
M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Başlıktaki isimde resmi bir vergi yok ama fiiliyatta var ve üstelik en yüksek oranlardan biri de Türkiye’de uygulanıyor. Hükumetlerin yapmış oldukları harcamaları ve geçmişten gelen borçlarını vergi gelirleri ile ödemeleri esastır. Ancak günümüzde toplum genelinde vergiye karşı bir kısmı haklı bir kısmı haksız tepki bulunmaktadır. Bu nedenle borç ödeyebilmek için daha fazla borçlanma yoluna gidilir. Bu esnada ek olarak devletin borç yükü enflasyon vasıtasıyla dolaylı azaltılır. Nasıl mı? Enflasyonla birlikte yerli para cinsi kamu borcunun reel düzeyi düşer. Böylece borç daha ödenebilir hale gelir, işte buna ‘enflasyon vergisi’ denir.
Peki, bunun karşılığında ne kaybedilir? Toplumun genel satın alma gücü düşer. Yani vergi toplayıp ödemek yerine enflasyonla borcun reel değeri azaltılma kurnazlığı uygulanırken, yük tüm vatandaşların sırtına atılmış olur. Öyleyse sorun nerede? Mesele şu ki enflasyon vergisi bir nevi dolaylı vergi gibidir. Yani gelir ve kurumlar vergileri gibi çok kazanandan çok alınmaz; tıpkı ÖTV ve KDV gibi herkesten eşit alınır. Böylece gelirinden ve servetinden bağımsız herkes devlet bütçesine aynı katkıyı fiili olarak koyar; hem de zenginlerin sıklıkla vergi aflarından faydalandığı Türkiye gibi bir ülkede.
Dahası da var, çünkü yüksek enflasyonda herkesin satın alma gücü aynı derecede zarar görmez. Misal, geliri ancak zorunlu giderlerini karşılamaya yeten ve hatta ona bile yetişmeyen milyonlarca kişi sadece satın alma gücü kaybı yaşar. Az sayıda büyük servet sahipleri ise birikimleri yoluyla enflasyonun neden olduğu yüksek faiz veya yüksek kur gibi sonuçlarla yatırımları neticesinde servetlerini artırabilir. Yani paradan para kazanma yoluyla bu kesim satın alma gücü kaybını telafi eder ve hatta üstüne servetini artırır.
Bir de Türkiye’de son dönemde iyice belirgin hale gelen, açıklanan enflasyonla hissedilen enflasyon arasındaki farkı hesaba katmak lazım. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus şu; dünyada açıklanan enflasyon tüm vatandaşların ortalaması alınarak hesaplanır, hatta turistler bile buna dahil edilir. Herkesin tüketim sepeti anketler yoluyla toplanır ve ardından çok sayıda satış noktasından fiyat verileri derlenip, aylık değişimler hesaplanır. Ortalama enflasyon şehirli/köylü, genç/yaşlı, evli/bekar, kadın/erkek ve zengin/fakir fark etmez; tüm ülkenin ortalamasıdır. Haliyle büyükşehirlerde yaşayıp, kira ve ulaşıma daha çok para harcıyorsanız, biraz tüketim toplumuna adapte olup dışarıda yeme-içme alışkanlıklarınız varsa, ithal ürünleri tercih ediyorsanız, hele de yurt dışında sık seyahat ediyorsanız, sizin enflasyonunuz her koşulda daha yüksek olur, TÜİK’in bir manipülasyon yapmasına gerek kalmaz. Bunun üstüne ortalama tüketici sepetinin oluşturulmasında ve fiyatların derlenmesinde birtakım oynamalar yapılıyorsa, durum daha da fecileşir. Örneğin ücret zammınız resmi enflasyon düzeyindeyse, hatta çoğu zaman bunun da altında kalıyorsa; katmerli bir şekilde enflasyon vergisi ödemiş olursunuz.
Almanya örneği
Enflasyon vergisi uygulamasının geçmişi çok eskilere dayanır; Napolyon Savaşları, Amerikan İç Savaşı ve dünya savaşlarının ardından yüksek kamu borçları birçok ülkede kısmen bu şekilde ödenmiştir. Ancak burada önemli bir istisna var, borçların yerli para cinsi olması gerekir. Aksi halde 1919’da savaşı kaybeden Almanya’nın döviz cinsi ağır savaş tazminatı ödemek durumunda kaldığı zamanda olduğu gibi, daha çok para basımıyla borç ödenmek istenir veya yüksek enflasyonla borcun reel değeri düşürülmek istenirse, arzulananın tam tersi gerçekleşir. Yerli para iyice değer kaybeder ve Almanya’da yaşandığı gibi ısınmak için Alman markıyla odun satın almak, Alman markının kendisini yakmaktan daha pahalı hale gelir.
Peki bu örneğin Türkiye ile alakası nedir? Türkiye’de kamu borcu yaklaşık 235 milyar dolar ve bu borcun %58’i döviz ve altın cinsi. Yani geçtiğimiz yılki para basımı ve kredi genişlemesiyle oluşturulan enflasyonla borçlar kısa süre daha kolay ödenebilir hale gelse de nihayetinde TL’nin değer kaybı ile daha zor ödenir duruma düşülüyor. 100 yıl önce Almanya’da yaşananla bugün Türkiye’de yaşanan arasındaki fark, bu tip politikaların yıkıcılığının geride kalan 100 yılda anlaşılması ve o dönemdeki gibi abartılı yapılamaması. Tabii istisnaları da var; 100 trilyon dolarlık banknotu bulunan Zimbabwe gibi.
Bu yazının vardığı nokta şu; Olur da ‘20. yüzyıl hastalığı olan hiper enflasyondan AKP 21. yüzyılda bizi kurtardı’ şeklinde bir düşünceniz varsa ve kendinizi müteşekkir olma mecburiyetinde hissediyorsanız, enflasyon vergisini hatırlayın, dünyada en yüksek 14. enflasyon oranına sahip olduğumuzu da unutmayın!