, corona salgınıyla birleşince Fenerbahçe’nin yenilgisi kaçınılmazdı. Ama Fenerbahçe, yıllar sonra ilk kez Dörtlü Final’e kalamasa da başarısız değildi. Üçüncü maçtaki üst üste gelen birkaç hakem hatası, çok büyük bir kırılmaya yol açtı. Bu kırılganlık da sezon başındaki çalkantıların getirdiği bir tortu. Ama şunu söylemek gerekir, CSKA için de Fenerbahçe için de sezon yeterince başarılı geçti. İki takım da hedeflerine ulaştı.
Moskova’daki maçta Fenerbahçe çok iyi mücadele etti. Ama takımın guard’ı en kritik yerde dörtte sıfır serbest atış atamaz. Maalesef, başta Kenan Sipahi olmak üzere, Jarrell Eddie ve Alex Perez gibi bazı oyuncular bu seviyenin çok altında. Bunlarla başarı gelmesi ancak hayallerde olur.
Tabii CSKA’nın takımın en önemli iki oyuncusunu yitirdiğini söylemek zorundayız. Fenerbahçe’nin eksiği çoktu ama CSKA’da da Mike James’le Nikola Milutinov yoktu. Gene de, iyi bir Vesely ve kadro derinliği olabilseydi, seri bu kadar çabuk bitmezdi diye düşünüyorum.
Barcelona – Zenit
Barcelona, bir takım ne kadar kötü oynayabilirse o kadar kötü oynadı. MVP adaylarının başında gelen Nikola Mirotiç beş maçta da kendisinden bekleneni veremedi. Sadece o da değil, Nick Calathes belki hayatının en kötü maçlarını bu seride oynadı. 5-6 top kaybıyla bitirdiği maçlar oldu. Abrines hiç gelmemiş gibiydi. Higgins verimli değildi. Gasol son maç hariç pek bir şey yapamadı. İspanya Milli Takımıyla kazanmadık kupa bırakmayan Pierre Oriola ile Victor Claver yokları oynadı. Bir tek, Brandon Davies’i ayrı bir yere koymak gerekiyor. Barcelona, Dörtlü Final’e yükseldiyse mimarı ne Saras Jasikevicius ne de başkasıdır, bana göre Brandon Davies’tir.
EuroLeague’in en başarısız coachlarından biri olan Xavi Pascual bu sezonun flaş isimlerinden biri. Ama şunun altını çizmek istiyorum: Tamam, Zenit beklentinin çok üstünde bir performans sergiledi ama Rusya’daki maçlar geri kalanların aksine seyirciliydi! Onlar bütün maçlarını hınca hınç dolu tribünlerle birlikte oynarken deplasmanlarda kimse yoktu, çıt çıkmıyordu. Çok büyük bir eşitsizlik bu. Ama salgın sezonunda her şey gibi seyirci işi de bir garip olacaktı, oldu da.
Armani Milano – Bayern Münih
Belki de son yılların en güzel, en çekişmeli, en eğlenceli serisiydi. Beş değil, kırk maç sürsün isterdim. Geri dönüşler, son saniyede kazanılan maçlar, uzatmalar, el yakan topların sayısı…
2020-2021 Play-off’larından geriye Pablo Laso’nun büyük başarısı ve bu serinin güzelliği kalacak.
Not
EuroLeague maçlarını malum BeIN’den izliyoruz. Başta İsmail Şenol olmak üzere, BeIN Basketbol ekibinin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Şöyle birkaç örnek vermek isterim: Murat Kosova ve Murat Murathanoğlu, maçları Türk bayraklarıyla anlatıyorlardı. Hele Murat Kosova mikrofonun başındaki yerini aldı mı… Milli Takım’ı da geçtim, Türk takımları istisnasız her pozisyonda haklı olurlardı. Hep bize karşı, bize düşman olan hakemler, takımlar ve organizasyonlar bulunurdu. Ekranın karşısından ‘ceddin deden, neslin baban…’ edasıyla ayrılırdık. Hataları görmezden gelir, varsa yoksa milliyetçiliğin gazına abanarak taraftarlar yatıştırılırdı.
Oysa, İsmail Şenol ve BeIN ekibi bu ucuz popülist yola bir kez bile tevessül etmediler. Bu söylediğim biraz absürt gelebilir ama kritik bir anda topun Türk takımından çıktığını söylemek bizim için devrimci bir durum. Basketbol anlattılar, basketbol konuştular, milliyetçilik bataklığında debelenmediler. Ayrıca, spiker-yorumcu uyumu da üst seviyedeydi.
Özellikle Milano-Bayern serisinde dinlediğimiz Ali Emre Dedeoğlu’na ayrı bir paragraf açayım: Bence üslubu olan spikerlerin başında geliyor. Tuhaf bir anlatım tarzı var. Sanki karşına gelmiş, evde anlatıyor gibi maçı. Kimi zaman hikayeler, yarışmalar, şakalar… Maçı naklederken renklendirebilmek çok büyük bir başarı. Ali Emre Dedeoğlu’ndan maç dinlerken sadece olanı dinlemediğini biliyorsun. Olanı kendi süzgecinden geçirerek sana sunuyor. Genellikle onun ekürisi olarak gördüğümüz Caner Eler de çok bilgili biri. Zaten kanalın başarısının altında bu yatıyor. Korkunç bir niteliksizliğin kol gezdiği yazılı ve görsel basında, bu ekip parmakla gösterilecek kadar parlıyor. Socrates Genel Yayın Müdürü Caner Eler kadar sporun hemen her branşı hakkında böylesine derin bilgi sahibi olan insan herhalde çok zor bulunur.
Diğer isimleri de atlamayayım: Anlattığı her maçta kıyametler kopmasını sağlayan Ulaş Can, Osman Sakallıoğlu, yorumcular coach İhsan Bayülken, Can İşbakan, Hakan Demirel…
Çok keyifli geçen play-off serilerine onlar da eşlik etti, izleyiciler için bir şölene dönüştürdü.
Dörtlü Final geldiğinde son bir yazıyla EuroLeague sezonunu kapatırız biz de…