Aradan otuz bir sene geçti. Koskoca otuz bir sene. Sabahattin Ali, Turan Emeksiz, Doğan Öz, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Musa Anter gibi birçok aydınla benzer oldu ne yazık ki Uğur Mumcu’nun da sonu.
Okumaktan büyük keyif aldığımız, televizyon röportajlarını soluksuz izlediğimiz, araştırmacı gazeteci denilince ilk akla gelen isimdi Uğur Mumcu. Kızı Özge’yi, oğlu Özgür’ü ve eşi Güldal Mumcu’yu görünce sanki bu cinayetin sebebi benmişim gibi suçluluk duyarken bu devleti yönetenler, diğerlerinde olduğu gibi sadece taziye mesajları yayınladılar ellerindeki onca yetkiye ve güce rağmen. Uğur Mumcu’nun ölümünden sadece altı ay sonra ise Türkiye bu sefer Sivas’ta toplu bir katliamın acısını yaşadı. Madımak Oteli’nde ülkenin aydınları göz göre göre yakıldı. Devletin güvenlik güçleri olayları sadece seyretti. Hiçbir üst düzey görevli bunca yıllık bu kadar faili meçhul cinayet karşısında bırakın suçluları cezalandırmayı, ailelerinden ve adalet bekleyen Türk halkından bir kez bile özür dilemedi. Yazıma şu anda Maria Farantouri ve Zülfü Livaneli nin seslendirdiği “I Meres Mas” eşlik ediyor. Yani Günlerimiz. Yağmur Atsız’ın muhteşem şiiri ve Livaneli’nin bir o kadar güzel bestesi nasıl da özetliyor kayıplarımız karşısındaki çaresizliğimizi.