BEHZAT ŞAHİN
@behzatsahin7
İslam (Tuna, 46) ile Seyrantepe İnegöl Restaurant’da tanışıp ahbap olmuştum. Telefonlaştığımızda, “Abi, ben oraya gitmiyorum artık. Burama getirdiler. Ne hizmet kaldı, ne yemek” diye şikâyetlendi. Halbuki ölen sahibi Kemal Bey’e vefasından, her akşam oradaydı. “Bir süredir Çatak’a takılıyorum. Ayazağa’da.”
İslam gidiyorsa enteresan bir yer olmalı. “Hadi sana orada bir rakı ısmarlayayım” diye emrivaki yaptım. Pazartesi akşamına sözleştik. Paslanmazcı Çetin’e de (Hatip, 55) haber verecek. İslam, mobilya atölyesinden 18.30-19.00 gibi çıkıyor. 19.30’da buluşuruz.
Büyük kaşifim ya, 17:00 gibi Taksim’den Hacıosman metrosuna bindim, İTÜ Ayazağa durağında indim. Ayazağa tüm bölgeye adını verse de, aslında geçmişi 300 yıla dayanan, metro hattına uzak, vadide bir köy. Nüfusunun büyük bölümü Karadenizlilerden oluşan ormanlık yerleşim, geçmişte mesire yerleri, piknik alanlarıyla bilinirdi. Zamanla ormanlar, ne hikmetse bir sitelik, bir gökdelenlik yerler kadar yana yana eridi. Yerine Ağaoğulları mağaoğulları binaları demir filizi verdi, boy attı.
Niyetim metrodan sonra yola yaya devam etmek. Köy içine gitmeyeli 30 yıl vardır en azından ama ne gam, yüce Google var, ormanda bile kaybetmez beni.
Büyük konuşmuş, çok güvenmişim…
Google’ın çok katlı devasa siteler ve plazalarla hâlâ direnen orman artıkları arasından geçirip beni getirdiği yerde Çatak yok. O zaman eski günlerdeki gibi adres soracağız.
Önce bir fırıncıya yöneldim. Google’ın gösterdiğinin tam aksi yönü tarif etti. Pek inandırıcı bulmayınca bu kez bakkala sordum, o da fırıncının tam tersi yönü gösterdi. Bu kez yakınlardaki sitenin güvenlik görevlisine gittim, beni kentsel dönüşüm için yıkılmış binalar arasından tekrar vadiye, dere boyuna yönlendirdi.
Kendimi bulduğum yerin bir tarafı orman, ıssız bir yol. Az ileride bir bira firmasının dağıtım deposu var, şoförlerden iyi kim yol bilecek. Başladığım noktaya, Beykent Üniversitesi’nin oraya gönderdiler. Çatak hâlâ yok. Önümde yürüyen iki genci durdurdum. Saçının yanları sıfıra vurulmuş, daha bıçkın olan, geldiğim yönü göstererek, “Abim çalışıyor orda, yanlış gelmişsin” dedi kendinden emin. Ben daha “Çıkar” demeden telefonunu çıkarıp abisini aradı. Evet geldiğim yönde, şoförlerinin beni buraya gönderdiği bira dağıtım firması deposunun karşısındaymış. Neyse ki hava kararmadan buldum.
İnsanların “Bilmiyorum” demek yerine, kendilerini yalan-yanlış da olsa tarif etmek zorunda hissetmelerinin bir adı, karşılığı var mı acaba? Parodilere konu oluyor, biliyorum, ya psikoloji bilimine? Peki, Google’a ne demeli? Bu devirde ona da mı güvenemeyeceğiz?
Yok yok, sinirli değilim, sadece biraz yoruldum ve İslamlar’dan önce varıp bir bira ile etrafı süzme planım suya düştü.
Çatak Restaurant da görünmemek için elinden geleni yapmış. Yol kenarında bir yapı malzemeleri firmasının deposu var. Çatak’ın metal levhaya elle yazılmış tabelaları (hem de iki tane) alt alta, işte bu yapı firmasının girişinde asılı. Ters yönden geldiğim için de görmemişim. Restoran girişinde bile tabela yok. Benden önce gelenler vardı da onları takip ettim. Hadi size bir iyilik yapıp, ellerimle işaretlediğim koordinatları (41°07’19.9″N 29°00’30.3”) buraya bırakayım.
Arasından geçtiğim iki binadan sağdaki kahvehane imiş. Soldaki iki katlı binanın üst katı Çatak’ın kışlığı, alt katı mutfak. Birden ormanın içinde buldum kendimi. Ortada suyu olmayan işlevsiz havuzun -belki eskiden alabalık havuzu idi- kenarlarında, ağaçların, kameriyelerin altlarında da dağınık, birbirine uzak masalar var. İslam ayırtmış masamızı. Zaten onlar da gelmek üzere. Daha bira siparişi veremeden Çetin geldi. O bira içmiyormuş. Onca aksiyondan sonra benim için ödül gibiydi.
Beklerken kışlık salonu, mutfağı filan gezdim. Salonda şömine var.
Mutfağın başındaki Bayram usta (Adaoğlu, 56), 40 yıldır bu meslekte, bir yıldır burada çalışıyormuş. Mutfağa özenildiğini söyleyemem. Tuvalet dışarıda, ayrı bir bina. Buraya “özenildiğini söyleyemem” bile diyemem.
İslam, elinde 100’lük şişeyle geldi. Bana çaktırmamış, meğer buraya rakını kendin getiriyormuşsun. Gönül koysam ne fayda?
Hoş beş ederken arkadaşları Sedat (Özdemir, 43) geldi. O da Maslak’ta otomotiv yedek parça işinde. 2.5 yıldır müdavimi buranın. Bazen domuzlar, tilkiler masanın yakınına kadar geliyormuş.
Meze tepsisini, beni karşılayan İbrahim Bey (Sağsöz, 64) getirdi. Pancar, pazı kavurma, karışık turşu, barbunya pilaki, atom ve şakşuka istedim. Bizimkilere döndüm, “E siz?” İslam domates-salatalık söğüş, yanına peynir, Çetin çoban salata, yanına suyuna bandırmak için bol ekmek, Sedat da kavun istedi. Ama sadece bira içiyor. 22 yıldır ağzına rakı sürmemiş.
Ben mezelerle baş başa kaldım. İbrahim Bey bir de kaşar peyniri getirdi ikram olarak. Kars’tan geliyormuş. Nefis. Erzurumlu İbrahim Bey, aslında Ayazağa meydanda peynir, tereyağı, köy yumurtası gibi ürünler satıyormuş. Akşamları buraya destek veriyor.
Biz muhabbetimize dönelim. Önce Çetin’in ekmek sevdası mavra konusu oldu. İslam, “Gittiği yerde yemek parasını değil ekmek parasını istiyorlar” diye takıldı. Çetin hiç oralı değil, ekmeğini salata suyuna bandırmaya devam etti. Ekmek de güzel görünüyor ama.
İslam ve arkadaşlarını bizim Haliç’e davet etmiştim daha önce. Yine ısrar ettim, İslam biraz yan çizer gibi oldu; baklayı ağzından çıkardı sonunda ama:
“Abi ben arabasız bir yere gidemem.”
“Gerek yok, metroya bin, Haliç durağında in. Oradan da ister bir durak Alibeyköy tramvayına bin, ister yürü.”
“Abi ben en son belediye otobüsüne bindiğimde bileti kutuya atıyorduk, kutudaki biletler yanıyordu.”
İslam’dan yaşlıyım, ben bile unutmuştum bunu. Öyle ya, hatta o zamanlar belediye otobüslerinde, şehirlerarası otobüslerde, dahası uçaklarda bile sigara içilebiliyordu.
İbre Sedat’a döndü; içtiği biraların kapakları önünde, yenisi gelmeden boş şişeyi vermiyor. Neden?:
“Kapaklarla kaç tane içtiğimi ölçüyorum. Şişe meselesine gelince, bir saldırı olursa kafaya şişeyi indiririm.”
Sonrası masada kalması gereken konuşmalar.
Ha, Keira’yı da (Knightley) andık tabii.
Ana yemek siparişimizi almaya gelen Barış Bey (Güvenç, 49), 25 yıldır meslekte. Kavurma önerdi. Çünkü, sahibi Mustafa Bey, elleriyle yaparmış. Bu akşam rahatsızmış, karşılaşamadık. Rizeli, mülk de onunmuş. Mekân en az 25 yıllık. Hafta sonları dolup taşıyormuş.
O zaman sıra kavurmada.
Toprak güveçte geldi. Ekmek banmalık. O iş Çetin’de ama. Şaka bir yana ekmek yemekten imtina eden ben dahi attım şamandırayı. Dedikleri kadar var. İkincisini istedik, kalmamış. Tavuk kanat söyledik; iyi ızgara edilmiş.
Ramazan ve kandiller hariç her gün 13:00-24:00 saatlerinde, hafta sonu 02:00’ye kadar açık.
Bira 125, rakıya kişi başı 125 lira açma parası yazıyorlar, mezeler 75, kavurma 350, kanat 300 lira. Mutfakta her şey pişiyor. İstersen balığını, etini al git. İslam’ın çelmesi nedeniyle bizim hesap sadece bin 800 lira.
Kurda kuşa yem etmediler beni. Getirip, Seyrantepe metro durağına koydular elleriyle. Yoksa yolumu bulabileceğimden emin mi olamadılar?