HÜRREM SÖNMEZ
Genç bir kadın hakimin adliyede Kıvanç Tatlıtuğ ile çektirdiği ve sosyal medya hesabında paylaştığı hatıra fotoğrafı epey bir tartışma yarattı. Popüler kültürün en meşhur yakışıklı erkek oyuncusu, yargılandığı ceza davası için adliyeye gelmiş, onu gören hakime hanım da dayanamayıp bir fotoğraf çektirivermiş.
Bizim de bir keresinde bir davamıza izleyici olarak Kadir İnanır gelmişti de pek şenlenmişti soğuk ve sıkıcı adliyemiz, güvenlikler, katipler filan görmek için koridora dökülmüştü. Orta yaşlı erkek mahkeme başkanı hatıra fotoğrafı çektirmedi; sinema sanatına pek ilgi duymuyor ya da instagram story kullanmıyordu herhalde.
Bazı meslekleri icra eden kişilerin uymaları gereken prensipler olduğu doğrudur elbette, hele hele yargı mensupları, yaptıkları işin gereği olarak birtakım davranışlarda bulunmaktan imtina etmek durumundadırlar, “Mesleğin vakarına uygun davranmak” denirdi eskiden.
Kılık, kıyafete, ağzından çıkana, attığı adıma dikkat etmek gibi uzun ciddiyet listesi dışında çok daha mühim bir ‘tarafsız’ görünme zorunluluğu söz konusudur çünkü. Hukuk fakültesinde öğrenciyken, çok sevdiğim iki sınıf arkadaşımdan birinin babası hakim diğerininki avukattı, yıllarca aynı ilçede görev yapmış ve özel hayatlarında iyi dostlar olan bu iki hukukçu adliyede yan yana gelmez, neredeyse selamlaşmazlar “Yanlış anlaşılır” derlerdi. Biz de onlardan böyle gördük, “Yanlış anlaşılır” cümlesindeki yanlış anlamanın, ilkeli bir yargı mensubu için “El âlem ne der”den fazlasına karşılık geldiğini, yargının tarafsızlığı ilkesiyle doğrudan ilişkili olduğunu öylelikle öğrendik.
Gerçi söz konusu hadise ile ilgili olarak, sanık durumundaki Kıvanç bey basın açıklaması yapmış daha sonra, medyada yer alan haberlerin aksine, fotoğraftaki hakimin yargılandığı mahkemenin hakimi olmadığını duyurmuş. Yargıcın tarafsızlığı hususunda bu beyanı dikkate almak gerekirse de, yargı etiği veya yargının ciddiyeti çerçevesinde tartışmayı bertaraf etmez. Bir duruşma salonunda sanık olan kişinin, yan mahkemenin salonunda cübbeli hakim hanımla çekilmiş fotoğrafı olması pek hoş karşılanmaz, ben demiş olayım.
Lakin bu söylediğim, yargısı evrensel bazı ilkeler çerçevesinde hareket eden ülkeler için geçerlidir. 2019 Türkiyesi yargısında bir fotoğraf üzerine konuşacaksak, buna gelene kadar ne fotoğraflar, ne kararlar gördü bu gözler diyesi geliyor insanın.
Daha üç hafta önce yeni yargı yılı açılış töreni öncesinde çekilmiş bir fotoğraf vardı mesela; hakimler, savcılar, yüksek yargı mensupları Beştepe’de yapılacak tören için kuyruğa girmişler, güvenlik kontrolünden geçmek üzere bekleşiyorlardı. Tek cümle içinde iki mühim nokta; Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılan adli yıl açılışı ve güvenlik kontrolünden geçirilen yargıçlar, ikisi de pek fazla ilgilendirmedi kamuoyunu… Çok dokunaklı bir fotoğraftı oysa ki!
Biraz daha geriye gidelim dilerseniz; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) atanan yeni Türkiye yargıcının yemin töreni fotoğrafı vardı hatırladınız mı? Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı ve Danıştay Başkanı, ‘Ankara’ tarafından törene gönderilmiş de bu en üst düzey katılımcılar Mahkeme’nin önünde mezuniyete gelmiş ana, baba, akraba gibi hep beraber hatıra fotoğrafı çektirmişlerdi. Mesela bu fotoğraf da pek öyle ortalığı ayağa kaldırmadı; halbuki o kişilerin başında olduğu mahkemeler tarafından verilen kararlara karşı başvurulan bir uluslararası yargı yeriydi AİHM.
Yargının fotoğraf albümü epey zengin, daha da gerilere gidersek, Rize’ye çay toplama gezisine gitmişlerdi hatırlarsınız yüksek yargı mensupları da pek neşeli, pek renkli hatıra fotoğrafları çektirmişlerdi; ne güzeldi yasama, yürütme, yargı hep birlikte çay toplamışlardı!
O fotoğraf biraz tartışılmıştı şimdi doğruya doğru, hatta Yargıtay Başkanı içerlemişti de neden tartışıldığını şu ifadelerle sorgulamıştı: “Ben onu anlayamadım neden eleştiri konusu oldu. Devlet oradaydı. Türkler, Türk geleneklerimize göre devlet başkanına çok ayrı bir değer veririz. Devlet başkanı, devletin başı ve birliğimizin sembolüdür. Onun katılmış olduğu, meclis başkanının, milli güvenlik sekreterinin katılmış olduğu, tüm yüksek yargının katılmış olduğu bir çay toplantısının yapılmış olması ve buna iştirak etmemiz kadar doğal bir şey olamaz.”
O fotoğrafla ilgili olarak Sayın Yargıtay Başkanı’nın, “Ben onu anlayamadım neden eleştiri konusu oldu” dediği şeyi anlatmak için Montesquieu’ye kadar gitmek gerekiyor, neredeyse üç yüzyıl… Gerçi aynı Yargıtay Başkanı adli yargı yılı açılışının Saray’da yapılmasına tepki gösterenleri de anlayamamıştı. “Orası da devletin bir binası ne var yani bunda” demişti.
Devlet büyükleri huzurunda cübbelerinin önünü iliklemeye çalışan yargı mensubu fotoğraflarını düşününce Kıvanç Tatlıtuğ ile hayran fotoğrafı çektirmek gayet masum kalıyor; o cübbenin kıymetine ve ciddiyetine pek daha az halel getiriyor bence.
Fotoğraflardan konuşarak yüce yargımızın görsel malzemesine göz attık ya, yazılı malzemeye geçersek anlatacak çok daha fazla şeyimiz var elbette. Daha birkaç gün önce Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hakkında verilen tutuklama kararını, Roma Hukuku’ndan bugüne uygulanan binlerce yıllık ‘aynı suçtan iki yargılama olmaz’ ilkesi karşısında nereye koyacağımızı bilemiyoruz örneğin.
Yazılı malzemeden söz açılmışken geçen hafta açıklanan Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticilerinin yargılandığı davaya ilişkin Yargıtay kararına değinmeden olmaz. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bozma kararında şu ifadeye yer verdi biliyorsunuz: “Sanıkların, silahlı terör örgütüne yardım etmek amacıyla doğrudan kastla hareket ettiklerine dair, her türlü şüpheden uzak somut delile dayanmadan mahkumiyet hükmü kurulamayacağı gözetilmeksizin, delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması kanuna aykırıdır.”
‘Delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı’ hani bunu böyle yazınca, pek kıymeti olmayan usuli bir yargılama detayıymış gibi geliyor insana… ‘Yanılgı; yani insandır hata yapabilir, yanılabilir’ der gibi, değil mi?
Günlük hayatta yaptığımız sıradan görüşmelerin, kurduğumuz ilişkilerin bir gün bir iddianame sayfasında karşımıza çıkabileceğine dair çarpıcı örnekler içeriyordu Cumhuriyet davası. Sipariş verdiğiniz pideci, evinizin parkesini yapan usta, “Duruşmayı bekletiver” diye aradığınız mahkeme mübaşiri, gerekçeli kararım yazıldı mı diye sorduğunuz adliye katibi, tatile gittiğiniz tur şirketi…
Günlük hayatta üstünde durmadan yaptığınız masum aile dedikodularınız, eşinize yazdığınız bir mesaj. Her şey ama her şey bir iddianamenin satırlarında karşınıza çıkabilirdi günün birinde. Ve, bazı yargıçlar o delillerin değerlendirmesinde yanılgıya düşebilir, sizi terör örgütü üyesi olarak mahkum edebilirdi kolayca, hatta o kararları veren yargıçlar terfi de ederdi, etmişlikleri var.
İnsanların aylarca, yıllarca hapishanelerde tutulduğu, işlerinden edildiği, sağlıklarını yitirdiği, hayatlarından çalındığı, damgalandığı bir ülkede….
Sonra bir başka mahkemenin aynı eylemle ilgili “Demokratik bir toplumda bu eylem suç oluşturmaz” dediği veya “Mahkeme delilleri değerlendirirken yanılgıya düşmüş, bu kişiler masumdur” dediği bir ülkede…
Bir mahkemenin tahliye kararı verdiği bir eylemle ilgili, bir başka mahkemenin alelacele tutuklama kararı çıkarabildiği bir ülkede…
Bunların bedeli, tutuklu geçen günler için günlük kazanca göre hesap edilecek bir tazminattır, hayatlarından çalınan insanlara, “Kaybolan yıllarının parası neyse öderiz” denir.
O ‘yanılgıya düşen’ yargıçlar aynı itibarla, aynı cübbeleriyle koltuklarında oturmaya devam ederler. Adli yıl açılışlarında Saray’ın önünde sıraya girerler, cübbe ilikler, devletin başı ile su sızmaz pozlar verirler… Bütün bunların yanında bir hakime hanımın bir artistle hatıra fotoğrafı çektirmesi pek hafif, pek masum kalabilir…
Hakim ve savcıların vasıfları, mesleğin ehemmiyetine uygun bir zihinsel olgunlukta ve entelektüel düzeyde olmaları, hayata bakış açıları ve bütün bunlar hakkında en azından ‘fikir edinmelerine’ vesile olması gereken hukuk eğitiminin durumu, bu fotoğraf karesi etrafında tartışmaya değer bir meseledir elbette.
Ama bu tartışma kamuoyunun fazlaca ilgisine mazhar olup, konunun öznesi genç kadın hakim sert eleştirilere hedef olurken, yüksek yargımızın yaşını başını almış mensuplarının ‘hatıra defteri’ buna sıra gelemeyecek kadar kalındır ve daha öncelikli ilgiyi hak etmektedir bence…