
DAĞHAN IRAK
[email protected]
@daghanirak
Aylardır bağıra bağıra gelen Rusya’nın Ukrayna’yı işgâli, yalnızca burnumuzun dibindeki savaş ve yayılmacılık tehlikesinin gerçeğe dönüşmesi ve iki taraftan birinden silah alıp öbürüne silah satan Türkiye’deki rejimin durumu nasıl kotaracağını bilememesi bakımından değil, aynı zamanda topluma sinmiş ve ulusumuzun dokusuna işlemiş birtakım ikiyüzlülüklerin de ortaya saçılması bakımından hepimizi yakından ilgilendiriyor.
Her şeyden önce, nedense bazılarımızın açıktan söyleyemediğini söyleyerek başlayalım istedim: Emperyalist işgâl çok ayıp bir şeydir!
Burada ‘ayıp‘ kelimesini istediğiniz ağırlıkta bir sıfatla değiştirebilirsiniz, ama ‘ayıp‘tan aşağısını söyleyemezsiniz. Bunu yapamamanın vebalini kendinize açıklayamazsınız, açıklayabiliyorsanız zaten daha büyük sorunlarınız vardır.
Mesele şu ki Rus işgaline dönüşen Rusya-Ukrayna ihtilafı, yalnızca konuya dair bilgiler birtakım ezberlere dayandığı için değil, aynı zamanda Türkiye’nin aktörü olduğu çok sayıda başka meseleyle ciddi paralellikler taşıdığı için açık yüreklilikle değerlendirilemiyor. Çünkü o paralellikleri kurduğunuz zaman, her şeyi nalıncı keseri gibi kendinize yontamıyorsunuz. Kendinizi haklı çıkarmak için ortaya attığınız kendi meselelerinizin kendine özgülüğü, argümanı baltalanıyor.
Vladimir Putin, emperyalist bir diktatör. Bu böyle, yani bunun neresinden tutsanız başka bir yere çıkmaz. 2016’da coğrafya öğrencileriyle buluşmasında Rusya’nın sınırlarını sayan bir öğrenciye, “Rusya’nın sınırı yoktur” diyen birine başka ne denebilir bilemiyorum. Yayılmacılık hırslarını, irredantizmini gizlemekte her zaman zorlanmış, içerideki hakimiyetini de dışarıdaki gücünü de kirli oligark ağlarıyla finanse eden, muhalif gazetecileri, politikacıları ortadan kaldırtan dört başı mamur bir otokrat. Putin’den anti-emperyalist bir anti-kahraman figürü çıkarmak, artık zorlama da değil, düpedüz hezeyan.
Bu demek değil ki Putin’in Ukrayna işgalinde karşısına aldığı NATO matah bir şey. NATO’nun dünyanın dört bir yanında hangi halk düşmanlıklarına ön ayak olduğunu buraya yazsak, yazı bitmez. NATO’nun Ukrayna’yı bünyesine katarak Rusya’ya karşı jeopolitik avantaj elde etmek istediği sır değil. Ukrayna’nın silahlandırılmasında başı çekerek, işgale gidişi hızlandırdığı da… Ukrayna’da, pek çok eski Doğu Bloku ülkesinde olduğu gibi dinbaz, faşist eğilimlerin, hatta Neo-Nazizmin hortladığını görmüyor da değiliz, Azov çetelerinden bihaber de değiliz.
Lâkin hocam, hırsızın hiç mi suçu yok? Ukrayna diye bir ulusun varlık hakkını yok sayan bir işgalciden, anti-Nazi kahraman yaratmanın sâkilliğini görmemek nasıl mümkün olabilir? Batı karşıtı herkesten bir üçüncü dünya hâmisi yaratmak mı gerekli illâ? Bazılarının Putin’i bu gözle değerlendirememesi, aynı kriterlerin büyük ölçüde Stalin’e de uygulanabilir olmasından duyduğu korkudan mı acaba? Babalarımızı eleştiremiyoruz diye babalara mı geliyoruz yoksa?
Hadi Stalin’in derdi Stalinistlerin olsun, daha geniş iki yüzlülüklere değinelim biraz da. Rusya’nın Ukrayna’daki ‘soydaşlar‘ını korumak için Donbas’a ‘barış harekâtı‘ düzenlemesi ve orada kurdurulan ‘cumhuriyetler‘ hiç mi tanıdık gelmiyor? Belli ki gelmiyor. Herhalde Putin, Donbas’a kumarhane ve özel üniversite açarsa gelir.
Kendi emperyalist işgâline, emperyalist işgâl diyemeyenden Ukrayna’dakine demesini bekliyoruz. İşin komiği, diyor da. Milliyetçinin her şeyi kendine bükme yeteneği, kimseninkiyle kolay kolay kıyaslanamaz tabii. Ne Rusya’da, ne Türkiye’de, ne Ukrayna’da, ne Kıbrıs’ta…
Ukraynalıların ulus olmaması meselesine gelelim. Ne o zaman Ukraynalılar, ‘Dağ Rusu‘ mu? Kara basarken ‘ukrayina ukrayina‘ diye mi ses çıkarıyormuş çizmeleri, ondan mı Ukraynalı denmiş? Putin’in bu argümanını yalayıp yutanlar, ‘ulusların kendi kaderini tâyin hakkı‘nın neresine koyuyor acaba bunu? Yoksa, Ukrayna’nınkini tanırsak -ki yani 30 yıl önce tanınmış bir şeyden bahsediyoruz ayrıca- yarın öbür gün bazı başka devletsiz uluslar, ‘bize de‘ der diye mi korkuluyor?
Öbür tarafa da az giydirelim, üşümesin. Her argümanın en dandik ve fanatikçe versiyonu gibi sosyal medyada yayılan ‘NATO olmasaydı Putin, Kars/Ardahan sınırlarına dayanmıştı‘ya bakalım biraz da…
1945’te Türkiye-Sovyetler Birliği Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması’nın süresi dolduğunda, Beria’nın Stalin’i gaza getirip Kars ve Ardahan’ın Türkiye’den talep edilmesine çakılan çok tatlı ve sinsi bir anti-komünist alt metin var burada. Sözün sahibi, karşı tarafı nereden vuracağını çok iyi biliyor olmalı. Rusya-Ukrayna krizinin Türkiye’deki yansımasının dibinden yayılan küflü bir Stalinist-anti-komünist atışması kokusu var. Şair diyor ki yani, Türkiye NATO’ya girmek zorunda kaldı, zira Stalin, Türkiye’ye karşı irredantist tehditlere başlamıştı. Yanlış mı? Tek faktör bu olmamakla beraber doğru. Ama bağlamın belini de kırmasak mı acaba? Olay 1945’te, yani Soğuk Savaş’ın hemen başında geçiyor. Sene olmuş 2022, Sovyetler diye bir ülke bile yok. Vaktinde Türkiye’yi zorla NATO’ya sokmak için fişteklenen anti-komünizmin, Sovyet komünizminin kendisinden uzun dayanması çok acayip değil mi? Bir de “Bu kış Türkiye’ye Putin gelecek” deyin de tam olsun bari. Sanki Putin de çok komünistmiş gibi…
Burnumuzun dibinde gerçekleşen emperyalist bir işgâle, etrafımıza kendi kendimize döşediğimiz mayınlara basmadan tepki geliştirmeye çalışıyoruz. Kimi Kıbrıs’a değmemek için uğraşıyor, kimi Kürtlere, kimi Stalin’e, kimi NATO’nun kabarık suç dosyalarına… Herkes ayrı kıvranıyor, gerekirse mantık sınırlarının dışına çıkıyor. Ve işin kötüsü, takım tutar gibi devlet tutuyor.
Oysa savaşta tutulacak taraf bellidir, insanın tarafı tutulur. Putin’in işgâline karşı duran Ruslar, anti-Nazi Ukraynalılardır tarafımız. Yayılmacı işgaller, sağcı fanatizmin ilacı değil, kan kardeşidir. Putin’in emperyalizmine de Ukrayna’daki Nazilere de NATO’nun savaş makinesine de aynı anda ve hep beraber karşı durmak, barışı istemek mümkündür. Ama bunu yapabilmek kendinle yüzleşebilme cesareti de ister. Donetsk’e çöken Rus ordusunu eleştirirken yemeğine Afrin zeytinyağı koyuyorsan, Ukraynalı Nazilerden dem vuruyorken, Cizre’de “Kurdun dişine kan değdi” diyene ağzını açamıyorsan, bir yerde işgâl dediğine diğer tarafta ‘barış harekâtı‘ diyorsan, o ikiyüzlülük seni er geç bulur, “Sattık” diye övündüğün SİHA, gün gelir seni de vurur.