• ROTA
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11’i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • VPN HABER
  • ENGLISH

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SANAT
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Dayakçı öğretmen, yoksulluk, faşizm ve bize dair…

24/12/2021 19:56


MURAT SEVİNÇ

Bir işçi barakasındaki yangında can veren Suriyeli gençler, Mamaun, Ahmed ve Muhammed için…

İlkokuldayım, 1970’li yıllar. Herhalde sekiz-dokuz yaşları. Kenar mahallede öylesine bir okul. Hâlâ böyle gariplikler var mı bilmiyorum, bir gün ‘sınıf başkanı’ atandım! Büyük gurur tabii. Otorite bana güvenmiş, yetkilendirmiş, başkan yapmış. Hakkını vermeye çalışıyorum bu güvenin, öğretmenin yüzünü kara çıkarmamalıyım. Temel görevlerimden biri, öğretmen gelene dek sınıfın düzenini sağlamak. Elimde tebeşir, kara tahtaya düzeni bozanların, yaramazlık yapanların, yüksek sesle konuşanların adını yazıyorum, eğer susarlarsa siliyorum. Silinmeyen isimler cezalandırılıyor. Onların cezalandırılmasını sağlayan benim, bir görev insanı. O çağda çocuklar çok acımasız olurlar malum, ben o kadar değildim herhalde, sussunlar diye epey çaba harcıyorum. O zamandan bugüne, pek bir kimse, hatta hiç kimse kalmadı hafızamda doğrusu. Ancak bir kişinin yüzünü, adını, önlüğünü, hatta kıvrık önlük yakasını dahi unutmadım: Eyüp.


Çok yaramaz bir oğlan, insanı çileden çıkarıyor, bir an olsun oturmuyor, bana da ‘dört göz’ diyor, sinirleniyorum ve sürekli didişiyorum, kolay değil, düzeni sağlamak ‘vazifesi’ yüklenmiş omuzlarıma ve Eyüp gibi bir büyük sorunum var! Bir gün yine deli gibi sağa sola koşturup ‘düzeni bozar’ ve hiçbir ‘direktifimi’ kabul etmezken, karşılıklı bağrışma sırasında bir tokat attım Eyüp’e. Dondu kaldı, yerine oturdu, karşılık vermedi. Yaşamımın geri kalanında hiçbir canlıya vurmadım, hiç. Ama Eyüp’e vurdum. Ne yüzünü, ne adını, ne eprimiş siyah önlüğünü, ne ucu kıvrılmış kirli beyaz yakasını unuttum. Bunu neden yaptığımı, neden ona yaptığımı çok düşündüm sonra.

El kadar çocuğu sınıf başkanı seçip ‘düzeni sağlama’ sorumluluğu verdiler, muhbir atadılar, muhbirlikle gurur duymasını sağladılar, tahtadaki isimleri tek ayak üzerinde bekletip sınıfa mahcup ettiler. Memleket ahvaline ilişkin ne çok veri var şu önemsiz anıda. Güzel de neden vurdum acaba ve neden tepki göstermedi Eyüp? Tahammülü zor derecede yaramaz Eyüp’ün daha belirgin, en belirgin ve hepimizin o yaşta dahi farkına vardığımız özelliği, sınıfın en yoksul birkaç çocuğundan biri oluşuydu. Her şeyi eskiydi, yoksa çocuk aklı nasıl fark edecek yoksulluğu.

Herkes aynı mahallede yaşasa da, “Beslenme çantasına muz koymayın, alamayanın canı çeker” denilen Eski Türkiye asgari adabının geçer akçe olduğu yıllarda, birileri ‘daha eşitti’ kuşkusuz ve biz çocuk halimizle durumun farkındaydık. O kadar gariban görünmeseydi tokat atar mıydım, bilmiyorum, sanmam. Demek ki iktidar ve servetle ilişki böyle kuruluyor, insan denilen ve pek de matah olmayan varlık bu yollardan geçip ‘biri’ oluyor. Kime vuracağımızı da öğreniyoruz en nihayetinde, kursuna gitmeye gerek yok, zayıf olanı bilip hissediyoruz.

Yıllar sonra bir mizah dergisinde bir karikatür gördüğümde yine Eyüp’ü düşünmüştüm. Mahallede çocuklar ağız dalaşında, birbirlerine “Benim babam seninkini döver”, diyorlar; köşede yoksul bir çocuk da onlara bakıp “Hepinizin babası benimkini döver” deyiveriyor.

Son yazılarda sürekli yoksulluktan söz ediyorum, tahammül etmek çok zor hakikaten duruma, okur ve dinlerken muhtemelen sayısız insan gibi çileden çıkıyorum. Ekmek almakta zorlananlar, kuyrukta ömür tüketenler, pazarlarda tezgâh altı karıştıranlar ve onlarla, hepimizle kafa bulan iktidar mensupları, onların çevresindeki mide bulandırıcı arsız, ciğeri beş para etmez dalkavuk halesi. Tahammül edemiyor da ne yapıyorsun, derseniz, hiçbir şey, seyrediyorum, öylece seyrediyorum, sonra da bir halt yapıyor duygusu yaşamak için olsa gerek bilgisayarın başına oturuyorum. Böyle geçiyor günler.

Gelelim ortaokul ve lise günlerine.

12 Eylül’ün hemen sonrası. Sistematik işkence yapılıyordu, yine kenar mahallenin öylesine okullarında. Kavramları köpürterek kullanmayı tercih edenlerden değilim, yapılanın adı ‘işkence’ olduğu için işkence diyorum. Bu yazıyı okuyanlar içinde aynı kuşak ve mahallelerden herkes yaşamıştır benzer deneyimleri.

Ortaokulumda bir edebiyat öğretmeni, lisemde beden eğitimi öğretmeni, açıkça işkenceciydi. 12 Eylül sonrasında biraz elleri de rahatlamıştı sanırım bu heriflerin, içlerindekini daha kolay yansıtabiliyorlardı. Ortaokuldaki edebiyatçı, tahtaya kaldırır, soru sorar, bilemeyene tokat atardı. Bir arkadaşımız, tahtaya kalktığında gerginlikten adını dahi söyleyemediği için her ders artarak tokat yemeye başladı. Sonucunda, öğretmen tahtaya çağırdığında ağlamaya başlıyordu. Korkuyla seyrediyorduk. Bu yazıyı yazmadan önce ablamlara, o yıllarda eve gelince olup biteni anlatıp anlatmadığımı sordum, hiç söz etmemişim. Korkuyorduk yalnızca.

Lisede, beden eğitimi öğretmeni katıksız bir faşistti, sık sık sınıf kontrolü/baskını yapar, çeşitli işkence yöntemleri denerdi. Yine, yazıya başlamadan önce o haysiyetsizin adını araştırdım internette, 1994’te başka yere tayini çıkmış ve bir ilkokul üstelik, kimbilir neler yaptı orada. Okul takımında basket oynayan çalışkan bir tip olduğum için ‘efendi sporcu çocuk’ muamelesi görürdüm, baskınlarda üstümü başımı aramazlardı. Sigara içenler, bir tehlike sezdiklerinde bana verirdi, ceket ceplerime (artık ceket zorunluluğu yok sanırım) tıkıştırırdım. Fakat böyle şanslı bir günümüzde değilsek, sigara filan yakalanırsa, eyvah. Sıra dayağı gibi rutin uygulamayı geçiyorum, dört beş arkadaşımızın, defalarca, burunlarından kan gelene dek dayak yediğini hatırlıyorum, hepimizin gözleri önünde, sınıfta. Hatırlatmaya gerek yok sanırım, o yıllar da ‘birlik beraberliğe her zamankinden çok ihtiyaç duyulan’ ve ‘aynı gemide’ yol alınan yıllardı.

Sık işitiriz “Bizim millet şöyledir böyledir” türü genellemeleri ve hemen her zaman bazı olumsuz niteliklere atıfla olur. Oysa bana kalırsa asıl ilginç ve üzerinde durulması gereken olgu, bu memlekette iyi kötü sağlıklı düşünebilen ve barışçıl kalmış insanların bunu nasıl olup da yapabildikleri olmalı. Türkiye aile, okul ve muhtelif eğitim tornasının olağan ürünü bize ortaokul ve lisede öyle davranan insanlar olmalıyken, nasıl başka biri olabildi, diğerleri. İşte o diğerlerinin, onları daha insancıl hale getiren koşulları her neyse, onu çoğaltmalı.

Faşizm literatürü okumalarının benim açımdan en çarpıcı tarafı, akla hayale gelmedik eziyetlerin hemen her zaman sıradan insanlar tarafından yapılabilmiş olması. Öylesine, herhangi bir komşu, arkadaş, müşteri, öğrenci, eş, öğretmen olan insanların faşizmin destekçisi olabilmesi, kimi kaçıkların peşinde ülkelerini ve insanı felakete götürüp büyük acılar yaşanmasına yol açabilmesi. Günlük yaşamda, dilde, sıradan insanın davranışında, onun otoriteyle kurduğu ilişkide aranmalı faşizmin nüvesi, oralarda filizleniyor.

Birkaç gündür, okulda öğretmenin şiddet uyguladığı bir çocuk hakkında konuşuluyor.

O çocuğun gördüğü şiddet münferit değil kuşkusuz. Çok sıradan, gün içinde herhangi bir yerde karşılaştığımız faşizanlığın, yanlışlıkla kameraya takılmış hali. Müşteriye sövüp trafik polisine yaltaklanan bir dolmuş şoförü, arkadaşını ya da öğretmenini ihbar eden bir öğrenci, kadına şiddet uygulayan erkek, aracını kaldırıma park edip kendisini uyarana saldıran okumuş, yüzsüz siyasetçi, rüşvetçi bürokrat, ihaleci iş insanı, kâr için feda etmeyeceği hiçbir değeri olmayan büyük sermayedar, yalancı akademisyen, düzenbaz gazeteci… Kim ararsan var o kamera görüntüsünde, öğretmenin talihsizliği koridordaki kayıt cihazı ve işkencenin sosyal medyada yayılması. Evet, o bir işkence görüntüsü, ‘vurduğu yerde gül biter’ ahlaksızlığını üretmiş içine tükürülesi kültürde dahi, o fiilin adı işkence.

Çocuğu döven öğretmen, karşısında kim olduğunu biliyor, o çocuğun konumu, muhtemelen ailesi ve muhitinin varlığı-yokluğu hakkında fikir sahibi, küçücük, zayıf biri karşısındaki… Yaşadığı memlekette cezasızlığın makbul olduğunun da farkında elbet, ‘kameraya yakalanmamış’ işkenceci memurların, hatta kimi ‘yakalanmışların’ nasıl hızla yükseldiğini, nasıl muteber yurttaş ve memur olduğunu biliyor. Rahatlığı buradan; günlük, sıradan, yaşamın her anına sızmış faşizm pratiklerinden…

Suriyeli gençlerle ilgili bir açıklama:

Yazının ilk halinde Suriyeli gençler de vardı, tüm haber sitelerindeki açıklamalarda biri tarafından yakıldıkları ve bunun ‘itirafla’ ortaya çıktığı yazıyordu. Yazı yayınlanmadan önce, bir ‘son dakika’ haberi dolaşmaya başladı; itfaiye raporunda, kaldıkları barakada elektrik kontağının yataklarını tutuşturduğu yazıyormuş. Ortada iki iddia var haliyle: Gençler ya yoksul olduğu, o koşullarda yaşamaya mecbur kaldığı için can verdi, ya da ırkçı saiklerle yakıldı. İkisi birbirinden beter. Haklarında çıkan ilk haberin okur ‘yorumlarını’ okuduğumda, bir kısmı trol bir kısmı açık isimli sosyal medya kullanıcısının epeyce sevindiğini gördüm. Yakılma haberinden söz ediyorum. Olmasın, ancak diyelim bir ırkçı yaptı bunu hakikaten, akıllarını Suriyeliler ile bozmuş kravatlı ahlaksız ırkçılara ne ifade eder? “Eh canım burada görmek istemediğimizi dile getiriyor, alın evinizde besleyin diyor ve haklarında sayısız yalan üretiyor olabiliriz de, gidin yakın mı dedik?” Hedef gösterdikleri Hrant Dink’i ya da Tahir Elçi’yi, “Gidip de vurun” mu dediler! Üç genç insan, yabancı uyruklu işçi, şu ya da bu gerekçeyle yandı bir barakanın içinde, somut gerçek bu. Yoksullukla, şu rezil dünya düzeniyle, eşitsizlikle, savaşların yakıcılığıyla, toplum adını verilen ‘kalabalığımızın’ kumaşı ile olup bitenler arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurulmadığı sürece; güzelim genç insanların can verdiği bir toprakta ne biter, ne yetişir? Açık değil mi mahsulün niteliği?

Filed Under: Agora

Tüm yazılar: Murat Sevinç

SON HABERLER

NASA’nın Salda paylaşımı sonrası ziyaretçi artınca kirlilik de çoğalmış!

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Tabiat Varlıkları Koruma … Devamı...

Kamyondan koşarak kaçan yabancılardan 35’i ‘yakalandı’; sınırdışı edilecekler

Kocaeli valiliği, bir kamyon kasasından çıkarak kente dağıldığı görülen … Devamı...

Ankara’daki ‘NATO zirvesi’nde neler konuşuldu?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, İsveç ve Finlandiya'nın savunma … Devamı...

Bir günde 1260 vaka, dört can kaybı

Sağlık Bakanlığı, bugünün corona virüsü tablosunu açıkladı. Buna göre 24 … Devamı...

Bodrum’da deniz ve sahilden iki saatte 250 kilogram çöp çıktı

Muğla'nın Bodrum ilçesindeki deniz dibi temizliğinde 250 kilogram çöp … Devamı...

Kira düzenlemesi 10 güne hazır: ‘Kiracı da ev sahibi de mağdur olmayacak’

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, kira fiyatlarına … Devamı...

Yemeksepeti’nin işten çıkardığı işçiler davayı kazandı

Tüm Taşıma İşçileri Sendikası (TÜMTİS), Yemeksepeti'nin Manisa'daki … Devamı...

Erzurum’da bulunan yavru kurtlar biberonla besleniyor

Erzurum'da bulunan dört kurt yavrusu koruma altına alındı, biberonla … Devamı...

Akşam Postası / 25 Mayıs 2022

‘Kaçış planı’ hakkında sessiz kalan Erdoğan mahkemeye … Devamı...

Nuriye Gülmen ve Yasemin Karadağ 10’ar yıl hapis cezası

Kanun Hükmünde Kararname'yle (KHK) görevinden ihraç edilen akademisyen … Devamı...

Bitmiş denizin kumunu satanlar
Tersane İstanbul

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 1667 gündür hapiste

YAZARLAR

Ukrayna’dan Suriye’ye uzanan faylar

Bahadır Kaynak

Benim mezhepçi tanışlarım, aslında yok muydu?

Murat Sevinç

‘Hikaye’ olma hikayeler yaşa

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazarlar yazılarından sessizce çekilmesini bilmeli!

Mustafa Dağıstanlı

Kılıçdaroğlu aday olursa…

Levent Gültekin

Şöyle doya doya küfür de mi etmeyelim: Erşan Kuneri’nin düşündürdükleri

Arzu Uzunali

İsveç Köftesi, Kürt Böreği

Bahadır Kaynak

GÜNÜN 11’İ

Atılım Murat: Türkiye’nin ‘çok zorlanacak ülkeler’ listesinde yer alması üzücü

Dilek Güngör: Türkiye pandemi sonrası yakaladığı avantajı da kaybedecek

Kaan Sezyum: ‘2023’te kendi ejderhamızı yetiştireceğiz’ dense bile daha anlamlı

Tuncay Mollaveisoğlu: Erdoğan, kendisini Abdülhamit’in yansıması gibi görüyor

Esfender Korkmaz: Hükümet bilerek veya bilmeyerek istikrar önlemi almıyor

Alaattin Aktaş: Seçimin ne zaman yapılacağının ipucunu verecek tarih

Murat Muratoğlu: Uzaya giden astronotlar için şehir hastanesi de ihtimal dahilinde

Yılmaz Özdil: Valilik, otomatik silahlarla atış talimi yapanları kontrol ediyor mu?

Abdurrahman Yıldırım: İç içe geçmiş negatif döngüler süreci

İbrahim Kahveci: Merkez dövizleri satmadıysa 20 milyar dolar nerede?

Barış Yarkadaş: İktidar, muhalefetin zaafını yakaladı ve sonuna kadar kullanıyor

Salep soğanı toplayanlara 218 bin lira ceza

‘100 çocuklu doktorun kızları’: İki kadından Netflix’e ‘bizi ifşa ettin’ davası

Yavru karaca korumaya alındı

Bruce Willis basket attı: Hastalığı sebebiyle oyunculuğu bırakmıştı

Futbolda Türk takımlarının Avrupa’daki yol haritası

Yaşlılar para ve bakım karşılığında ötenaziyi kabul eder mi: Japon yönetmen Cannes’da sordu

Ağzını açamıyordu: Dalgıçlar 12 metrelik balinayı ağlardan kurtardı

Uygulamalarda birini bulmak isteyen erkekler; önce tişörtünüzü giyin!

Mayısta yağan kar, kışı aratmadı

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SANAT
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
  • AGORA
  • DİKEN’E TAKILANLAR
  • BİRİNCİ SAYFALAR
  • GÜNÜN 11’i
  • AKŞAM POSTASI
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 5 YAŞINDA
  • KÜNYE
  • İLETİŞİM
  • E-mail
  • Facebook
  • Google+
  • Pinterest
  • RSS
  • Twitter
  • Vimeo
  • YouTube

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi