Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Startup girişimlerinin yüzde 80’i başarısız oluyor, yani yatırım bulamıyor. Bunu anlayıp yatırım alamayacağını fark etmek bazen birkaç yıl sürebiliyor, kişi tüm gelirini ve birikimini harcamış olabiliyor.
Yatırım çeken yüzde 20’lik “şanslı” kesimin en az yüzde 80’i kârlı bir iş yaratamıyor. Dolayısıyla yatırımcıya beklediği kârı ve parayı getiremiyor. Yatırım alırken coşkuyla imzaladığı belgelerle kendini iyice bağladığını ve bu 3-5 yıllık sürecin (yatırım alma, ardından iş planı doğrultusunda ekip kurup çalışma, ürünü piyasaya çıkarma ve satış için bekleme) sonunda borçlu oluyor.
Yüzde 20’nin kâr eden yüzde 20’sinin önemli bir kısmı ciddi kâr edemiyor ve bir aşamada parasını geri çekmek isteyen yatırımcının baskısıyla “exit” ediyor, yani şirketini başka bir şirkete satıyor. Başarılı örneklerde “girişimci” ekibini alıp büyük bir şirketin bir biriminde işbaşı yapıyor ve yeniden ücretli yaşama, daha “senior”, yönetici düzeyde katılıyor.
Herkesin dilinde olan, belki de yüzde 1-2 denilebilecek bir kesim ise ciddi kâr ediyor ve unicorn oluyor, yani milyar avro düzeyinde değerleniyor.
Risk sermayesinin (VC) riski de burada. Klasik hesaplamaya göre risk sermayesi 10 şirkete yatırım yapar, 7’si batar, 2’si “ok” derecede kâr elde edip exit yapar, 1’i unicorn olursa süper olur. İdeal VC budur. Unicorn olan şirkette “girişimci” genelde şirketin çoğunluk hissesine sahip değildir. Ayrıca bunların büyük çoğunluğu aileden zengin, bu tür networkleri ve desteği olan insanlar ama bunun bir değeri yoktur.