MURAT SEVİNÇ
Bir hafta boyunca anayasanın ‘dördüncü’ maddesi konuşuldu. Cumhur ittifakının parçası bir partinin genel başkanı kuyuya taşı attı, müttefikleri çıkarmaya çalışıyor gibi görünüyor. Ya da muhalefet, durup dururken yeni ve daha sert bir tartışmaya çekilmeye çalışılıyor, özellikle Kürt siyasal hareketi. Hal böyleyken ‘tartışmamak’ta yarar var! Anayasası askıya alınmış bir ülkede ‘değiştirilemez’ maddeleri konuşmak olsa olsa bir fıkra konusu olur ki kimsenin gülmeye takati yok.
Gündemden düşmeyen bir başka konu ise CHP. Bazen, genel olarak muhalefetin, özelde CHP’nin (belki de daha doğrusu, kimi eski ve yeni CHP’lilerin!) ‘ilgi bağımlılığı’ndan mustarip olabileceğini düşünüyorum! Ruşen Çakır birkaç gün önce bu konuda kısa bir program yaptı. Büyük ölçüde katıldığım değerlendirmesini buraya bırakıyorum.
CHP’yi konuşmanın herkes bakımından cazip yanları var. CHP’deki hizipler, bir süredir Kılıçdaroğlu şahsında belirginleşen parti içi iktidar mücadelesi, muhtemel cumhurbaşkanı adayı konusundaki kararsızlık-belirsizlik, cumhur ve yandaş basının söz konusu ‘iç iktidar’ savaşını harlayacak her şeyi yapması, CHP hakkında konuşmanın ve eleştirinin ‘risk’ taşımaması, bazen trajikomik bir hal alan ‘kulis’ haberciliği, kimi YouTuber gazetecilerin işi gösteriye dökme yönündeki hevesi vs… CHP, hakkında çok ve boş konuşabilmek için sonsuz fırsat sunan bir parti.
CHP’nin ‘iç işleri’nin bu denli çok konuşulmasının seçmeni olumsuz yönde etkilememesi mümkün değil. Siyasi yaşamın ayrılmaz parçası haline ‘getirilen’ yüce anket sonuçlarına bakılırsa kararsızların ve oy vermeyeceklerin sayısı her geçen gün artıyor. Doğru ya da yanlıştır, ‘İşler üç günde değişir’ vs. Doğru, henüz olası bir erken seçim için dahi oy oranlarını tahmin etmek olanaksız. Buna mukabil, kafa karışıklıklarını ve güvensizlik hissini fark edebilmek için çevremize biraz dikkatlice bakmak yeterli. CHP’nin yerel seçimdeki başarısıyla yarattığı heyecan büyük ölçüde sona erdi. Üstelik bu durum, iktidar cenahı son 20 yılın en zor günlerini geçirir ve hiçbir şey vaat edemezken yaşanıyor.
Kendi seçmeninizi çantada keklik görüyor (ki öyle) ve sağ seçmen ve kararsızlardan oy alabilmek için siyaset yapıyorsanız ve sonunda oy oranınız aynı kalırken kararsızların sayısı artıyorsa o siyasette bir sorun olabileceğini düşünmek gerekmez mi? Peki, kendi seçmenini ‘doğru yolda olduğuna’ ikna etmekte zorlanan bir muhalefet partisi, kendi seçmeni olmayan ‘kafası karışıklara’ ne söylemiş olur?
‘Kendi seçmenini ikna edememek’ ne anlama geliyor?
Bir seçmenin bir partiye oy vermesi, o seçmenin o partinin hemen her yaptığını ve söylemini bütünüyle benimsemesinden kaynaklanmaz. Bir yurttaş-seçmen büyük bir istekle ya da kerhen oy verebilir, kötünün iyisini seçebilir, tatava yapmayıp basıp geçebilir vs. Bu konuda söylenecek çok şey var kuşkusuz, ‘seçmen’ adı verilebilecek ayrı bir ‘tür’ yok malumunuz; ancak yazının sınırlarını aşacağından genelleme kaçınılmaz hale geliyor. Tanıdığım CHP’li seçmenin neredeyse hepsi, CHP’yi çokça eleştirerek oy veriyor partisine. Eleştiri iyi bir şey, buradaki sorun eleştiri ya da özeleştiriden çok, ‘mecburiyet’in başat duygu ve davranış biçimi haline gelmesi. Bu yüzden, kişisel olarak, bir partinin ‘inandırıcılığı‘nın öncelikle kendi seçmenini, bir başka söyleyişle ‘kendisine oy vermesi garanti’ seçmeni ‘inandırması’yla mümkün olacağı kansındayım.
Söz konusu ‘ikna/inandırıcılık’, iktidarın çizdiği sınırlar içinde oynamakla olmuyor, olmayacak. Muhalefet, CHP, birkaç istisna haricinde yıllardır o sınırları aşmadı ve toplumsal kamplaşmayı yumuşatmak gibi son derece gerekli ve saygıdeğer bir çabanın, muhafazakârlığa (evet, muhafazakârlığa) methiyeyle mümkün olduğu düşüncesini saplantı haline getirdi. Bu sözlerim, örneğin ‘helalleşme’ ya da ‘yumuşama’ çabasına yönelik bir eleştiri değil, aksine, ikisi de gerekli. Eleştiri, tek taraflı, sonunda bezdirici bir sevimlilik gösterisine dönüşen ve muhatabı daha da şımartan, ‘diyalog’dan çok ‘ödün’ü çağrıştıran çabaya. CHP’nin yeni yönetimi de bu kapandan çıkamıyor ne yazık ki.
Yerel seçimden bu zamana heyecanın azalmasında bunların da payı var, inandırıcı olamamanın, kendi seçmenini doğru yolda olduğuna ikna edememenin. CHP’nin, ‘Şu durumda şunu yaparız, bu durumda bunu yaparız…’ nevi kostaklanmasının ya da bazı ‘yönetsel’ gösterilerin, seçmeni ikna edemeyeceğini düşünüyorum. Umut kırıcı bir durum bu.
İkna/inandırıcılık sorununun görünür nedenlerini yalnızca birkaç örnekle düşünelim:
Örneğin, geçen yılki seçim sürecinde, başlıca propaganda sloganlarından biri ‘Cumhuriyet rejimi tehlikede’ idi. Seçim sonrası hava tamamen değiştirildi, mavi halılarda pozlar verildi vs. Ya geçen yıl yalan söylüyordu muhalefet ya da… Milyonlarca kaygılı yurttaş ne düşünmeli?
Örneğin, İmamoğlu’na ceza çıkarsa dünyayı ayağa kaldıracağını söylüyor CHP’liler. Sizce şu iddiayı ciddiye alan bir Allah’un kulu var mıdır? Ne zaman kaldırdılar ki şimdi yapsınlar. Üstelik İmamoğlu’na getirilecek bir yasaktan memnun olacak partililer varken! Saraçhane’de bir miting, birkaç afili konuşma… iki, bilemedin üç gün. Sonra? CHP, Adalet Yürüyüşü dışında hangi sıradışı eylemi gerçekleştirdi bugüne dek? O yürüyüşten de pişman olunmuş gibi, fındık fıstık üzüm mitingi filan derken, hızla unutturdular!
Örneğin, arada bir, en utangaç halleriyle erken seçim talebi dillendiriyorlar. Muhalefet “Erken seçim yapsak ya” diyecek ve iktidar “Yahu ne iyi oldu hatırlattığınız, hadi yapalım” yanıtını verecek. Sanırım böyle bir beklentileri var. Taleplerine kendilerinin de pek inanmadığını tahmin ediyorum.
Örneğin, ola ki bir erken seçim olursa Erdoğan’ın adaylığını istediklerini özellikle vurguluyorlar. Son seçimde yaptıkları gibi. ‘Aday olamaz’ tartışması ise çoktan unutuldu. Bir seçimin ‘hukuka uygun’ yapılacağını düşünmelerinin gerekçesi ne? Başta YSK olmak üzere tüm kurumlar hidayete mi erecek bu süreçte? Anayasası askıya alınmış bir ülkede, anayasası askıya alınmamış bir ülkenin siyasetçisi gibi davranmaktan yorulmamalarının sade yurttaşı ne denli yorduğunun farkındalar mı?
Misal, gölge bakanlıklar. İngiltere örneğiyle benzerliği var mı? İngilizlerin gölge kabinesi, İngiltere (parlamenter) demokrasisi içinde işlevseldir. Bu kurumların anlamlı bir iş görebilmesi için hukuk devleti olmak gerekir. Yüz yurttaştan 99’unun telaffuz etmekte zorlanacağı ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ gevezelikleri kimi ne kadar ikna etti ki gölge bakanlar vb. etsin. Ayrıca şu anki sistemde ‘gerçek’ bakanların bir gücü mü var! Bu işler Türkiye’de kime hitap ediyor, anlamak olanaksız.
Kafası karışık seçmenin ikna olabilmesi için tutarlı, yaptığı ve söylediği belli, umut veren bir siyasete ihtiyaç var. Aksi takdirde, ‘Geliyor gelmekte olan’ ile ne geldiyse, ‘2025’te iktidarız’ ile de o olur.
Bir vefat duyurusu
Mülkiye Anayasa Kürsüsü’nün büyük hocası ve 1961 Anayasası’nın yapıcılarından, 1997’de yitirdiğimiz Bahri Savcı hocanın eşi, kıdemli Mülkiye’lilerin tanıdığı, bildiği, çok saydığı ve sevdiği, hocalarımızın ve sevenlerinin ‘Sudiş’i, Sudiye Savcı (1932-2024) yaşamını yitirdi. Sudiye Hanım çok iyi, nazik ve sevecen bir insandı. Mülkiye camiasının ve sevenlerinin başı sağolsun. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.
Sudiye Hanım, 91. doğum gününde, kürsümüzün en kıdemlileri Fazıl Sağlam ve Cem Eroğul hocalarla birlikte.