İslam coğrafyasının modernlikle birlikte dönüşeceği, sekülerleşeceği ve böylece Batı’nın evrensel addettiği değerlere ve yaşam biçimine yaklaşacağı tezi artık alıcı bulmuyor.
Bunun bir nedeni o tezin sahada apaçık bir şekilde yanlışlanması. İslam coğrafyası küreselleşiyor, demokratik normlara zihnen yaklaşıyor ve kendi içinde çoğulculaşıyor. Ama bu değişim sonuçta modernist tezlerin beklentisine uygun bir sekülerleşme doğurmuyor.
Bir uçta Ortadoğu’da gördüğümüz ve bizzat Batı’nın içine de sıçrayan bir tepkisel radikalizm, diğer uçta da Türkiye’deki gibi bir kişileşme ve dindarlığı kişiselleştirme serüveni üretiyor.
Ne var ki öngörülere uymayan bir İslam dünyası ile karşılaşıldığı andan itibaren Batılı gözlemcilerin yadırgama ve ‘teorisiz kalma’ duyguları onları bir başka kategorik kolaycılığa doğru itmekte. İslami siyasal aktörlerin iktidara sahip olana dek demokrasiye yakınlaştıkları ama iktidara geldiklerinden itibaren ‘İslamileştikleri’ öne sürülüyor ve bu İslamileşme de otoriterlikle bağlantılandırılıyor.
Kısacası bildik takiye söylemine bilimsel kılıf giydirilmeye çalışılıyor.
Batılı gözlemciler anlama çabasında hiçbir ilerleme kaydedemezken küresel dünyanın dinamikleri kültürel ayrışmayı hızlandırıyor. Batı’dan bakanlar ise ‘oluşan Doğu’ üzerinde ne kendi siyasetlerinin ne de inkârcı dillerinin etkisinin farkındalar…