Hani derler ya “Filler tepişir çimler ezilir.”
Bu olayda da yüksek mahkemeler kavga ediyor, arada olan Hatay Milletvekili Can Atalay’a oluyor. Kendisi şu anda TBMM’de görevinin başında olması gerekirken cezaevinde gün sayıyor.
Can Atalay’ın serbest kalması gerektiğini düşünen bir gazeteci olarak AYM’nin bu yöndeki kararını destekliyorum.
Ancak, AYM’nin bu direnişte, vatandaşın hakkını hukukunu savunmaktan çok, yargı camiasına yer bulma çabası içinde olduğu izleniminden de kurtulamıyorum.
Zira AYM birçok temel hak ve özgürlük konusunda pek ‘ilkesel‘ davranmıyor.
Örneğin, ek Motorlu Taşıtlar Vergisi’yle ilgili yasal düzenlemenin iptal edilmesi gerekirken AYM o düzenlemeye onay verdi. Şimdi çocuğumuzun rızkını gereksiz yere ikinci defa MTV olarak ödeyen vatandaşlar olarak mahkemeye gidip hakkımızı arayamıyoruz.
Gidip, “İkinci MTV haksızlık, çocuğumuzun rızkına Nureddin Nebati’nin hatalarını kapatmak için el koyamazsınız” diye itiraz edemiyoruz. Mahkemeye gidersek, mahkemenin AYM’nin kararını gerekçe yapıp başvurumuzu reddedeceğini biliyoruz.
Diğer taraftan iktidarın ‘Dezenformasyonla Mücadele Yasası‘ dediği ‘Sansür Yasası‘ biz gazetecilerin ve ifade özgürlüğü önünde çok tehlikeli bir düzenleme oldu. Buna karşın AYM ona da geçit verdi.
AYM ilkesel davransaydı Dezenformasyon Yasası’na Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesiyle ve Anayasamızın 90. maddesiyle uyumlu olmadığı için geçit vermeyebilirdi.
Uzun lafın kısası, Yargıtay ile AYM çok büyük bir kavgaya tutuşmuş. Dertleri hak hukuk adalet değil, birbirlerinin bileğini bükmek. Can Atalay ve onu seçip TBMM’ye göndermiş depremzede Hatay halkı da bu bilek güreşinin kurbanlarıdır.