
HÜRREM SÖNMEZ
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Ceren Damar yaşamının baharında bir kadın akademisyendi, üniversitedeki odasında, sınavda kopya çekerken yakaladığı öğrencisi tarafından öldürüldü. Sırtından 17 bıçak darbesi ve iki el ateş edilerek…
Tutuklanan hukuk fakültesi öğrencisi Hasan İsmail Hikmet ilk ifadesinde “Geçmem için kopya çekmem gerekiyordu” demiş, hocasını onu kopya çekerken yakaladığı için öldürdüğünü söylemişti.
Geçtiğimiz günlerde tutuklu olarak yargılandığı davanın ilk duruşması görüldü, ancak sanık bu kez başka bir ifadeyle karşımızdaydı, savunmasında “İlişkimiz vardı, sevgiliydik” dedi. “Yaklaşık 6 ay ilişkimiz oldu. Ayrıldıktan sonra baskı yaptı, psikolojik tedavi oldum….Canımdan çok sevdiğim annem hakkında söylediklerini unutamadım…. Maktule annemi karıştırmasaydı böyle bir olay yaşanmayacaktı” dedi. O mahkeme salonunda artık hayatta olmayan Ceren Damar hakkında, kendisinin itiraz etmesi mümkün olmayan birtakım iddialar ileri sürüldü… Ceren’in ailesinin, öğrencilerinin, dostlarının huzurunda.
Ceren Damar başarılı bir genç kadın, işini iyi yapmaya, dürüst bir hayat yaşamaya çalışan bir insandı yakınlarının anlattıklarına göre. Lakin sanığın kendi masumiyetini savunmak için başvurduğu yol, o cinayetin kurbanı Ceren hocaya saldırmak üzerinden kurgulanmış olsa gerek, onun toplum nezdinde oluşan ‘temiz, düzgün, dosdoğru bir insan’ intibasının o duruşma salonunda parçalanması, ölü bedeninin üstüne gölge düşürülmesi, ölenin de ‘lekenlenmesi’ gerekiyordu ki, failin fail değil aslında kurban olduğu algısı yaratılabilsin. ‘Meşru müdafaa’ ‘ağır tahrik’ tezleri ortaya koyulabilsin. “Aslında o da öyle sandığınız gibi biri değildi, sanık suç işledi ama ölen de masum değildi” mesajı yerine ulaşabilsin.
Nadira Kadirova 23 yaşında Özbekistan vatandaşı bir genç kadın. AKP İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’ın evinde çalışıyordu. Nadira geçen hafta işvereni Ünal’ın silahıyla çalıştığı evde intihar etti iddiaya göre. 23 yaşındaki genç kadının olaydan bir gün önce arkadaşına, “Çok kötü şeyler oluyor. Ben ağabeyimin yüzüne nasıl bakacağım? Ölmek istiyorum” dediği, işvereni olan milletvekilinin kendisine cinsel tacizde bulunduğunu anlattığı iddia ediliyor. Basına yansıyan haberlere göre soruşturma savcısı, Nadira’nın tanık olarak dinlenen arkadaşına “Siz Nadira Kadirova’yı fuhuşa mı götürüp getiriyormuşsunuz” sorusunu yöneltmiş, tanık fuhuş iddiasını reddetmiş. Tanık, polisin ona “Bu işin vebali var, biz bir inceleyelim siz yine ifade verirsiniz” dediğini belirtiyor ifadesinde, yani “Biz bir bakalım konuya sen hele bir sessiz kal” demişler anlaşılan. Otopsi yapılmadan, tanık ifadeleri alınmadan apar topar cenazesinin ülkesine gönderildiği iddia ediliyor. Nadira Kadirova artık bu dünyada değil, ölümü bir dosyanın içinde bir evrak ve ‘maddi gerçeğin ortaya çıkarılması’ gerekçesiyle ölümünü aydınlatması gereken bir hukuk insanı onun fuhuş yapıp yapmadığını sorguluyor. Neden öldüğünden daha önce Nadira’nın nasıl bir hayat sürdürdüğü sorgulanıyor şimdi. Olay bir yargılamaya konu edilirse o mahkeme salonunda daha nelerin söylenebileceğini, Nadira’nın ardından ‘savunma’ adı altında ne cümleler kurulabileceğini tahmin etmek güç değil.
Nasıl mı? Kendisini bir plazadan aşağıya atarak intihar ettiği iddia edilen ama deliller öldürüldüğüne işaret eden Şule Çet davasında savunma avukatları tarafından gündeme getirilen bekaret tartışmalarından biliyoruz örneğin, Ceren Damar davasında savunma tarafından ortaya konulan ‘öğrencisini istismar eden hoca’ tezlerinden ya da.
Kısa bir zaman önce “Ölmek istemiyorum” çığlıkları, küçücük kızının “Anne lütfen ölme” haykırışları, hepimizi derinden sarsan Emine Bulut’u katleden sanık da yarın duruşma salonunda yargıç karşısına çıktığında, en mağdur, en ‘temiz’ hali ile “Namusum için öldürdüm, ahlâksız bir hayat sürdürüyordu” savunması yaparsa şaşıracak mıyız? Emine Bulut’un ardından, “Kimse öldürülmeyi hak etmez” yazmak zorunda kaldı bu ülkede kadınlar, sanki bu hatırlatılması, paylaşılması gereken yoksa bazen hatırımızdan çıkabilecek, bazı durumlarda aksi de söz konusu olabilecek bir bilgiymiş gibi!
Her kadın cinayetinin ardından benzerlerini temcit pilavı gibi dinlediğimiz bu cümleler, bütün bu ‘düşük ahlaklı kadın’ göndermeleri “Kendimi kaybetmişim” savunmaları, “O da masum değil bak adamın da başını yaktı” satır araları, “İkisine de yazık oldu, diğeri de hapse girdi o da mağdur” hayıflanmaları, bütün bu ağır tahrik savunmaları, hafifletici sebep talepleri, hepsinin dönüp dolaşıp vardığı yer aynı kirli ahlak anlayışı. Bütün bu savunmaları yapanların, ölen kadınların ardından o duruşma salonlarında ‘maddi gerçeğin ortaya çıkarılması’ kisvesi altında, kutsal savunma hakkı diye diye kadınların manevi şahsiyeti üstünde tepinenlerin güvendiği yer aynı müesses nizam. Siyasi iktidar tarafından da, yargı tarafından da her fırsatta hatırlatılan, o muhafazakar ahlakın şefkati! Biz sadece yapanları değil, o savunmanın işe yarayacağı kanaatini besleyen damarı, duruşma salonlarındaki o iklimi sorgulamalıyız.
Sürdürdüğümüz hayatı, o hayatta durduğumuz yeri, her ne yapıyorsak onu nasıl yaptığımızı kişisel seçimlerimiz belirliyor. Maddi gerçek dediğimiz şey, bizimki gibi ülkelerde pek kolay eğilip bükülebilen bir şey olabiliyor çünkü. Savcıysak şüpheli bir ölüm karşısında neyi, hangi öncelikle ve ne saikle sorguladığımız bizim seçimimiz, avukatsak kimi hangi tezlerle savunduğumuz, hangi cümleleri kurduğumuz bizim seçimimiz. Hangi insani değerleri nereye kadar hâtırımızda tuttuğumuz, önceliklerimizi neye göre belirlediğimiz de bizim seçimimiz, o seçimlerimizle çıkıyoruz toplumun huzuruna.
Sanık kürsüsündeki kişinin eylemini mâzur, kendisini haklı gösterme gayreti çerçevesinde hangi yollara tevessül ettiğini sorgulamak gayesinde değilim, çünkü savunma hakkıdır ve bunu yargının değerlendirmesi icap eder. Ama bir kadın öldürülmüş ve siz onu yargı huzurunda cinsel istismarcı ilan etmeye çalışıyorsanız bu bir seçimdir. Uzak bir ülkeden çalışmaya gelmiş bir genç kadın şüpheli bir şekilde ölmüş ama siz delilleri gerektiği gibi toplamıyorsanız bu bir seçimdir. Maddi gerçeği hangi cepheden sunmak istediğinize dair bir seçim…
Aşina olmayan bir bünyeye dışarıdan vicdan ve adalet duygusu, meslek ahlakı da zerk edilemiyor elbette. Lâkin bütün bu tanık olduklarımız, bütün bu işittiğimiz cümleler karşısında üzülmenin ve öfkelenmenin dışında Ceren Damar’a, Nadira Kadirova’ya, Emine Bulut’a ve ismini bilmediğimiz onca öldürülen kadına karşı “Hayır maddi gerçek bu değil” demenin ötesinde bir sorumluluğumuz var.
Yargının hangi maddi gerçeğe, nasıl baktığını, hangi yazılı ve yazılı olmayan kurallarla yaklaştığını, benzerlikleri tesadüf olmayan bütün bu savunmaların gözlerimiz önüne serdiği ‘örgütlülüğü’ sorgulamak mecburiyeti.
Bütün o “İlişkimiz vardı”, “Zaten uygunsuz bir hayat sürdürüyordu”, “Erkekliğime dokundu” laflarının hiçbir yere varamadığı, hiçbir koruma sağlamadığı, aksine o duruşma salonlarında telaffuz edenler için bir utanç vesilesine dönüştüğü, ‘iyi hâl’e değil ‘kötü hâl’e yorulduğu bir hukuk ve toplum düzenini oluşturmak sorumluluğu.
Ölen bir kadının neden öldüğünü değil de nasıl yaşadığını sorgulamakla vazifeli gibi davranan bazı yargıç ve savcıların, bu savunmaları yapan ve bu savunmanın bir yere varabileceğine inanan avukatların yan yana durduğu o hizayı yıkamadığımız sürece, birileri bir yerlerde bu cümleleri kurmaya devam edecek çünkü!
Bugün hukukçu bir akademisyen, dün bir üniversite öğrencisi, yarın emekçi bir göçmen kadın… Kim olduğu, nasıl bir hayat sürdürdüğü fark etmeksizin, ölmüş bir kadının toplum tarafından yargılanması ve mahkum edilmesi, böylelikle ‘erkekliğin aklanması’ için her defasında benzer cümleleri tekrar edenler, o iki yüzlü muhafazakar ahlaktan medet umanlar karşısında, hayat hakkı ellerinden alınmış o kadınların onurunu çiğnetmemek, ancak o sözlerin sahiplerinin medet umdukları zihniyeti kazıyıp yok ederek mümkün olabilir… Bütün o imaların, satır aralarının ulaşması istenen, cezasızlık iklimini besleyen o damarı kurutarak. Katilleriyle ve onların sığındıklarıyla yüzleşme imkanı olmayan bütün kadınlar için, başka bir kadının ardından aynı cümlelerin kurulmaması için.. Kimseleri tanımadığı bir ülkede ölüp giden kadınların ardından, onların hukukunu savunacak birilerinin çıkacağını hatırlatmak için…