
M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Politik sonuçlarını bir kenara bırakalım ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın siyasete devam edemediği bir ortamda ekonominin gidişatı hakkında sorulması gerekli soruları soralım. Türkiye’de ekonomi yönetimine siyasi etki had safhada, belirli değişikliklerin öngörülemeyecek büyüklükte sonuçları olabilir. Daha önce hiç olmadığı kadar devlet tek başlılık üzerine kurgulandı; yani böyle sürpriz bir durumda sarsıcı sonuçlar beklenmeli.
Erdoğan’ın aday olmayacağı veya olamayacağına ilişkin senaryolar yeni değil, 2018’den itibaren popülarite kaybına bağlı olarak aralıklarla konuşuluyor. Bu tartışmayı son dönemde alevlendirense Erdoğan’ın sağlığına ilişkin endişeler oldu. Bu konuda kamuoyuna açıklanmış tatmin edici bilgi yok. Varsayalım ki Fahrettin Altun’un yayınladığı gibi ‘Dosta güven, düşmana korku’ söylevindeki gibi olsun. Bu durumda dahi seçimleri kazanabilmesine ilişkin çok şüphe var. Mart 2014’teki yerel seçimleri ve Kasım 2015’teki genel seçimleri anımsayalım. Gezi Direnişi’nin başlaması ve ardından AKP ile FETÖ arasındaki ilişkinin kopması sonucunda AKP’nin önemli bir yara alabileceğinden endişe ediliyordu. Yine 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonraki sürecin AKP aleyhine gelişebileceğine dair şüpheler vardı ve Kasım 2015 seçimi öncesinde siyasi belirsizlik had safhadaydı. Doğal olarak hem hisse senedi hem tahvil hem de döviz piyasalarında bu konu ana gündemi oluşturmuştu. Her iki seçimde de birini tek başına diğerindeyse yeni bir müttefikle hafif yaralı olarak AKP gücünü korudu. Yalnızca öngörülebilirlik ile istikrar beklentisindeki piyasalar tatmin oldu. Haziran 2019’daki tekrarlanan İstanbul seçimleri de ilk bakışta benzer görünüyor, fakat Haziran 2018’de seçilmiş Erdoğan’ın 4 yıl daha görev süresinin bulunması nedeniyle piyasa etkisi ayrışıyordu.
Son olarak konuyu Erdoğan’ın sağlığı ile ilişkilendirelim; Mayıs 2002’de Başbakan Bülent Ecevit’in hastaneye yatırılmasını; ardından yaşanan politik ve iktisadi belirsizliği anımsatalım. Şu an için böyle bir durum yok, zaten tıp bilimi daha gelişti ve Saray’da neredeyse tam teşekküllü bir hastane olduğu söyleniyor. İki olay arasında paralellik var ama sınırlı.
Böyle bir olay yaşandığında akla ilk gelen sorular ne olurdu? Hazine ve Maliye Bakanı en başta olmak üzere, kabine aynı kalacak mı? Erdoğan’ın görevini sürdürememesi halinde onun yetkilerini kullanan kişi (muhtemelen Fuat Oktay) TCMB’ye benzer faiz politikası müdahalelerinde bulunacak mı? Anayasa gereği Türkiye baskın bir seçime mi gidecek, yoksa Erdoğan koltuğunu koruyup yetkilerini fiili olarak devretmekle mi yetinecek? Erdoğan için hazırlanmış olan mevcut başkanlık sistemi sürdürülebilecek mi? Mega projeleri ve devlet bankalarındaki siyasi kredileri imzalayan bürokrasi eskisi gibi cesur davranacak mı? AKP içerisinde bir liderlik yarışı veya MHP ile ayrışma olacak mı? Buna karşılık Millet İttifakı bütünlüğünü sürdürecek mi? Çekilme sağlık sorunları kaynaklı olursa seçmen bakışında yönetim krizi mi yoksa duygusallık mı hâkim olacak? Piyasaları yakından ilgilendiren Halkbank davası ve S-400 tedarikinde bir değişiklik yaşanır mı? Erdoğan’ın yerine fiilen görevi üstlenen seçimleri kazanabilmek için kredi ve kamu harcaması genişlemesi yapar mı?
Görüldüğü üzere sorular çok. Günlük sohbetlerde en çok akla gelen Erdoğan’ın seçimlere girmesi ve kaybetmesi halinde bu durumu nasıl kabullenecek olduğu. Fakat süreç bu noktalara varmaz ve öncesinde kesilirse, işte o zaman ne olacağı daha meçhul. Uzun vadede Erdoğan’ın tercihlerinden ötürü yaşanan dış politik ve iktisadi krizlerin yatışacağını düşünmek zor değil; fakat geçiş süreci pürüzsüz olur mu? Tüm bunların hesaba katılması gerekiyor.
Gönül isterdi ki mesleki alanımızda konuşmakla yetinebilelim. Fakat tüm ülkeyi ve tabii ki iktisadi kararları resmen veya fiilen kendisine bağlayan; ekonomist olduğunu iddia eden bir cumhurbaşkanı varken, onun devam edememesi halinde arkasında bırakacağı durumu tahayyül etmek gerek. Hikâyenin sonu nereye varır, bu kısım beni aşıyor. Ancak geçtiğimiz hafta 3 Kasım tarihinde piyasalarda yaşanan gerginlik, bu soruları sormamız gerektiğini gösteriyor.