
MURAT SEVİNÇ
Birkaç yıl önce, iktidar seçmeni (hatta hayranı) bir yakınıma, yanıt vermekte epey zorlanacağını tahmin ettiğim bir-iki vahim örnek aktarıp “Peki bunlar da mı canını sıkmıyor, görmüyor musun, rahatsız etmiyor mu seni?” sorusunu yönelttiğimde, “Canım, siyaset işte” yanıtını vermişti. Her şeye rağmen sevdiğim biri olduğu için, “Pişkinlik işte” demeye gönlüm razı olmadı.
Muhtemelen en sık ve rahat dile getirilebilen yargılardan biri, ‘siyaset işte’. Bir siyasetçinin sözünü, eylemini, siyaset yapma tarzını, hitâbını; itham, yargılama ve ahlaki/toplumsal mahkûmiyetlerden koruyup ona bağışıklık tanımayı hedefliyor.
Siyaset işte, bir zırh. Zırhın kalınlığı, siyasetçinin gücüyle, iktidara sahip olup olmamasıyla ilgili bir konu. Kalın ya da ince zırhın koruyuculuğu ise o iktidarın hükmettiği siyasal ve kültürel iklimin, imal edildiği toprağın niteliğine bağlı. Nihayetinde biri siyaset yapıyorsa, karşısındaki birileri de o yapılanı ‘siyaset işte’yle karşılıyor, mazur görüyor, hak veriyor, umursamıyor.
‘Siyaset işte’yle anlatılmak istenenin hemen her konuda muadili var. Çocuk işte, insanoğlu işte, erkek işte, patron işte, hayat işte gibi… Hepsi, hem biraz ‘kabullenmeyi’ hem ‘hak vermeyi’ içeriyor. Çocuk işte, çocuk gibi davranacak tabii, ne olacaktı, anlayış göstermeli. Patron işte, insaf mı bekleyeceksin, koydu kapının önüne. Erkek değil mi, al birini vur diğerine, hepsi aynı. Eh hayat işte, iyisiyle kötüsüyle…
Siyaset işte, diğerlerinden farklı ve rahatsız edici bir tona sahip. Muhatabından, vahim söz, davranış ve uygulamaları kabullenmesini bekliyor. En can yakıcı söz, en aşağılayıcı tutum, bazen açıkça hedef gösterme, bir söylediği diğerini tutmama, yalancılık, sık fikir değiştirme, başarılı olmak için meşru-gayrimeşru ayrımı gözetmeden her yolu deneme, olağan karşılanması gereken tutumlar kategorisinde, öneriliyor. Evet, bir başkası dile getirdiğinde çok rahatsız edici olabilir, ancak o siyasetçi, canım siyaset işte…
Yıllar önce Yordam Kitap’tan çıkan (2012) Siyaset Bilimi-Kavramlar, İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler (Hazırlayanlar: Gökhan Atılgan-E. Attila Aytekin) başlıklı kitapta, hocam Cem Eroğul ‘siyaset’ başlığını yazmıştı. Soyut kavramları anlatmak kolay iş değil, eski nesil hocaların, olup biteni hazmedip konunun özünü, anlaşılabilir bir dil ve üslupla anlatabilme yeterlilik ve yetenekleri çarpıcıydı. Eroğul bu kısacık yazısında, tarih boyunca egemen olan başlıca üretim biçimlerini ve her bir dönemde yürütülen farklı siyasal etkinlikleri kapsayacak; aynı zamanda, her üretim biçiminde farklı toplumsal çıkarlar adına yürütülen siyasal etkinlikler öne çıktığından, tüm bu etkinliklerin içerilmesini de olanaklı hale getirecek bir tanım arayıp buluyor: “Siyaset, üretim dışında kalan, ancak üretimin sürdürülebilmesi ve geliştirilebilmesi için toplumsal çapta yürütülmesi zorunlu olan işlerin toplamıdır.”
Yaklaşık 5500 yıl önce ilk devletler ortaya çıkınca, siyasetin kendisi de ‘işbölümü’ne konu olur ve o tarihten itibaren devlet -dolayısıyla egemen sınıf- giderek siyasetin baş organı haline gelir. Ancak günümüzde ‘devlet’ her ne kadar baş oyuncu olsa da, ‘tek oyuncu’ değil. Malum, hiçbir devlet boşlukta durmaz, bir toplumun devletidir; bu nedenle toplumun -siyasetle bağlantılı ya da değil- tüm nitelikleri, siyasal sistem ve siyasal düzenin içeriğini, haliyle devleti belirler.
Demek ki siyaset denildiğinde hayli kapsamlı, ‘belirleyici’ ve ‘belirlenen’ bir olgudan söz ediyoruz. Her şey ‘politiktir’ diyenler, bu somut gerçeği kastediyor. Bir toprakta devlet varsa, o devletin bir toplumu varsa, o toplum sahip olduğu çok karmaşık özellikleriyle üretiyor, karar alıyor, koruyor, savaşıyor, yönetiyor ve yönetiliyorsa, kısaca hayatta kalmak için farklı düzeylerde çok sayıda iş yapıyorsa, olup bitenler siyasal işlevin sonucu. Hal böyleyken, siyasetle ilgilenmediğini söyleyen birinin söylemi de siyasidir tabii ve bir tür siyaset tarafından egemen sınıf söylemince belirlenmiştir; ayrıca siyaset, dört bir koldan o kişiyle ilgileniyordur.
Bu bağlamda, ‘farklı bir siyaset’ demek, farklı bir devlet ve devletin toplumuyla ilişkisini o güne dek kurduğundan başka biçimlerde kurması anlamına geliyor. Siyasetin dönüştürücü niteliği, dönüştürülecek olana, ezcümle devlete ve toplum-devlet ilişkisine dair bir değişiklik beklentisini anlatır. Dünya altüst olurken, zaman hızla akarken, üretim ilişkileri/biçimleri dönüşürken, egemen sınıflar kendi içinde değişirken, siyaset ve onu profesyonel şekilde yapan siyasetçi de değişir tabii; mesele, o değişimin nasıl olacağı, siyasetçinin kendi dışındaki dönüşümü nasıl algıladığı.
Yeniden yazının başına, siyaset kavramının kullanımındaki zenginlik konusuna, Eroğul’un yazısıyla döneyim.
‘Canım, siyaset işte‘ kabulünde geçen ‘siyaset,’ hayli yaygın kullanılan bir kavram: “Neredeyse doğal çevremizin bir parçası olmuştur. Beslenme, giyinme, çalışma, sevme, savaşma gibi, bütün kullananlar için anlamı apaçık bir sözcük izlenimi yaratmaktadır… Biraz daha dikkatlice bir gözlem, günlük dilde bile, ‘siyaset’, ‘siyasi’, ‘siyasal’, ‘siyasetçilik’ sözcüklerinin birden çok anlamda kullanıldığını göstermeye yeter.” Siyaset yapma, bu işe siyaset karıştırma, siyasiler, siyasetin bittiği yer, siyasi karar, siyasi bir tavır, o ne siyasetçidir o, siyasi çözüm, siyasetçi gibi, siyasete gir…
Kullanımların her biri, siyasetin kurumsal ya da kişisel başka bir yönünü anlatıyor. İster ‘politika’nın Eski Yunan kökeni, ister ‘siyaset’in Arapça kökeni tercih edilsin, diline şu ya da bu ölçüde ‘siyaset’ sirayet etmemiş birini bulmak güç. Anlam çeşitliliğinin tanım çeşitliliğine de yol açtığını, üzerinde uzlaşılan bir tanım bulunmadığını da eklemeli.
Beni bu yazı/konu bağlamında ilgilendiren, farklı yerlerde çeşitli anlamlarda kullanılan siyaset kavramının, Türkiye’deki ‘siyaset işte’ versiyonu. Çoğu zaman olumsuzluk çağrıştırsa da muhatabından biraz anlayış ve aldırmazlık da talep eden bu ifadenin Türkiye siyasetindeki güncel karşılığı, toplumsal bir yarar içerdiği ölçüde saygın kalabilecek siyasi faaliyeti alabildiğine itibarsızlaştırmış durumda.
Her kıyıcılığı, her aşağılamayı, her yok saymayı ve her süfliliği olağanlaştırmaya yönelik bir refleks olarak, siyaset işte! Öyle ki siyasetin dönüştürücü işlev ve yararını görünmez hale getiren bir ikna söylemine dönüşmüş halde. Rezalet, ayıp, suç, arsızlık, yolsuzluk, kayırma, yalancılık… Eh canım, siyaset işte, hep aynı değil miydi ki! Hep sorun vardı, yalan her zaman makbuldü, tutarsızlıklar çoğu zaman görmezden gelinirdi, pragmatizm ve hatta oportünizm, hiçbirine yabancı değil Türkiye siyaseti. Kuşkusuz siyasetin bu haliyle algılanması yalnızca Türkiye’ye de mahsus değil, diğer coğrafyaların, örnek aldığımız Batı demokrasilerinin sütten çıktığını iddia etmek güç.
Buna mukabil, her konuda olduğu gibi bu da bir ölçü meselesi. Şu ‘post-truth‘ dedikleri, Türkçesi, sahtekârlığı-yalancılığı yönetim tarzı olarak benimseyenlerin idare etme biçimi, demokrasilerin güncel dertlerinden biri. ABD demokrasisi Trump gibi biriyle yüz yüze kaldı dört yıl boyunca, fakat Trump alışılagelmiş kötü örneklere dahi rahmet okutacak ölçüde patolojik bir karakterdi hakikaten. İkinci seçimde dahi oyların yaklaşık yarısını alabilen ırkçı ve yalancı biri. Bu tip uç örnekler bir yana, demokratik sistemlerde siyasetçi yönlendirmesinin ve arsızlığının, hâlâ ülkeden ülkeye değişen bir sınırı var. Türkiye’de haber değeri dahi taşımayacak bazı gelişmeler, demokratik bir sistemde siyasetçinin istifasına ve yargılanmasına neden olabiliyor. Dolayısıyla, diyelim Norveç ya da Almanya’daki siyasetçi algısıyla buraları karşılaştırmak, bu ‘yalancılık çağı’nda dahi abes olur.
Memleketin hâlihazırdaki koşullarında ‘Canım, siyaset işte’ yaklaşımı, artık açıkça bir toplumsal yıkımı mazur gösterme işlevi görüyor. Birilerinin pervasızca hedef gösterilmesi, açıkça tehdit edilmesi, parti etkinliklerinde provokatör istihdamı; örneğin bir partinin milyonlarca destekçisinin ‘itlaf edilmesi gereken hamamböceği’ne benzetilmesi ve yaşamın kaldığı yerden devam edişi, en ağır durum ve suçların sıradanlaşmasına neden oldu, oluyor. Sıradan bir yurttaş olarak, hemen her gün iktidardan birilerince en olmadık sözcüklerle aşağılanacağımızı bilerek yaşıyor olmamızda çok büyük bir sorun var. Milyonlarca insan, en tehlikeli sözcüklerin kolaylıkla sarf edilebileceğine ve cezasızlığa tanıklık ediyor her Allah’ın günü.
Dehşet verici yalanlar, yalan gibi görünmüyor, doğrusu pek dert edilmiyor bir aşamadan sonra. Yalanın, iki yüzlülüğün, palavranın maliyetine bakılıyor, misal, dövizi artırıp artırmadığına. Saçmalık ne denli ürkütücü olursa olsun, eğer dolar belli bir rakamın üzerini ‘test’ etmediyse, gündemi belirlemiyor. İki ile ikinin iktidar tarafından toplanıp ‘resmî’ olarak beş çıkarılması, dört çıkaranlara hep birlikte sövülmesi ve ola ki ısrar ederlerse cezaevini boylamaları, olağanlaştı insanların zihninde.
Bu durum yalnızca bugünün derdi değil, bundan sonraki iktidar devrine de yansıyacak. Siyasetin böyle de yapılabileceğini görmüş ve daha vahimi bunu kanıksamış yurttaş kesimlerine, aslında başka bir şey olduğunu, olması gerektiğini, olabileceğini anlatmak kolay iş değil. Siyasetin ve siyasetçinin toplumu dönüştürücü etkisi olduğuna hiç kuşku yok. Ancak skandallara alışmak da bir dönüşüm ne yazık ki. Siyaset toplumsallaşmadığı, yurttaş her düzeyde yönetime katılmadığı, bir başka deyişle siyaset salt profesyonel bir uğraş kabul edildiği sürece; onu tercih edenlerin kişiliği ve tercihleri, siyaset adı verilen kapsamlı toplumsal faaliyetin içerik ve niteliğini belirler hale geliyor.
Canım, siyaset işte… Oysa hiç de böyle bir şey olmak ve hep olumsuz davranışları çağrıştırmak, yalan dolanı, güvensizliği öğütlemek zorunda değil siyaset. Alışmamak, itiraz etmek, siyaseti hırs küpü profesyonellerin işi olmaktan çıkarıp toplumsallaştırmak, belki başka bir siyaset algısının yerleşmesine neden olur, olabilir. Olmalı. Katılım, bu nedenle yaşamsal.
Yazı önerileri: Muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisine ilişkin Birikim’de yayınlanan üç yazı, konunun tartışılmasına katkı niteliğinde: Gözde Yılmaz’ın ve Mehmet Ertan’ın makalelerini bırakıyorum.
İklim krizi notu: İklim krizi ve eğitim ortamlarının geleceği, Açık Radyo’da. https://acikradyo.com.tr/podcast/230058