Öyleyse adalete ilişkin sorunları konuşmaya izin veren ortak bir dilin sınırları, siyaset olarak kabul edilebilecek etkinliklerin (hakların ve özgürlüklerin) verili toplumdaki sınırlarını sergiler. “Siyaset” de bu sınırları genişleten ya da daraltan mücadelelere ilişkindir. Çünkü sınırların dışında kalanların adalete ilişkin kaygılarını dile getiren sözleri, toplumda anlamlı kabul edilen sözlerin dışında kalırlar hatta sık sık suç ve ceza kategorisine girerler.
Bu sınırları rejimin diline kadar daraltan “Dezenformasyonla mücadele yasası”, rejimin ve onun destekçilerinin, siyasi ekonomik pratiklerine, topluma dayattıkları “hakikat rejimine” (doğruyla yanlışı saptamakta kullanılan kavramlar, değerler, duyarlılıklar) yönelik her türlü eleştiriyi suçlaştırıyor, bunların kaderini de iktidarın, cezalandırma ya da görmezden gelme yetkisine bağlıyor. Rejim “konuşulabilen” üzerinde totaliter bir kontrol amaçlıyor.
Genel seçimlere giderken, muhalefetin, sözleri, etkinlikleri “anlamlar alanı” içinde mi yoksa suç ve cezalandırma alanı içinde mi olacak? Bu ikisi arasındaki sınır nereden geçecek? Rejimin susturma arzusu toplumu nereye götürüyor?