NURAY MERT
Tuhaf bir dava bahane edilerek Cemaat medyasının sindirilmeye, öç alınmaya çalışıldığı gün gibi ortada.
Tam da bu noktada takındığımız siyasi tavır çok ama çok önemli. Bir önceki yazımda bunu izah etmeye çalıştım. Cambaza bakmayalım önerisinde bulundum, ama birçokları cambaza bakmaya hevesli görünüyor. O halde aha açık yazalım.
Gazeteci Ahmet Şık’ın, ‘Dokunan yanar’ diye özetlediği, Cemaat’e ilişkin eleştirel tavır takınanların hapsi boylaması meselesi çok konuşuldu. Ergenekon davalarında, hak ve hukuk ihlallerini yapanların Cemaat mensupları olduğu da çokça tartışıldı. Sonra mevcut iktidar bu bahaneyi, pek çok konuda sorumluluktan kurtulmak için kullandı, hala kullanıyor. Hrant Dink davası bile dönüp dolaşıp Cemaat parantezine alınmaya çalışılıyor. KCK operasyonları da öyle…
Siyasi sorumlu iktidardır
Bunlara karşı diyoruz ki demokratik ülkelerde, siyasi sorumlu iktidardır, bu iktidarın kimlerle işbirliği yaptığı, kimlere alan açtığı yine onun sorumluluğundadır.
Hal böyleyken, iktidar-Cemaat işbirliği dönemlerinde başı belaya girenlerin bir kısmı, iktidar-Cemaat kavgası başladıktan sonra, Cemaat’i baş sorumlu görmek/göstermekte, bu kavganın bir tarafının değirmenine su taşımakta beis görmedi. Gazeteci Nedim Şener, hapisten çıkar çıkmaz, iktidar gazetelerine Cemaat’i sorumlu tutan söyleşiler vermeye başladı.
En son Soner Yalçın da benzer bir şey yapmış; Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği söyleşide (Milliyet), Cemaat medyasına yapılanları, ‘Hak ettikleri cezayı buldukları’ gibi yorumluyor.
Suç ve cezanın bu çerçevede yorumlandığı bir ülkede kan davası da meşru görülebilir; kan davasından adam öldüren birini serbest bırakan mahkemeyi muhatap alıp hukuk mücadelesi yapmak yerine, ölen adamın akrabasının katili veya yakınını öldürmesini hakkın yerini bulması olarak görmekle, bugün yürütülen akıl arasında fark kalmaz. Benzer bir şekilde, sizi mahkum eden mahkemede temel meseleniz, hakimin kim olduğuysa bu ülkeye geçmiş olsun!
Psikolojik gerekçeler söz konusu olabilir, ama bu arkadaşların demokratik bir hukuk devletinde muhatap almaları gerekenin iktidar olduğunu kavramasında sonsuz fayda var. Aksi takdirde, hukuktan demokrasiden söz edilemez.
İlkel bir adalet anlayışı
Gelelim ‘Cemaat medyası’na; bu yayın organlarının bu çerçevedeki rolü sonuna kadar eleştirilmeli, bu olaylar vesilesiyle hatırlatılmalı. Bir zamanlar onların başkalarına, ‘Gazetecilikten yargılanmıyorlar’ diyerek hukuksuzlukların yanında durması, görmezden gelinecek şey değil. Ama o başka, bu çevreden medya mensuplarının ‘Tahşiyeciler davası’ gibi son derece tuhaf bir gerekçeyle gözaltına alınıp tutuklu yargılanması başka. ‘Kötü adamlardı, cezalarını bulsunlar da nasıl bulursa bulsunlar’ ilkel bir adalet anlayışıdır.
‘Cemaat medyası’nı, ayrıca, Kürtler ve Şiilere ilişkin nefret dili kullanmakla da eleştirebiliriz. Hatırladığım kadarıyla, kavga başlamadan bu konuyla kimse ilgilenmiyordu. İktidar barış sürecini başlatmadan önce, KCK davalarına ilişkin itirazı olanlar pek kısıtlı bir çevreydi.
Ben, o çerçevede, hakkında birden çok dava açılmış biriyim. Cemaat’in Kürt meselesine bakışı ortada. Davaları açanlar Cemaatçi savcılar mıydı bilemem, beni ilgilendiren işin demokratik hukuk çerçevesi. Yani bu davaları açmayı mümkün kılan, mevcut terörle mücadele yasaları. Benim işim savcının kim olduğu, hangi Cemaat veya gruba dahil olduğu olamaz. Böyle olursa, siyasal mücadele iktidar kavgalarında taraf tutmaya, öç almaya, oh demeye indirgenir, buradan demokratik hukuk devleti çıkmaz!
‘Mum söndü oynuyorlar’ diyenlerin yol arkadaşları
Diğer taraftan, demokratik hak, özgürlük ve özgürlükçü hukuktan yana olanlar, haksızlığa uğrayanların kimler olduğuna bakmaz.
Ben 28 Şubat döneminde de böyle yaptım. Refah Partisi’nin kapatılmasına karşı çıkarken, bu partinin Refah-Yol hükümetinin siyasetlerinin ortağı olmasını öncelemedim.
Şimdi bunlar unutuldu. Ama Refah Partisi ve o çevreden gelen ve bugün AKP’de siyaset yapanlar, sadece Susurluk davasının üstünü örten iktidarın bir parçası değil, Susurluk protestosu yapanlara ‘Mum söndü oynuyorlar’ diyenlerin yol arkadaşıydı. İçlerinde o hükümette bakan olanlar vardı. Kirli Kürt savaşı yine o dönemde hızlandı. Bu sicilden dolayı Refah Partisi kapatılırken oh oldu diyemezdik (gerçi şimdinin demokratlarının birçoğu o dönemde bu tavır içindeydi).
Dahası, Refah Partisi benim sorun ettiğim hususlar nedeniyle değil, ‘irtica’ suçlamasıyla sorgulandı. Tıpkı, Cemaat’in geçmişte iktidarla işbirliği içinde rol aldığı haksızlık, hukuksuzluklardan değil, ‘devleti ele geçirmeye teşebbüs’ gibi muğlak bir zanla suçlanması gibi.
Böyle bir düzen işlemez
Demokrasi, özgürlükler hak ve hukuk alanında ilkesel davranmayı bilmeyen bir ülkede, güç kimin eline geçerse cezayı keyfi biçimde o vermeye başlar. Nitekim bu ülkede hep böyle oldu. Şimdilerde güçlü bir iktidarın varlığıyla keyfiyet daha da arttı.
O yüzden bırakın cambaza bakmayı ve başkalarına da cambaza bakmayı tavsiye etmeyi. Bu gidişle iktidar da dahil olmak üzere hepimizin başı büyük belaya girecek, zira böyle bir düzen işlemez.
Maganda kalemler
Ha, bu arada hemen belirteyim, bir de, benim gibilere korkutma, yıldırma ‘işlemez.’ O nedenle bazı maganda kalemler ‘Cemaat’e yapılan operasyonlara karşı çıkanlar da korksun’ diye tehdit yazılarıyla boşuna yorulmasın.
Ayrıca, kimse ‘Sizi kullanıyorlar’ hadsizliğine düşmesin, benim gibiler pek çoklarının aksine ‘kullanışlı malzeme’ olmadıklarını her devirde ispat etmiş insanlar. Doğru olduğuna inandığımız şeylere destek veririz, haksızlık olduğunu düşündüğümüz şeye itiraz ederiz, istediğimiz yere imza atarız.
İktidar alıkları
‘Saflık’ meselesine gelince, doğrusu bizler de, sizin gibi güç budalalarını, ‘iktidar alıkları’nı çok ‘saf’ buluyoruz. İki günlük dünya nimetleri, güç hezayanı için, bunca kapazeliğe gönül indirilir mi, biz de onu anlayamıyoruz. Tüm bunları çamura bulaşmamak için sürekli yüzünüze vurmuyoruz, tabii sataşmayı abartmadığınız sürece.
Tam da bu nedenle, Cemaat burslarıyla Amerikalara gidenler, Cemaat gezileriyla dünyayı dolaşanlar, daha bir sürü menfaat edinenler bugün Cemaat’in üstünde tepinirken, Ahmet Şık, Cemaat’e yapılanlara karşı çıkıyor.
‘Bizler’ diyebileceğim meşrepte olanlar böyle insanlar. Sizleri bilemiyoruz…
Daha doğrusu, açtırmayın kutuyu söyletmeyin kötüyü!