H. Ayhan Tinin / Sanat da var / Sinema
Mutsuz değilim, fakat incecik bir ağrı var, çatlaktan sızan…
Fikret Reyhan’ın son filmi ‘Çatlak‘ bu cümleyle yerleşti zihnime…
Şehrin dış çeperine sığınan, sonra o çeper semtlerin, kentin varsıllarının göz bebeği biçimine gelerek hızlı bir dönüşüme sahne olduğu fonda geçen film; kültür ve teknolojinin bir türlü kıramadığı kalın bir kabuğun üzerine yakılmış ağıt gibi…
Fikret Reyhan’ın müthiş senaryo öyküsü ve film diyalogları, açık ara ayrışan bir başarıya sahip.
‘Çatlak‘ filminde hiçbir şey olmuyor.
Fakat olmuş her şey bir çatlaktan sızan ışık gibi; birbirine kilitlenmiş ekonomik bir düzenin ilişkileri içinde yaşayan kalabalık ailenin içine sızıveriyor.
“Ekonomik düzen ve kalabalık aile” deyince, aklınıza televizyon dizilerinin kara sakız biçimine dönüştürdüğü; konaklar, holdingler, cipler, gayrı meşru çocuklar ve benzerleri gelmesin.
Asıl çoğunluğun yaşadığı, gerçek dünyada geçen bir film ‘Çatlak.’
“Hiçbir şey olmuyor” dedik.
Söylemek istediğimiz sürekli birbirine höyküren, yükselen, hezeyanlar içinde titreye titreye konuşan karakterler yok filmde.
Emekçilikten girişimciliğe adım atarak ‘yırtmaya’ çalışan ne bugünün ne yarının ne de dünün insanı olabilen, sıkışmış kimliklerin çatışmaları içinde sürdürülen bir hayattan kısa bir kesit var.
Fikret Reyhan kamerasını bir belgeselci sadeliği içinde ancak dramatik yapıdan ödün vermeksizin karakterler arasında gezdiriyor.
Hepsi sahici, her biri sokakta, metroda yanımızda oturan, normal konuşan, normal tepkiler veren karakterler bunlar…
O kadar sahiciler ki bir süre sonra aklınıza belki çocukluğunuz, belki teyzeniz, halanız ya da enişteniz geliyor.
Ulusal kanalların büyük çoğunluğunda yer alan derinliksiz, toplumun dertlerini ya da kimliğini yansıtmayan tartışma programlarından, zemini tartışmalı dizilerinden gözümüzü ayırdığımızda görülebilecek, büyük kalabalığı gösteriyor bize ‘Çatlak‘…
Modern toplumun gündelik tartışmalarının çoğu o dünyanın içinde yok.
Bahsi bile geçmiyor.
Aydınımızın halka ulaşamama nedenlerinden biri, ‘Çatlak‘ filminin bize gösterdiği dünyaya temas edememek ya da yok saymak olmasın?
Ara işler ile mesleksizliğin girdabında kavrulurken, hayattan hep alacaklı kalanların hikâyesi bu…
Belki filmde tıp okuyan torunun, Maryland’da John Hopkins Üniversitesi’nin araştırma laboratuvarında, üniversite tarihinin en büyük fonlarıyla çalışırken uzaktan uzağa hatırlayacağı bir hikâye…
Fakat alabildiğine gerçek ve bugünün göz ardı edilen hakikati.
Filmdeki bütün oyunculara rol yapmadan oynadıkları için teşekkür ediyoruz.
Filmin öyküsünü, hikâyesini ve senaryosunu yazan Fikret Reyhan’ın ise ülkemizin sinema tarihine sağlam adımlarla yerleşeceğini düşünüyorum.
Dünya değişirken, bu değişimi yalnızca cep telefonu boyutunda yaşayıp, diğer her şeyin aynı kalmasında direnen insanların çaresizliği, dünyanın daha uzun yıllar en büyük çelişkilerden birini oluşturacak gibi görünüyor.
Futbolun artık oyun konsolları kadar heyecan yaratmadığı, üniversitelerin köhne eğitim modelleriyle insan yetiştirmekle başa çıkamadığı, metaverse’de yaşam sürmenin kodlarının pandemiyle insanlara iliştirildiği bir dünyada; küçük kız ile damat için eve bir kata daha çıkmanın, anlamsız olduğu bir evrende, insanlar neye tutunacak?
Atlıkarınca inip çıkıyor.
Çocuklar neşe içinde bir yolculuk yaptığını zannediyor.
Işıklar, müzik, atlar, arabalar hepsi bir merkezin etrafında, aynı yerde, aynı yönde dönüp dururken…
‘Çatlak‘ filmini izleyin mutlaka… Gerçek sandığımız hayatlarımız bir avatardan başka bir şey değil mi yoksa?