ÖNDER GÜNEŞ
@ondrgns
Depremlerin üstünden üç ya da dört gün geçmişti.
Günlerdir neredeyse günde 20 saat televizyonda yıkımın büyüklüğünü, insanların acılarını, bekleyişlerini, umutlarını ve umutsuzluklarını izliyordum.
Türkiye İşçi Partisi üyesi kardeşime, eğer parti gönüllülere ihtiyaç duyarsa haber vermesini istedim. Arama kurtarma eğitimim yok, orada gereksiz bir yük haline gelir miyim diye de tereddütteydim.
Birkaç gün sonra aradı kardeşim; ertesi gün Hatay Defne’ye bir otobüs kalkacağını ve gönüllülere ihtiyaç olduğunu söyledi. İrice bir sırt çantasına eşimle aklımıza ne gelirse doldurduk, büyük marketlerin birinden yazlık çadır, mat aldık ve sonraki sabah yola koyuldum.
Neden yazıyorum bunları?
Bu yazıyı deprem gönüllüsü olarak sekiz gün kaldığım Defne’den döndükten sonra olan bitene sizleri de tanık etmek, dertleşmek ve biraz da bilgilendirmek için kaleme alıyorum. Depremlerin üzerinden henüz üç hafta geçti ve bölgedeki mücadele daha uzun süre devam edecek. Dolayısıyla dilim döndüğünce deprem bölgesinde yaşananları okuyucuya aktarmayı bir görev olarak görüyorum.
Şimdi eğer içinizden “Orada sekiz gün yaşadın, azıcık uykusuz kaldın, parmağın uf oldu, bize de bunu mu anlatacaksın” diye düşünüyorsanız, baştan söyleyeyim, evet tam da bunun için yazıyorum bunları. 40 yaşındaki bir insanın o kısa süre zarfında neler yaşadığını görün ve orada çok daha uzun süre yaşamaya çalışacak olanların, özellikle de çocukların, yaşlıların, engellilerin ve kadınların nelerle karşı karşıya kalacağını anlayabilin diye yazıyorum. Ajite etmeden, yalnızca bölgedeki gündelik gerçekliğin ne olduğunu gözünüzde canlandırabilesiniz diye kaleme alıyorum bu yazıyı.
Uyumak ne mümkün!
Depremin 10’uncu gününde (15 Şubat), gece yarısı bir otobüs gönüllüyle Hatay’ın Defne ilçesindeki TİP Deprem Koordinasyon Merkezi’ne ulaştık. Merkez, Defne’deki Dostluk Aile Çay Bahçesi’nin bulunduğu alanın içine kurulmuştu. Ne kadar da isabetli bir isim… Tıpkı hemen karşısındaki Sevgi Parkı gibi; yine gönüllülerin, TTB’nin, kadın örgütlerinin ve daha pek çok parti ve derneğin deprem sonrasında yardım için gelip çadırlarını kurduğu Sevgi Parkı.
Nemli, insanın içini titreten soğuk bir havada, yıkıntıların arasından geçerek vardık kamp alanına. Bizi karşılamaya gelen gönüllü arkadaşlar sırayla hepimizi çadırlara yerleştirdi. Marketten aldığım yazlık çadırı telefon ışığında kurdum ve uzun yolculuktan sonra birkaç saat uyumak için içine girdim. Fakat uyumak ne mümkün; iki kazak, yelek, kaban, bere, eldiven ve iki battaniyeye rağmen titreye titreye bir saat sonra çadırdan kendimi dışarı attım ve parkın bir yerlerinde yakılmış sobanın başına koştum. Anladık ki en az eksi 10 dereceye göre üretilmiş uyku tulumu olmadan uyumak mümkün değil. Dahası o nemli ve soğuk havanın sabaha karşı yarattığı çiğ damlaları, bizim yazlık çadırların damından üstümüze damlıyordu.
O gece hiç uyumadım; kimse uyuyamadı. Sonraki gün ise yoğun işin gücün arasında bir iki saat vakit bulduğumuzda -hava daha ılık olduğu için- çadırda bayılır gibi uyumaya çalıştık.
Üçüncü gün boğaz enfeksiyonu
Daha üçüncü günümde boğaz enfeksiyonu nedeniyle özel bir hastanenin kamp alanı içinde kurduğu revirde serum yedim. Bu satırları yazdığım an itibariyle de üst solunum yolları enfeksiyonu yaşıyorum.
Defne’de elektrik bir gidip bir geldiği ve diğer ısıtıcı türlerine ulaşmak çok zor olduğu için herkes odun-kömür-plastik yakmak zorunda kalıyor. O nedenle de solunan hava çok kirli.
Hijyen malzemeleri yarın da çok önemli bir ihtiyaç
Tahmin edeceğiniz üzere tuvaletler çok sınırlı. Bizim bulunduğumuz bölgede Adana ve Kocaeli belediyelerinin kurduğu mobil tuvaletlere günde binlerce insan gelip ihtiyacını gideriyordu. İtfaiye erleri bu tuvaletleri her gün temizlese de hijyen büyük bir sorundu. Duş almak ise lükstü. Kampın yanında Adanalı itfaiyeci abilerin kurduğu iki kabinli duşta bir kez su dökünme şansım oldu. Ancak Defne halkının o şansı da yok. En iyi ihtimalle eğer yeterince su bulabilmişlerse sobalarda ısıtıp hızlıca vücutlarını yıkamaya çalışıyorlar. Ama çoğunlukla yardımlarla gelen ıslak mendilleri kullanıyorlar. Dolayısıyla hijyen malzemeleri dün de bugün de yarın da çok önemli bir ihtiyaç. Temiz su ise ondan da büyük ihtiyaç. Şebeke suyu kaynatmadan kullanılamıyor. Diş fırçalamak için bile pet şişedeki sular kullanılıyor.
Dayanışma bu değilse nedir
Biz gönüllülerin günlük olarak yaptığı işler çok çeşitliydi. Sabah kamp alanındaki çöpleri toplamakla başlardık. Sonra gelen yardım tırlarındaki kolileri insan zinciriyle indirip depoya kaldırıyorduk.
Kırk yıl düşünsem bölgede görevli polislerin ve askerlerin TİP’li gençlerle yan yana aynı zincirde koli taşımaya yardım edeceği aklıma gelmezdi. Dayanışma bu değilse nedir bilmiyorum.
Deneme yanılmayla iş kotarmak
Ardından o kolilerdeki ürünleri tasnif edip yardım ürünlerini belirli bir düzen içerisinde depremzedelere dağıtmaya çalışıyorduk. Dağıtımları duruma göre bazen kamp alanından yaparken bazen de kampta isimlerini ve adreslerini yazdıranlara, bulabildiğimiz araçlarla kapı kapı dağıtıyorduk. Yani kaosun ortasında ufak da olsa bir düzen yaratmaya çalışıyorduk.
Her yöntemin avantajları ve dezavantajları olduğunu bunları yaparken öğrendik. Gönüllüler arasında kimsenin afet koordinasyonu nasıl yapılır üzerine ihtisası yoktu; sonuç olarak deneme yanılmayla iş kotarmaya çalıştık.
Gerçeküstü bir nezaket
Depremzedeler elbette çok üzgün ve yorgunlar, çok da öfkeliler. Öfkeleri bazen birbirlerine yönelirken bazen de bize dönebiliyordu. Bize kızdıklarında bile her kötü sözü yutup ama bir yandan da neyi neden yaptığımızı açıklayarak işimize devam ettik.
Gündelik ilişkiler çok zaman gerçeküstü bir nezaketle gerçekleşiyordu; kaosun içinde omzuna çarptığınız insan size dönüp bin bir özür diliyordu. Ve inanın o kadar çok insan, “Ben ondan aldım, başka ihtiyaç sahibine verin” diye bize yardım etti ki. Belki iki gün sonra o ürün kendisinde de kalmayacak ama yine de başkalarını düşünüyordu. Devam etmemizi sağlayan en önemli şey ise “İyi ki varsınız çocuklar” diyen amcalar ve teyzelerdi.
En zor şey, ‘Yok’ demekti
Gönüllülerin yaşadığı en zor şey ise insanlara ‘yok’ demekti.
-Soba var mı?
-Ablam bitti, gelsin diye bekliyoruz.
-Ama dün dağıtmışsınız, ben hiç almadım.
-Abla haklısın ama inan bitti, yine gelsin dağıtacağız.
-Çocuklar soğukta oturamıyor, hiç mi yok soba?
– ……………….
Yetmiyor işte
Evet herkes dişinden tırnağından artırarak yardımlar gönderdi, göndermeye de devam ediyor. Fakat yetmiyor işte.
Gönüllülük bir noktaya kadar iş görüyor. Adına devlet dediğimiz siyasal organın görevini kendi başımıza yerine getiremiyoruz. O yüzden kendinizi vicdani bir yükün altına gereğinden fazla sokmayın. Bu görevleri bireye yükleyip devletin sorumluluğunu gizleme hatasına düşmeyin. Fakat lütfen o insanları da unutmayın, yanlarında olun. Oraya gidemiyorsanız da devlete sorumluluklarını durmadan hatırlatın.
Lütfen hayal etmeye çalışın; eviniz yıkılmamış olsa bile ağır hasarlı ve gündelik hayatınızda yan odadan iki adım atıp aldığınız hiçbir eşya artık yok. Ayakkabı bulamayan terlikle geziyor; yerde bulduğu muşambayla yağmurdan korunmaya çalışıyor. Dün belki patlayan bir ampul size dert olurken şimdi ufacık bir tüplü ısıtıcı peşinde koşuyorsunuz.
Aklınıza gelebilecek her şey ama her şeyi bir yerlerden bulmak zorundasınız.
Acil ihtiyaç çadır değil konteynır
Çadır çok ama çok kısıtlı. Olsa bile soğuktan korumuyor. Korusa bile sürdürülebilir değil. Dolayısıyla acil ihtiyaç çadır değil; elektrik bağlantıları yapılmış, temiz suya erişimi olan KONTEYNIR’lar gerekiyor! Çadırlar ufacık bir kıvılcımla yanabilir, fakat konteyner dayanıklıdır. Kalıcı konutlar yapılana kadar konteynırlarda yaşanabilir ama çadırda asla!
Eğer devlet bu tür konteynırları üretebilecek memleketin her köşesindeki fabrika ve imalathanelere talimat verir, hammaddeye ulaşımı da kolaylaştırırsa inanın çok kısa sürede bunlar yapılabilir. Köy köy mahalle mahalle ulaştırılabilir.
Bir örnek vereyim; TİP’in Defne’de (Sevgi Parkı’nın arka tarafında) küçük bir alanda inşa etmeye çalıştığı 34 haneli konteynır-kentin yarısı tamamlandı bile. Orayı inşa edenler ise üç-beş gönüllü ve Defne yerelinde yaşayan, bu işleri yapma becerisine sahip insanlar.
Uzun soluklu bir mücadele
Bitirmeden son bir noktaya daha değinmek gerekiyor.
Defne’de bulunduğum süre içinde ara ara sosyal medyaya girip ne konuşuluyor ne tartışılıyor bakmaya çalıştım. Aslında her zaman hepimizin gözlemlediği fakat oradan daha net görülen bir şeyi paylaşmak isterim. Şimdi çıkıp size kendi deneyimimin yarattığı iktidar alanından “Ben gördüm, ben biliyorum, beni dinleyin” deme hadsizliğine girecek değilim. Deprem öncesi ve sonrasında her gün yaşadığımız sorunlar arasında bir hiyerarşi kurmak da istemem ki bunu yapmak tuzağa düşmek olur. Fakat lütfen çok ağır koşullarda çıplak hayatlarını sürdürmeye çalışan insanlar olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Trollerin yaymaya çalıştığı her gereksiz tartışmaya atlayıp sözü onların tekeline bırakmayalım. Bölgeden hüzünlü fotoğraflar, acılı hikayeler paylaşmaya lüzum yok. Toplum olmayı hatırlasak yeter. Bugün dayanıştığımız insanlar yarın bizim yardımımıza gözü kapalı koşacak. Sorumlulara sorumluluklarını hatırlatmaya devam edelim. Eğer mümkünse yardım yapmaya çalışalım. Onlar sizin duygudaşlığınızı ve dayanışmanızı dibine kadar hissediyorlar, hiç kuşkunuz olmasın. Odağımızı kaybetmeden, uzun soluklu bir mücadeleye kendimizi hazırlayalım.
* Bu yazı, 24 Şubat 2023’te Twitter’da yazdığım tivit zincirinin, sevgili hocam Murat Sevinç’in diken.com.tr’de yayımlanması önerisiyle derlenmiş, toparlanmış ve ayrıntılandırılmış biçimidir.