
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
“İyi geceler, iyi şanslar”.
Televizyon habercisi Ed Murrow, her salı akşamı programını böyle bitiriyordu.
Film de aynı ismi taşıyor zaten.
Günümüz habercilik dünyasına bakıldığında neredeyse ders olarak okutulacak bir film niteliğinde.
On yedi günlük kapanmada dijital kanalların, çoğu yufka derinliğinde filmleri tat vermeyince, eski defterleri karıştırdık!
2005 yılında David Strathaim’e ‘en iyi oyuncu’ ödülü getiren film; 1950’lerin McCarthy dönemi karanlığına, yani delilsiz suç isnat edilen insanların gömüldüğü bir döneme bakar gibi görünse de habercilik mesleğini omurgalı yapmak ve sistem ile korkular üzerinden yüzleşmek adına yapılmış bir film. Bu haliyle alabildiğine evrensel.
Ve bütün filme Diane Reeves’in müthiş caz melodileri eşlik ediyor. Filmdeki karanlık, duman altı ve sert yapıyı yumuşatarak adete nefes aldırıyor izleyenlere. Meraklısına filmle aynı ismi taşıyan nefis caz albümünden de bahsetmekte yarar var.
Edward R. Murrow uzun mücadelesinin sonunda televizyon gazeteciliği mesleğinde ‘Vicdan ve Dürüstlük‘ ödülü ile onurlandırılır.
Ödülü aldığı gecenin görüntüleriyle filmin açılış jeneriği birlikte akıyor. Siyah takım elbiseler, smokinler, papyonlar, kol düğmeleri, inci kolyeler, omuzlarına ipek şal almış zarif hanımefendiler… Murrow konuşmasına şöyle başlıyor: Bu konuşmanın hiç kimseye bir faydası yok.
Çünkü kendisi de bilmektedir ki sistemin çarkları vicdanın sesini hızla susturma becerisine sahiptir. Bunu ben değil Murrow’un yani CBS kanalının yöneticisi söylüyor; “Maaşını, yazlığının parasını, çocuklarının okulunu ben ödüyorum. Bırak bu programları yapmayı”. Kurgu değil, yaşanmış olaylar…
Tam da bu nedenle George Clooney filmi, siyah-beyaz, adeta bir belgesel havasında fakat sonuna kadar sinema biçiminde çekmiş. Senaryosunu da yazmış. Ancak filmi çekebilmek için bütçe ve sponsor bulmakta hayli zorlanmış. Şaşırdınız mı?
Bir tarafta yasaya dayansa da hukuka dayanmayan suçlamalar, diğer tarafta bunlara karşı maaşını, yazlığını, çocuklarının eğitimini tehlikeye atarak; gerçeği, yalnızca gerçeği topluma anlatmak için mücadele veren bir haberci…
Sonuçta JosepMcCarty haksız bulunur. Çünkü ifşa olan çemberin dışına çıkar. Sistem yeni McCarthy’ler üretecektir.
Murrow’un programına son verilir. Ancak başka bir gün, prime-time’ın dışında, daha uslu bir program yapmasına izin çıkar. Ne de olsa o ödüllü ve sponsor getiren bir haber-programcıdır. Sistem altın yumurtlayan tavuğu kesmez, ıslah eder.
Oyunun adı, ‘kaybeden kazanıyor.’
Bir de etik ilkeler meselesi var ki, iki yüzlülüğün dibi…
Filmde kurum içinde evlenmiş, ancak CBS’in etik ilkelerine aykırı olduğu için bunu saklayan iki çalışan işten çıkartılır. Yönetici bunun etik bir mesele olduğunun altını ısrarla çizer. Kişisel bir mesele değildir!
Oysa aynı yöneticiler gerçekleri dile getiren Murrow’a bundan vazgeçmesi için baskı yaparken, etik kavramı çoktan çekmeceye kilitlenmiştir.
Murrow yine ödül konuşmasında, “Kişisel tarihimiz, ondan çıkarttığımız sonuçlar olacaktır. Kendimizle yüzleşmek” diye anlatır derdini.
Her birimiz kendi tarihimizle, korkularımızla yüzleşmeye hazır mıyız?
Shakespeare’in yüzyıllar öncesinden bize bıraktığı sözler gibi; “Hata sevgili Brutus, göklerdeki yıldızlarımızda değil, bizdedir.”
Filmdeki unutulmaz sahnelerden biri Murrow’un arı kovanına çomak soktuğu ilk programdan sonra gerçekleşir. Önce odaya çağırır patron… Sonra eşini sorar, çocuğunu sorar… Ve Murrow düşünmeye başlar; asıl mesele ne diye?
Bizim de eğer cesaretimiz varsa düşünmeye başlarız; asıl mesele ne diye?
Film boyunca dış mekân neredeyse hiç kullanılmamış. CBS koridorlarının köşeli, dört duvarla sınırlanmış alanı son derece sembolik biçimde filme katılmış. O sınırların dışında kuklacılar var.
Tadında bir gerçekçilik ile Venedik Film Festivali’nde ‘en iyi oyuncu’ ve ‘en iyi senaryo‘ ödülü almış, evrensel bir habercilik filmi izlemek isterseniz, geçin ekran başına…
İyi seyirler, iyi şanslar.