SELİM BAŞARIR
iletisim@selimbasarir.org
Yüzyıllar önce bir küçük ülke varmış. Sert tabiatlı bir kralın hüküm sürdüğü bu ülkede halkın yarısı krala hayranmış. Çünkü onlara, “Çalışın, uğraşın, ben size karışmayacağım, kazandığınız sizin olsun” demiş. Halkın diğer yarısı ise kraldan hoşlanmazmış. Çünkü insanların yaşam mücadelesine bu şekilde yön vermesinin adaletsizliğe ve gizli talancılığa yol açtığına inanıyorlarmış.
Zamanla, kralın hüküm sürme şeklinden hoşlanmayan bazı insanlar yerini, evini, işini terk etmiş ve kralın sarayından olabildiğince uzağa yerleşip köylerde, kasabalarda yaşamaya başlamış. Oralarda kendilerine yeni geçim yolları bulmuşlar.
Bunlardan biri demirciymiş. Artık hayatta olmayan babasından öğrendiği kuyumculuk işiyle uğraşırken yaşam ve iş huzuru kalmayınca o da kralın sarayından uzağa taşınmış ve demir ve döküm işleriyle hayatını kazanmağa devam etmiş.
Günlerden bir gün, demirci her zamanki gibi evine bitişik işliğinde kendisine verilmiş siparişler üzerinde çalışırken, duyduğu sesler üzerine dışarı çıkmış ve başında kralın komutanlarından biri bulunan bir müfreze atlı askerle karşılaşmış. Komutan demirciye “Hemen atına atlayıp bizimle geliyorsun, kral seni çağırdı” diye buyurmuş.
Bir saat sonra demirci, kralın karşısındaymış. Kral, “Demirci, senin ustalığını biliyorum. Sana külçe altın vereceğim, bana yarın öğle vaktinde 100 adet yıldız başlı altın çivi teslim edeceksin, onlarla yemek masasını süsleyeceğiz. Çünkü yarın akşam şölenimiz var ve eğer işi yetiştiremezsen başına gelecekleri biliyorsun” demiş…
Demirci sessizce altını teslim almış, atına atlamış, işliğine geri dönmüş. Oturup düşünmeye başlamış. Bir yandan, gösteriş olsun diye yapılan bu harcamaya içi isyan ediyormuş, öte yandan da yarın öğle saatine kadar 100 adet altın çivinin dökümünü yetiştirmenin mümkün olmadığını bilip krala kızıyormuş.
Yaklaşık yarım saat sonra kızgınlıkla fikirler üretmenin bir işe yaramayacağını fark edip dökümhanesinde işe koyulmuş (Halbuki günümüzde yaşasaydı, sosyal medya hesaplarından hashtag’lerle içini döküp kızgınlığını dile getirirdi ve yine hiçbir şey değişmezdi).
Demirci gece boyu tüm dikkatini vererek çalışmış. O kadar ki gökyüzünü bir an aydınlatan yıldız kaymasını bile fark etmemiş. Derken, yorgunluktan uyuyakalmış.
Sabah güneşin ilk ışıkları yüzünü aydınlatınca uyanmış ve dışarıdan kendisine seslenildiğini duymuş. İşliğinden dışarıya çıkınca karşısında yine kralın askerlerinden bir müfreze ve bir komutan görmüş. Komutan “Demirci, altın çiviler hazır mı?” diye sormuş. Demirci, bu saate kadar ancak 70 adet hazır edebildiğini anlatınca komutandan şu cevabı almış: “Kral senden imkansızı istedi ama artık ona 70 tane çivi de yeter. Çünkü dün gece bir göktaşı sarayın bahçesine düştü, kral öldü. Bu çiviler sandukasını süsleyecek…”
Demirci, o gün yüksek bir tepeye çıkıp tabiatı, uzakları seyredip düşünmüş ve şu karara varmış: “Uzaktan bakıp sadece mızmızlanmakla, eleştiri fısıldamakla, kaçmakla, gizlenmekle adalet sağlanmıyor. Benim görmüyor ya da duymuyor olmam adaletsizliklerin olmadığı anlamına gelmez. Şehrime geri döneceğim. Çünkü gerçekleri inkâr ederek yaşamak gerçek dışında yaşamaktır.“