
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com / @MAlpDagistanli
Kanal İstanbul ÇED raporunda “Türlerin korunması için alınacak önlemler” başlığı altında şöyle bir paragraf var:
“Marmara Bölgesi’nde yapılan arazi çalışmalarında proje alanında 1 no’lu istasyonda 5 metrelik derinlikte 12 adet uzun burunlu denizatı (Hippocampus hippocampus) bireyleri belirlenmiştir. (…) Genel olarak eğilim türlerin soyunun tehlike altına gireceği yöndedir. Bu bağlamda bu türün inşaat öncesinde çevredeki uygun habitatlara taşınması sağlanacaktır. (Bölüm 6-132)”
Taa aşağıda, ‘Önlemler Planı’nda (Bölüm 9-10), denizatlarını ‘alandan uzaklaştırma’ sorumluluğunun ‘Yatırımcı Firma, Yüklenici Firma’da olduğu belirtiliyor.
Denizatları, boyları 7 ile 13 cm arasında değişen canlılar. Kayaların, alglerin, deniz bitkilerinin arasında yaşarlar; gizlenmek için yeşil ya da sarı renklere bürünebilirler. Sıkıysa bul!
Bir at sürüsünü toparlayıp dehleyerek, kementleyerek başka bir yere sürmek, götürmek gibi bir iş sanıyorlar herhalde bu işi. ÇED’ciler 12 denizatı görmüş; bunları bulup, yakalayıp uygun yere taşıyacaklar. Tabii, 12’yle sınırlı olmalarına imkan yok denizatlarının.
Mert Gökalp, Hollanda, Wageningen Üniversitesi’nde doktora yapan bir deniz biyoloğu/ekoloğu. Aynı zamanda deniz canlılarıyla ilgili çalışmaları olan, Türkiye denizlerini çok iyi bilen bir belgeselci. Mert Gökalp’e sordum bu 12 denizatını.
Şu cevabı verdi: “Karadeniz, Marmara denizatı kaynıyor ama denizatı görmek kolay bir şey değildir. Ayrıca, hangi gün gittiniz, kaç kere taradınız, nasıl bir ekiple taradınız, en önemlisi, nasıl bir metodolojiyle taradınız denizi de 12 denizatı gördünüz? Denizatları kendilerini kamufle eden canlılardır. Bugün bir saatte gidersiniz, bazen bir tane bile göremezsiniz, iki saat sonra 100 tane görebilirsiniz.”
Yani, uygun yere götürmek için siz o 12 denizatını ararken belki yüzlerce göreceksiniz, belki de o gün hiç görmeyeceksiniz. E, n’olacak? Denizatları sadece sözü edilen o ‘1 no’lu istasyon’da değil ki, Karadeniz kıyısıyla 30 kilometre boyunca oynayacaksınız, dolduracaksınız, kazacaksınız, betonlayacaksınız… Buralar da denizatı kaynıyor.
Bir şey daha var: Latincesi ‘Hippocampus hippocampus’ olan bu canlıya ÇED raporu, ‘uzun burunlu denizatı’ diyor, halbuki İngilizcesi ‘kısa burunlu denizatı’. Uzun burunlunun Latince adı ise ‘Hippocampus guttulatus‘. Peki, ÇED’i hazırlayan ‘uzmanlar‘ bunu da mı bilmiyor?!
Kısacası, öngördükleri tedbir, ellerine geçen birkaç denizatını ‘tehcir etmek’; bilmem anlatabiliyor muyum?!
Tayyip Erdoğan, “Hiçbir bilimsel, mantıklı, makul açıklaması olmayan iddialarla projeyi daha başlamadan bitirmeye çalışıyorlar” diyor, ama asıl projelerinin dayanaklarının hiçbir bilimsel, mantıklı, makul açıklaması yok. Bu verdiğim, bebeleri de güldürebilecek komiklikte bir örnek ama ÇED raporu, böyle birçok saçmalıkla dolu. Ayrıca, Mert Gökalp, mikroskopik canlıların, birçok balığın, plankton değişimi gibi organik süreçlerin etkileneceğini, ama raporun, deniz flora ve faunasını kanalın nasıl etkileyeceğini anlatmadığını söyledi.
Başka bilimciler de benzer eleştiriler getiriyor: Rapor özensiz, hatalı yönleri var, teknik sıkıntıları var, standart olmayan işlerle bezeli, daha önemlisi, metodolojisi belli değil. Evet, birtakım referanslar veriliyor, raporun eklerine gönderiliyor. Gelgelelim, konuştuğum bilimciler eklere ulaşamadıklarını söyledi. “Galiba ekler bakanlıkta…” diyorlar.
Peki, bütün Türkiye’yi, hatta bütün dünyayı ilgilendiren böyle önemli bir projede bu eklere şıp diye neden ulaşılamıyor? Ulaşılması istenmiyor da ondan. Dayanakları karanlıkta kalsın isteniyor ki, rapor tartışılamasın, çürütülemesin. Ama ÇED raporunun görünen kadarı çürüklüğünü ortaya koyuyor.
Peki, kimler hazırladı bu raporu, çalışmaya kimler katıldı? Tayyip Erdoğan iki hafta önce, “Bütün bunların çalışmalarını biz gayet iyi yaptık. Üniversiteleri çalıştırdık, kendi ekiplerimizi çalıştırdık” demişti.
Acaba hangi üniversiteleri çalıştırmış? Çalıştırdığı üniversiteleri, akademisyenleri, bunların argümanlarını sadece Türkiye’deki üniversitelerin, akademisyenlerin değil, dünyadaki bilimcilerin de karşısına çıkarmalı ve cevaplar alınmalı.
Zaten böyle bir projenin ÇED raporunu hazırlayanların isimlerini – 200 kişi olduğu söyleniyor – neden raporun altında göremiyoruz? Nihayetinde bu işi onlar kotardı, isimlerini vermeliler, ortaya çıkmalılar, raporda söylediklerinin hesabını vermeye de hazır olmalılar.
Prof. Dr. Cemal Saydam geçen gün Habertürk’teki Teke Tek’te, denizbilimcilere başvurulmadığını söyledi. Birçok önemli isim saydı Karadeniz-Boğaz-Marmara ilişkisini ve özelliklerini çok iyi bilen. Hiçbirine başvurulmamıştı.
Ben 2013’te, yani Kanal İstanbul projesi ilan edildikten iki yıl sonra, bu ‘çılgın proje’yle ilgili Atlas dergisine bir dosya hazırlamak için birkaç hocayla konuşmuştum. (Atlas’ı kuran ekip dağıtılınca, işten atılınca bırakmıştım.) Projenin çılgınlığı ortadaydı da ayrıntılar yoktu o zaman. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Prof. Dr Şükrü Beşiktepe, “Bir bilgimiz yok, öğrenmeye çalışıyoruz ama… Bürokrasiyi arıyoruz, onlar da bilmiyor ya da bize bilgi vermiyor. Hatta yabancı meslektaşlarımız da, önemli bir proje olduğu için, bizi arayıp soruyorlar. Bilmiyoruz ki, onlara anlatalım” demişti.
Konuştuğum hocalar, projenin yol açabileceği tahribatı da anlatmış, ama ayrıntıların ortaya çıkması gerektiğini söylemişlerdi. Proje netleşince, 2018 başında bu hocaların bazılarıyla tekrar konuşmuştum. Projeyle ilgili itirazlarını koruyorlardı.
İki yıl önce tekrar konuştuğum Prof. Dr. Süleyman Tuğrul’u (ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü) iki gün önce yine aradım. Konuşmak istemedi; enstitünün önümüzdeki hafta kurumsal olarak görüş bildireceğini, onu beklemenin doğru olacağını söyledi.
Sözünü ettiğim bu iki profesör, Prof Cemal Saydam’ın “Mutlaka başvurulması gerekir” dediği kişilerden ikisiydi. Neyse… Prof. Beşiktepe’yi de aradım tekrar. Beşiktepe, denizcilere başvurulmadığını söyledi, Saydam gibi. Katkı sunmak için, denizbilimcilerin ÇED raporunda yer almasını sağlamak için ulaşmaya çalıştıklarını, ama başarılı olamadıklarını da söyledi. Şimdi baktığında, ÇED raporunun denizi sadece iki boyutuyla, karadan bakarak ele aldığını, halbuki deniz denen varlığın dört boyutlu olduğunu da ekledi.
“Sizin enstitüye başvuruldu mu?” diye sordum. Başvurulmamıştı. Fakat şöyle manidar bir şey anlattı: “Yedi sekiz ay önce, belki biraz daha fazla oluyordur, ÇED raporunu hazırlayan Çınar Mühendislik Müşavirlik A.Ş.’nin genel müdürü aradı beni. Çalışmaya katılmamı istedi. Hatta, ‘Olumsuz sonuçlar çıkarsa iptal olur proje’ dedi. ‘Hay hay’, diye cevap verdim: ‘Ankara’ya gelip bir seminer vereyim size. Ne de olsa bütün ülkeyi ilgilendiren bir konu bu, hepimizin katkısı olması gerekir. Anlaşabilirsek devam ederiz.’ Arkadaşlarına danışıp bana döneceğini söyledi. Ama dönmedi.”
İş bununla kalsa iyi, ÇED raporu onaylanmadan ve duyurulmadan biraz önce, kasım sonunda, Ankara’da yapılan geniş çaplı toplantıda şu söylenmiş: “Şükrü Beşiktepe’ye başvurduk katılması için, ama reddetti, katılmadı.”
Dünya çapındaki bilimcilerimize danışmadıkları yetmiyormuş gibi, yalanlarla onları karalamaya çalışıyorlar bir de. Yazının başında anlattığım gibi komik, saçma, bilim kisvesi altındaki bilimsizlik örnekleri, akademisyenler arasındaki WhatsApp gruplarında dolanıp duruyor, kah gülerek, kah ‘vah vah’ ederek. Bu önemli meselede itirazların burada kalmasıyla yetinemeyiz, kabul edemeyiz. Eklere ulaşılamıyorsa da ÇED raporunun kendisini bilimsel verilerle tek tek çürütmek gerekir. Bu, öncelikle doğaya karşı sorumluluk, insana/topluma karşı sorumluluk, bilime karşı sorumluluk, denizatına karşı bir sorumluluk. Kaçamayız.