H. AYHAN TİNİN / Sanat da var / Müzik
insanatinart@gmail.com
Ölüm adildir, ya hayat!
“Bir eski Acem şairi :
“Ölüm âdildir” diyor, / “aynı haşmetle vurur şahı fakiri.“
Nazım Hikmet’in unutulmaz şiirlerinden biridir.
Pandemi mi, salgın mı, Covid-19 mu? Ne adını ne nedenlerini ne de sonuçlarını tam olarak bilemediğimiz bir tuhaf zaman dilimi bir yılı tamamladı.
Dünya için iyi bir zaman değil.
Her birimiz kendi derdimize düşmüş, hayatlarımızı sürdürmeye çalışırken birilerini tümden unuttuk.
Müzisyenleri.
Hayır şöhretli isimlerden, neonlarda, gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında, kapalı devre online yayınlarda yer alanlardan bahsetmiyorum.
Biraz daha geride duran, sahne spotlarının ulaşamadığı yerde; udun, piyanonun, trompetin, gitarın, klârnetin arkasında gölgede duranlar söylediğim.
Her biri çocukluk yaşlarından seslere, seslerin notalarına, bir saza sevdalanan ve ekonomi sayfalarından günümüzün çok kazandıran trend mesleklerinin ne olduğuna bakmaksızın; seçimlerini yürekleriyle yapan o canım insanlar…
İsimlerini bilmiyoruz, anımsamıyoruz.
Oysa çok değil bir yıl öncesine kadar irili ufaklı mekanlarda onların notalarıyla eğlendik, hüzünlendik, dans ettik, şarkı istedik, birlikte şarkı söyledik. Sonra evlerimize kapandık.
Onları unuttuk.
Onlar gecede üç yüz, beş yüz lira yevmiyeyle evlerine ekmek götürmeye çalışanlardı.
Mekanlar kapandı. Notalar sustu.
Üç bin yıldan bu yana insan olmayı öğrenip öğrenemediğimizin sınavını verdik son bir yılda… Sınıfta kaldık.
Direndiler. Beklediler. “Belki yarın” dediler.
Ne yarın oldu. Ne sesleri duyuldu. Onlar eğlenceli zamanları notalarıyla kanatlandıran, parmaklarıyla, nefesleriyle en evrensel sanatlardan biri olan müziğin, melekleriydiler.
“Müzik gibi, bir nedeni yok.” Strauss’un bir sözüydü sanırım. Bir nedenleri yoktu. Gölgede kalan, sahnede spotların vurmadığı yerde duranların… Notalara gönül vermişler, evlerine böyle ekmek taşımışlar, mutlu etmişler, mutlu olmuşlardı.
Hiçbir şeyi değil, yalnızca on iki ay sıfır kazançla hayatı sürdürmeye çalışmanın ne demek olduğunu düşünmek yeter.
Onlar başka bir meslek seçmedikleri için hayat ve toplum tarafından cezalandırılanlardı.
Kimi taksiye çıktı, kimi anadan babadan kalma evini sattı, kimi küçücük birikimlerini birkaç ayda tüketip moto-kurye olarak çalışmaya başladı. Kimi dayanamayıp bu hayattan ayrıldı.
Ustanın dediği gibi ölüm adildi belki ama hayat adil değildi.
Bir sabah uyandığımızda bütün notalar susmuştu.
Işıklar içinde uyusun Küçük İskender “Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi, / Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm” diye yazmıştı. Bir nedeni yoktu. Yüreklerinden geldiği gibi müzik yapmışlar, notalara sevdalanmışlar ve yenilmişlerdi.
Son bir yılda sessiz çığlıklarıyla direnmeye çalışan nice sanat dalı, nice sanatçı gibi… Onlar şöhret olmayanlardı.
Bu bir utanç yazısı. Yarın mekanlar açılıp, notalar sese dönüştüğünde eğer oradaysam yüzümü saklayacağım. Göz göze gelip yüzlerine bakamayacağım. Biz onları unuttuk ve sahip çıkamadık. İki blucin parası gönderdik geçinsinler diye. Onlar çalarken kahkaha atıp dans edemeyeceğim. Bir köşede, ışığın vurmadığı yerlerde gizleyeceğim yüzümü…
Ne zaman, nasıl bu kadar birbirimize sahip çıkamayan, birbirimizin sıkıntısını paylaşamayan, kendi istifçiliğimizin kelepçelerinden kurtulamayan insanlar haline geldik?
Nota okumayı bir türlü öğrenemediğimizden olabilir mi dersiniz?
Biz sesleri dinledik, kazandık. Notalara hayat verenler kaybetti.
Birinci bölümün sonu…
Not: Bu yazı adını bildiğim ve bilmediğim bütün müzisyen sanat insanlarından özür için yazılmıştır. Lütfen okurken onlar için Vladimir Horowitz’in, Franz Lizst, Schwanen, S.560: No.4 Standchen yorumunu dinleyin.