Soma’daki maden faciasında bir madenci yakının ‘Cehenneme git Erdoğan‘ sözlerini haberinin başlığına taşıyınca hükümetin hedef tahtasına oturttuğu Der Spiegel muhabiri Hasnain Kazim, Pakistan’da çalıştığı sırada ölüm listesine girdiği Taliban’dan bile Türkiye’deki kadar sert tehditler almadığını söyledi.

Der Spiegel Türkiye muhabiri Hasnain Kazim
Kazim, çoğu Almanca yazılmış ve küfür içeren 10 binden fazla tehdit mesajı aldığını anlatıp, ”Ama 4 yılda Taliban içinde çok insan tanıdım ve oradan gelen tehditlerle nasıl baş edeceğimi öğrenmiştim. Oradaki tehditler bile buradaki kadar yoğun ve sert değildi” dedi.
‘AK hiddet’ Der Spiegel’e muhabirini geri çektirdi
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Kazim’in söyleşisinde öne çıkan kısımlar şöyle:
‘O gün herkes Erdoğan’ı eleştiriyordu’
* Başbakan Erdoğan’ın Soma’yı ziyaret ettiği o malum günde vardım olay yerine. O gün cesetleri içeriden çıkardıkları noktaya kadar hâlâ gidebiliyordu gazeteciler. Dolayısıyla her şey gözümün önünde cereyan ediyordu… Bekleyenler içeriden çıkan sedyelere ‘Acaba benim yakınım mı’ diye koşup örtüyü açmak için çırpınıyordu. Korkunç manzaralardı. Doğal olarak herkes çok üzgün ve öfkeliydi. Ben o insanlarla konuşmaya başladığımda Erdoğan yeni ayrılmıştı. Yaptığı konuşmayla onların beklentilerini karşılayacak bir empati ya da sempati göstermemişti. ‘Bu işin fıtratında var’ deyip başka ülkelerden örnekler vermesinden insanlar rahatsız olmuşlardı. Orada konuştuğum insanlar bu duygularını dile getirdiler. Söyledikleri hep olumsuzdu. O konuştuğum insanlardan birinin bir cümlesi de benim yazımın başlığı oldu. Tam olarak şöyle demişti; ‘Ben aslında bugüne kadar Erdoğan’ı seven ve ona karşı olumlu düşünceleri olan biriyim ama bugün cehenneme kadar yolu var’.
* O gün orada konuştuğum insanların hepsinin duyguları olumsuzdu. Hatta insanlar bugün yeniden olay çıkmasın diye tekrarlamayacağım daha kötü şeyler söylediler. Herkes Erdoğan’ı eleştiriyordu. Onlar arasından ben bunu seçtim. Başlığı da ben koydum. Bilirsiniz, başlık ve spotlar en sonunda merkezde belirlenir. Ben koştururken Hamburg’dan aradılar. Bu başlığı kullanacaklarını söylediler. Ben de ‘Tamam’ dedim.
‘Nasıl iyi bir başbakan deseler, onu da yazacaktım’
* Olanlardan sonra kendi kendime ‘Gerçekten de tamam mıydı’ diye düşündüm tabii. Evet, o gün için de bugün için de tamam. Bu benim konuştuğum gerçek insanlardan birinin cümlesi. Benim ya da Der Spiegel’in görüşü değil. Eğer o insanlar bana o gün ‘Nasıl da iyi bir başbakan. Burada kötü bir olay oldu ama biz yine de onu seviyoruz, çünkü gelip bize umut verdi’ deseydi, onu yazacaktım.
‘1000’den fazla ‘O.Ç’ mesajı aldım’
* Kesinlikle bir kampanyaydı. Sadece mesajların yazılış şeklinden ve içeriğinden bunu anlayabilirsiniz. 473 kere ‘Ananı s…’, 1000’den fazla ‘O.Ç’ mesajı. Çoğu Almanca yazılmış 10 binden fazla mesaj. Belli ki ya Almanya’da yaşayan Türkler ya da Türkiye’de yaşayan Almanca bilen insanlar örgütlenmişti. Mesajlardaki gramer hataları bile kopyalanmıştı. Birisi hazırlamış, binlerce kişiye göndermiş belli. Tehdit savuran bazı Twitter hesapları sadece beni takip ediyordu, başka takip ettiği kimse de yoktu, takipçisi de.
‘Taliban’ı öğrenmiştim’
* Kaygılandım ama korkmadım. Benim için mesele tehdidin ne kadar büyük ya da gerçek olduğunu anlamaktı. Pakistan’da çok fazla ölüm tehdidi aldım. Tehditleri gönderenler arasında Taliban ve gizli servis de vardı. Ama 4 yılda Taliban içinde çok insan tanıdım ve oradan gelen tehditlerle nasıl baş edeceğimi öğrenmiştim. Oradaki tehditler bile buradaki kadar yoğun ve sert değildi.
‘Gerçekten söylediklerini yapacaklar mıydı, bunu kestiremedim’
* Burada zor olan şunun kararıydı; insanlar gerçekten söylediklerini yapma konusunda ciddi miydi, yoksa sadece kızgın oldukları için bilgisayarda bunları mı yazıyordu. ‘Sokakta görünce boğazını keseceğiz’ ya da ‘Sadece seni değil karını ve aileni de öldüreceğiz’ şeklindeki sözlerin gerçekte bir karşılığı var mıydı? Gerçekten yapacaklar mıydı bunu? Türk arkadaşlarımla oturup konuştum. Burada insanların bazen aşırı duygusal tepkiler verdiğini anlattılar ve birkaç gün bekleyip bakmamı salık verdiler. Gerçekten de birkaç gün sonra ben de karım da sakinleşmiştik. Ama tehditler devam ettiği için editörlerim bir an önce ülkeden çıkmam gerektiği yönünde karar aldı.
‘Yasin Aktay’ın sekreteri ‘Olacağı buydu’ dedi’
* Onlardan bizzat bir tepki gelmedi ama ben kendisine (Erdoğan’ın danışmanlarından Yasin Aktay’ı kast ediyor) ulaşmaya çalıştım. Fakat Erdoğan’ın Almanya ziyaretine hazırlandığı için çok yoğunmuş ve bana geri dönmedi. Sekreteriyle yaptığım konuşmalardan birinde bana ‘Eğer bu tür yazılar yazarsanız olacağı bu’ dedi. Elbette beni eleştirebilirsiniz ama bu tür tehditleri meşrulaştıramazsınız. Dolayısıyla Aktay’ın sekreterinin o söylediğine şaşırdım. Ama takdir ettiğim bir şey de söyledi bu arada, ‘Gerekirse güvenlik sağlayabiliriz’ dedi.
* Ülkenizde duygusallığın ne kadar yoğun bir mesele olduğunu deneyim ettikten sonra belki yeniden düşünürdüm. Ben yaptığımın gazetecilik olarak yanlış olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Ama eğer bu kadar insanları rahatsız ediyorsa, belki de farklı şekilde ifade ederdim aynı şeyi.
Başlığı taraflı buluyor mu?
* Hayır. Soma’daki duygu oydu.
‘Lanxess Arena’da 20 bin kişi tarafından yuhalandım’
Kazim, Der Spiegel tarafından kısa süreliğine Almanya’ya çekildiği sırada Erdoğan’ın Köln mitingini izlemeyi kendisinin istediğini de anlattı:
* Suçluluk duyacak bir şey yapmadım ki. Madem Almanya’dayım ve benim görev yaptığım ülkenin başbakanı gelmiş, takip etmem doğal. Köln’deki Lanxess Arena’daki organizasyonu düzenleyen Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’ni (UEDT) aradım ve geleceğimi söyledim. Elbette beni de biliyorlardı, bütün hikâyeyi de. Bana iki tane koruma vereceklerini söylediler. Gerek olmadığını söyledim ama hassasiyet göstermelerini anlayabiliyorum. Kapıya gittiğimde de gerçekten de korumalar tarafından karşılanıp içeri alındım.
‘Türk meslektaşım kıpkırmuzı oldu’
* Protokol sıralarından birinde oturuyordum… Yukarıdan aşağıdaki protokol bölümüne bakan yaklaşık 20 bin kişi vardı ve beni tanıdılar. Parmaklarıyla gösterip yuhalamaya başladılar. Tepkinin şiddetinden yanımda oturan ve bir Alman gazetesine çalışan Türk meslektaşım kadın kıpkırmızı oldu. Benim adıma üzüldü, sıkıldı ama ben hiçbir şey duymuyormuş gibi önüme bakıp not almaya devam ettim.
* (Erdoğan) Konuşmasında Der Spiegel’in adını vermeden ‘Bir tane kendini bilmez derginin attığı manşet manidardı. Şahsımı cehenneme gönderiyordu. Nasıl biliyorsa cehennemin yolunu’ dedi. Aslında kendince esprili bir dille söyledi. Bir anda 20 bin kişi yeniden yuhalamaya başladı. Çok tuhaf bir deneyimdi. Konuşması biter bitmez korumalar gelip beni aldı ‘Olay kavgaya falan dönmeden sizi çıkarmak istiyoruz’ dediler. Taksiye kadar eşlik ettiler.
‘Somalı bir vatandaşın sözü olduğunun farkında değil miydi?’
* O gün beni en çok şaşırtan Erdoğan’ın hâlâ ‘Der Spiegel ve o gazeteci bana cehenneme git dedi’ demiş olmasıydı. Bunun Soma’daki bir vatandaşın sözü olduğunun hâlâ farkında değil miydi, yoksa biliyordu da umursamıyor muydu? Sadece siyasi ajandasına denk düştüğü için mi kullandı, bilemiyorum.
‘Muhalif olmak gazeteciliğin DNA’sında var’
* Türkiye basının tamamen devlet tarafından kontrol edildiği bir ülke değil, bu kıyaslamalar çok saçma. Ama otosansür var ve hükümetten isimlerin editörleri araması günlük işleyişin bir parçası. Biz yabancı basın olarak bile bu baskıyı hissediyoruz. Ben ne ilk ne de son olacağım. En son CNN’den Ivan Watson’un başına gelenleri gördünüz. Burada baskı uygulayarak basını etki altına alabileceklerine inanıyorlar. Baskı olsa bile geri adım atamazsınız, özgür basın böyle işlemez. Gücü elinde tutana karşı muhalif olmak gazeteciliğin DNA’sında var. Sorgulamak, bir kişiye ya da kuruma ya da ülkeye karşı kampanya düzenlemek değildir.
‘Gezi’den eleştirel olmak doğal’
* (Almanya’da) İnsanlar Türk hükümeti konusunda çok eleştirel. Hükümetin algılanmasında büyük değişim var. Eskiden biliyorsunuz Batı tarafından çok itibar gören bir hükümetti. Gezi’den sonra olanlara baktığınızda bir gazetecinin ya da gözlemcinin eleştirel olması da doğal.
* O tehdit kampanyası sırasında benim üçüncü havalimanına karşı olduğumu yazanlar oldu. Oysa karşı değilim. Kendim de çok sık uçan biriyim ve artık Atatürk Havalimanı’nın yetmediğinin farkındayım. Ama bunun için ağaçlar kesiliyorsa ya da birileri arsa çalıyorsa, bu soruları sormak da gazetecinin görevidir. Şunu da söylemek isterim; daima Türkiye’nin AB üyeliğini destekledim.