
İHSAN DAĞI
@IhsandagiENG
Bir yandan orman yangınları, öte yandan sel felaketleri. Hukukta, ekonomide, eğitimde sınıfta kalan bir yönetim bu felaketlere de ne hazırdı ne de zamanında müdahale edebildi. Ateşin ve suyun arasında biz de eski bir tartışmayı bulup çıkardık: ‘Devlet’ mi, yoksa ‘hükümet’ mi sorumlu? Devleti zayıf ve çaresiz görmeye yüreği dayanmayan, aşkın ve soyut bir devletten asla umudunu kesmeyen devlet-sever ama muhalif bazı kesimler, AKP hükümetini olup bitenlerden sorumlu tutmanın formülünü buldu: ‘Devlet ile hükümet aynı şey değil.’
Tamam değil de bu ikisi şu anda, bu ülkede ‘ayrıştırılabilir’ mi?
Aslında geçmişte bu konu çok tartışıldı, hatta, özellikle 1960’lardan itibaren devlet ve hükümet, işlevleri, sınırları, yetkileri, dayanakları, siyasal kültürleri vs. itibariyle ayırt edilebilir aktörlere dönüştürüldü. Bir grup, siyasal mimariyi seçilmişlerin anayasa ve anayasal kurumlarla dengelenmesi olarak nitelerken, diğerleri ‘vesayet rejimi’ olarak gördü. Ama günün sonunda milli irade, seçilmişlerin üstünlüğü vs. tezleriyle devlet ve milleti ‘kaynaştırmak’ isteyenler bu tartışmayı siyaset arenasında kazandı. Parti ve lideri devletin tüm kurumlarına ve işleyişine hakim oldu. “Vesayet rejimini bitirdik” derken AKP’nin kastettiği buydu.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmeden çok önce ‘vesayet’ten kurtulmuşlardı, yani her istediklerini, istedikleri biçimde yapma imkanına kavuşmuşlardı. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle de bir parti ve liderinin devleti tümüyle kontrol etmesi ‘yasallaştı.’ Anayasaya göre cumhurbaşkanı, ‘devletin başı.’ Cumhurbaşkanı her kim ise ister soyut ister somut olsun, ister yasal ister keyfi davransın, yerel veya merkezi olsun ‘devlet’ denen ‘şey’in başıdır. O kişi aynı zamanda bir partinin de genel başkanı. Hem partisine hem bütün devlet kurumlarına hakim. Ülkeyi sorgusuz sualsiz kararnamelerle yönetebiliyor.
Bu yapının içinde hala ‘rasyonel’ ve ‘yasal’ bir devlet aramak, somut-reel devlete (yani hükümete) karşı soyut bir ‘ideal devlet’ icat etmek entelektüel bir fantezi. Böyle bir ‘şey’ (devlet) yok. Devlet partileşti. Bir partiyle, lideriyle özdeşleşti. ‘Devletimizi partiye kaptırmayalım’ kaygısı ve tepkisi anlaşılabilir ama gerçeği değiştirmez. AKP devletine bakıp “Gerçek devlet bu değil” demek, Müslümanlar yüz kızartıcı işler yaptığında ‘Gerçek İslam bu değil‘ sızlanmasından farksız.
Devlet ile parti ve liderinin bütünleşti(rildi)ği bir iddia değil, olgu. Bütün otoriter tek adamlar, olduklarından daha büyük, daha tarihsel, daha hukuki ve de daha kutsal, dolayısıyla dokunulmaz görünmek için kendilerini devletle özdeşleştirir. Böylece, mutlak egemen olduklarını, eleştirilemez, ulaşılamaz, değiştirilemez olduklarını, ‘geçici ve sıradan’ bir hükümet değil, devletin ta kendisi olduklarını göstermek isterler. “Devlet benim” diyen bütün tek adamlar bunu yaptı, yapar.
Türkiye’de de devlet ile parti ve lideri elbette bilinerek, istenerek AKP tarafından ‘özdeşleştirildi.’ Böyle yaparak bu topraklarda tarihsel olarak devlete tanınan adeta sınırsız meşruiyetten ve devletten duyulan sınırsız korkudan bir ‘güç’ ve ‘rıza’ devşirmek istediler. Halkın adeta kutsadığı devletin sahipleri olarak görünmek istediler. Halk partiyi eleştirir, ama devlete saygısı ve devletten korkusu yüksektir. Devlet-parti-lider özdeşleştirmesiyle iktidar bu siyasal kültürü ve tutumu arkasına aldı. Erdoğan’ın 2007’den beri ısrarla cumhurbaşkanı olmak istemesinin nedenlerinden birisi de toplumda var olan bu ‘devlet kültü’nü yedeğine alma isteğiydi. Anketlerde Erdoğan’ın beğeni ve onay düzeyinin partisinin oy oranından hayli yüksek çıkması da bu ‘kült’ün ve kültürün ürünü. Dolayısıyla, devletin kutsallığı, eleştirilmezliği, aşkınlığı, başkalığı tezleri AKP’nin dokunulmazlık zırhını daha da güçlendiriyor. Devleti hala ayrı, dokunulmaz, eleştirilmez, kutsal olarak kodladıkça, bu devletin arkasına sığınan hükümet de eleştirilemez oluyor, eleştiriler etkisizleşiyor.
Dolayısıyla, bazılarının hala devlet ve hükümetin ayrı şeyler olduğunu savunarak kendini kandırması, bazılarının da soyut bir devlet-hükümet ayrımıyla muhayyel ve ideal bir devlete toz kondurmamaya çalışması, Türkiye siyasetinin ‘reel’ zeminine oturmuyor. Devlet-hükümet ‘ayrılığını’ iktidarın arkasındaki ‘devlet’i çekip almak için bir ‘strateji’ olarak kodlamak ise ‘devlet kültü’nü yeniden üretmekten başka bir sonuç vermez.
Devleti tanrıların katına çıkarmak yerine biz fanilerin dünyasına indirmeliyiz ki ona hakim olalım, onu yönetelim, ona hesap soralım… İcraatlarına tanıklık ettiğimiz, başarısını veya başarısızlığını bildiğimiz, vergi ödediğimiz, hesap sorduğumuz ‘şey’den başka, ondan üstün bir şey değildir devlet. Aksi, onu kutsallaştırır ve hesap sorulabilir bir ‘özne’ olmaktan çıkarır. Yani, bugünkü gibi rejimlerin yolunu açar.