• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Eldeki seyirci profiline göre '46'lık' bir dizi: 46 Yok Olan

13/05/2016 22:10

 

ORHAN TEKELİOĞLU

orhantekelioglu@gmail.com


Bu diziye dair tarafsız olmadığımı en baştan itiraf etmeliyim: Ne yazık ki her hafta başlamasını beklediğim tek bir dizi var şu sıralar ekranda. O da, ’46 Yok Olan.’

Ne yazık ki diyorum, çünkü bu reytinglerle, 13 bölümden öteye gitmesi pek mümkün görünmüyor dizinin.

‘Yeni izleyici profili’nin tipik bir tezahürü

Oysa dizinin izlenmediğini, ilgi çekmediğini söylemek alenen haksızlık olur. Sosyal medyasının çok güçlü olduğu ortada, daha yenilerde başlayan dizinin Ekşi Sözlük’te ürettiği sayfa miktarı 170’e dayanmış, daha şimdiden ‘kült’ünü yarattığı ortadayken, yıllardır ekranda olan, hatta yeniden ciddî izlenme oranları yakalamayı başaran ‘Arka Sokaklar’ın, Ekşi’de üretebildiği sayfa miktarı 130’u aşamamış! İşte, bir başka Türkiye ekranı ‘garabet’i.

Ve öylece, basitçe geçiştirilecek bir durum da değil bu aslında. Yıllardır yazıp çizdiğimiz, bilimsel kılıklı meş’um siyasal müdahalenin, izleyici profilini yeniden tanımlama operasyonun ardından oluşan ‘yeni izleyici profili’nin tipik bir tezahürü söz konusu.

İlginç bir teorik ikilem var aslında bu örneklemin saptamasında. Tuhaf bir ‘temsiliyet’ meselesi. Reyting diye ifade edilen, izleyici oranlarını saptamaya çalışan ölçümleme aklının (tabii ki, istatistik kullanılarak) arkasında, en azından batıda, nokta atışlı bir pazarlama, hedefin net hale gelmesi derdi, stratejisi var.

Ölçümlemenin amacı, toplumun genel kesitini yakalamaktan çok, ‘izleyici’ (ya da ‘izler-kitle’, İngilizcesi ‘audience’) denen genel kitlenin içinde alım gücüne göre sınıflamalar yapabilmek, alım gücü ile kültürel tercihler arasında bir ilişki kurabilmek, en azından buna dair bir varsayımı oluşturabilmek olarak özetlenebilir.

Demek ki esas dert, gelir ve beğeni tercihlerine göre izlenen programları gruplayabilmek ve kültürel ürünleri (metaları) satmak isteyenler ve bu ürünleri reklam yoluyla pazarlamak isteyenler için ‘doğru’ bir veri seti oluşturabilmek. Bunun da sosyolojik bir bedeli (ya da neticesi) oluyor aslında. Reytinglere bakarak  aslında o toplumun iktisadî ve kültürel elitinin bir izdüşümünü (hatta, hegemonik kurulumunu) çizebiliyorsunuz. Bulduğunuz hakikî bir temsiliyet olmaktan çok bir elit formasyonu özetle.

Biraz uzattım biliyorum ama, böyle bir mukaddime yapmadan meselenin özünü görebilmek imkânsız neredeyse. Yapılan istatistiksel müdahelenin ardından (20 bin kişiden az kişilerin de yaşadığı birimleri örnekleme eklemek gibi) şekillenen izleyici profili belki reklamvereni tatmin etmiyor ama, siyasetçi için önem arz edebiliyor. Memleketin elitini pazarlama mantığıyla (tüketebilme güçleri ve eğilimlerine göre) değil de sosyolojik bir kaygıyla (kültürel tercihlere göre) saptamaya kalkınca sadece bambaşka bir izleyici profili oluşmuyor, aynı zamanda yeni bir elit formasyonu iddiası da gündeme geliyor. Ve tabii ki varsayım şu oluyor: Eğer reklamveren, ürünlerini bu profilin tercihlerine göre belirleyecekse, profil de olabildiğince ‘derin’ kültürümüzü temsil etsin.

‘Racon’ kesen bir ekran

Size önemsiz bir müdahale olarak gelebilir ama bu profil değişimi, varolan programların ideolojik kurgusunu da yamuklaştırıyor otomatik olarak. Sosyal muhafazakârlık, modernleşme aleyhtarı bir hissiyat, modern ile gelenek arasında sıkışmış kahramanlar ekranları doldurmaya başlıyor.

Bir bakın şu anki dizilere (ve tabii ki, kısa sürede bir dizi gibi çalışmaya başlayan ‘Survivor’ gibi reality şovlara), hepsi birbirine benzemeye, nerede ve nasıl reyting oluşuyorsa, ona benzer hikayeler anlatmaya, kendilerince ‘sağlamcı’ olmaya çalışıyor. Neticesi? Gitgide suya tiritleşen ve birbirinin taklidi olmaktan öteye gidemeyen, hatta başka ülkelerde üretilmiş dizilerin senaryolarını, kamera açılarına kadar birebir uygulamayı marifet sanan bir anlayış ve bu anlayışla kolkola giden, daha da ‘muhafazakârlaşan’ (çokeşli erkekler, alenî erkek şiddeti, kutsallaştırılan mahalle, aile gibi sosyolojik kurumlar, yetimler, anasını babasını bir türlü bilemeyen kahramanlar gibi) hikayeler ya da ‘reality’ şovlar (‘Survivor’da sürekli olarak ‘delikanlılık’ tartışılıyor mesela).

Evet, tabii ki eğlendirir TV temelde ama neden aynı zamanda ‘racon’ da kesmeye başlıyor? Sadece ‘Kurtlar Vadisi’ değil ki şu sıra ‘racon’ kesenler, onu ‘Eşkiya’ izliyor, bitmiyor, onu da ‘Kehribar’ izliyor ve belli ki sırada bir sürü başka dizi var.

Birçok açıdan sıradışı bir iş

Ve sonra birdenbire, ’46’ gibi birçok açıdan sıradışı bir iş geliyor ekrana. Evet bir uyarlama (Dr. Jekyll ve Mr. Hyde, ya da kişiliği yarılan, içinden bir canavar çıkabilen bir ‘normal’ insan) belki ama, eli yüzü düzgün, doğru bir hikayeyle yerelleştirilmiş. En önemlisi, evrensel hikayeden sadece esinlenmiş, kamera açılarına kadar hiçbir diğer uyarlamayı taklit etmiyor. Elindeki oyuncuların ne yapabileceğinin farkında. Hikayeyi de onlar sürüklüyor aslında.

Başrolündeki Erdal Beşikçioğlu’nun en iyi bildiği rollerden delilik hâlini (yıllardır kapalı gişe oynayan ‘Bir Delini Hatıra Defteri‘ var nasılsa cebinde) ne kadar iyi canlandırabildiği zaten ortada. Kişiliği yarılan o belki ama aslında deli falan değil. Dıştan gelen bir etkiyle, şaman törenlerinde kullanılan iksiri (‘ayahuska’) kullanarak kişiliği yarılan, babasının katilinin peşindeyken kendisi de ‘katilleşen’, yaptıklarını ancak diğer kişiliğinin kendine yazdığı mektuplardan öğrenebilen ilginç bir anti-kahramana dönüşüyor Dr. Murat.

46’nın sırrı

Senarist tarafından, zarif bir dokunuşla, anlatı eski TCK’daki 46’ıncı maddeyle ilişkilendiriliyor böylece. Cezaî ehliyete dair o ilginç maddede, suç işlerken aklî melekelerin yerinde olup olmadığına bakılıyor ve bazen suç işleyenin hapishane yerine bir akıl hastanesine gönderilmesi hükmü kurulabiliyor mahkeme tarafından.

Bu nedenle, halk arasında, bazı kişilerden (biraz ‘çatlak’, kafayı ‘sıyırmış’ diyelim) bahsedilirken ’46’lık’ denir mesela. Yeni ceza yasasındaki 32’nci madde, biraz değişmiş hâliyle eski 46’yı da kapsıyor şu anda ve her iki madde de hâlen yürürlükte şu anda. Hâkimler,  geçiş sürecinde, her iki maddeden birini, sanığın lehine olmak kaydıyla, hâlen kullanabilmekte.

Tabii ki, dizinin başrolündeki doktorun bir genetik profesörü olması ve 46 sayısıyla kromozon sayısı arasındaki ilişki de dizinin ismini çift-anlamlı bir hâle getiriyor.

Ayrıca, dizinin sektör açısından bir devrim niteliğindeki bir saatlik süresini de alkışlamamız gerekiyor. Sadece bu nedenle bile Star TV’yi tebrik edebiliriz. Tüm geceyi kaplayan, bitmek tükenmek bilmeyen, şarkılarla, boş bakışlar, anlamsız hâl ve hareketlerle sündürülen dizilerden gına geldi artık.

İki numara büyük

46’nın hikayesini size anlatmaktan ziyade, eldeki izleyici profiliyle böyle yenilikçi ve karmaşık işleri yapma ve sürdürmenin ne denli zor hâle geldiğine dikkat çekmek için bu yazıyı yazdım. Çünkü, iki numara büyük geliyor bu dizi, o izleyici profiline ve reytingler, alarm seviyesine doğru başüstü gitmeye devam ediyor.

Son olarak, ertesi gün iş olduğu için yanlış olduğu aşikâr pazar gecesinden (saat 23:15 gibi başlıyor, RTÜK’ten ceza yememek için) daha doğru olan (ertesi gün, bir tatil günü neticede) cumaya kaydırılmış olması da pek fayda etmedi reytinglere. Çünkü, dizinin esas müdavimleri, internetten izlemeyi tercih ediyor.

Paralı dijital platformların önemi

Ve bu da bize, bu berbat diziler evreninde, paralı dijital platformların ne kadar önemli olabileceğini bir kere daha gösteriyor.

Böyle bir izleyici profil gerçeğinde, herhangi bir ‘yenilikçi’ iş, anaakım, bedava izlenebilen kanallarda asla başarılı olamaz. Küçük ücretlerle izlenebilecek dijital platformların Türkiye’de de acilen kurulmasından başka bir çare gelmiyor akla. Eğer devlet, istatistik teknikleriyle müdahale ederek böyle bir izleyici profili oluşturmuşsa, bununla mücadele edebilmenin tek yolu alternatif izlenme mecraları yaratmaktan geçiyor.

Reklamsız, izleyenlerin parasını en baştan ya da izlerken ödeyebileceği işler için ya varolan Digitürk ya da D-Smart gibi platformlarla anlaşabilmek ya da yeni platformlar kurmanın zamanı geldi, geçiyor. Yoksa, gitgide daha da standartlaşan, lastik gibi uzadıkça uzayan, içerikleri bakımından da içimizi bayacak, ideolojisiyle sinirlerimizi yıpratacak dizilerden asla kurtulamayacağız.

Kategori:Keyif

SON HABERLER

Mobland'e ikinci sezon onayı

ABD’li dizi ve film platformu Paramount+, yönetmenler Guy Ritchie ve Anthony Byrne’ün gangster dizisi MobLand’e ikinci sezon onayı verildiğini duyurdu.

Türkiye'de mantar üretimi 30 yılda 10 katına çıktı

Türkiye’de 1995’te 7 bin 785 ton olan mantar üretimi geçen yıl 75 bin 340 tona çıktı.

İlk Avrupa ülkesi: İrlanda, İsrail'in Filistin'de işgal ettiği bölgelerle ticareti yasaklayacak

İrlanda Başbakan Yardımcısı, Dışişleri ve Savunma Bakanı Simon Harris ülkesinin, İsrail’in Filistin’de işgal ettiği bölgelerle ticareti yasaklayan yasayı kabineye sunan ilk Avrupa ülkesi olacağını açıkladı.

AKOM İstanbul'u uyardı: Kavurucu sıcaklar geliyor

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Afet İşleri Dairesi Başkanlığı (AKOM), kentte kavurucu sıcaklıklar bekliyor.

Fransa Müzik Festivali'nde 145 kadına şırınga saldırısı

Fransa’da hafta sonu düzenlenen Müzik Festivali’nde 145 kadına şırıngayla yabancı bir maddenin enjekte edildiği bildirildi.

Osman Hamdi Bey'in Yeşil Cami Önü'ne rekor fiyat: 13 milyon 509 bin TL
VİDEO | Dümbüllü'nün kavuğu artık Rasim Öztekin'in

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 793 gündür hapiste

YAZARLAR

Kemal Kılıçdaroğlu: Var olmadan var olamamak

Arda Ekşigil

Bihter Ziyagil'in 15'inci ölüm yıldönümü ve Aşk-ı Memnu efsanesi

Meşerret Şerbetçi

Sessiz çöküş: Anoreksiya nervoza

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

İlke mi, kural mı?

Mustafa Dağıstanlı

Bir Kürt feminist Halide Dündar'ın hikâyesi

Murat Sevinç

Ofansif mizah örneği olarak birkaç anayasa maddesi

Murat Sevinç

Babalar günü bu yıl da coşkuyla kutlanmadı!

Arzu Uzunali

GÜNÜN 11’İ

Şeref Oğuz: Yapay zekayı kavram fetişine dönüştürdük

Akif Beki: Uluslararası sistemin sorun çözme yeteneğinin körelmesi, bana da korkunç geliyor

Fikret Başkaya: Sanıldığı gibi savaşlar büyük idealler uğruna yapılmaz… 

Ferdi Akarsu: ABD öncülüğünde 'yeni' bir sistemin ayak sesleri

Esfender Korkmaz: Demokrasilerde refah talebi artar

Necmettin Batırel: Türkiye bütün askeri tedbirleri aldı

Hande Fırat: Son saldırının sırrı için Erdoğan-Trump görüşmelerinin perde arkasına bakacağız

Arif Kızılyalın: İmamoğlu yok, olimpiyatın yerel ayağı yok!

Nevşin Mengü: Haysiyet mücadelesi veriyoruz

Ayça Söylemez: 'Zincirleme' suç görülen faaliyetlerinin başında basın açıklamaları yer alıyor

Tolga Şardan: Mersin Adliyesi'nde neler oluyor?

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×