Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Bir seçim sürecini daha geride bıraktık. Siyasi gündem hemen hepimizin odağındaydı. Öyle ki tükenme noktasına geldik.
Birçoğumuz artık siyasetle ilgili bir şey okumak istemiyoruz. Ne varki ki memleket meselelerini farklı açılardan değerlendirip zihnimizdeki süzgeçten geçirdikten sonra kendi tutum ve davranışlarımızı belirlememiz, geleceğimizi daha sağlıklı temeller üzerine kurmamız için kritik. Bu coğrafyada yaşayıp “Bana ne abi!” demek mümkün değil; çünkü tüm yapılanların ucu bir gün elbet bize de dokunur.
Derin mevzu
Her yazımda altını çizdiğim gibi toplumsal iyileşme gerçekleşmeden bireysel hayatlarımızda mutlu, huzurlu yaşamamız zor. Dolayısıyla, toplumsal iyileşmeyi gerçekleştirmek için hepimiz üzerimize düşen görevleri yerine getirmekle yükümlüyüz.
Ben toplum bilimci değilim. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde de okumuş biri olarak her daim tarih, politika ve psikoloji ilişkisine merakım oldu. Son yıllarda bu konuyla ilgili daha fazla okuma yapıyorum. Bilimsel kaynaklardan yaptığım okumaları da zaman zaman burada sizlerle paylaşıyorum. Bugün hem mesleki birikimim hem hayat deneyimim hem de okuduklarımdan yola çıkarak rahmetli Demirel’in, “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” söyleminin neden her zaman geçerli olmayacağını kavramlar üzerinden -olabildiğince- anlatmaya çalışacağım.
Derin ve kapsamlı ele alınması gereken bir konu bu. Dolayısıyla, yazdıklarımı doğrudan bir sebep-sonuç ilişkisi olarak değil de sonucu etkileyen faktörlerden bazıları olarak ele almanız daha doğru olur.
Anlamamız gereken kavram: Lider kültü
Literatürde geçen ifadeyle ‘over-idealization’, yani bir kişiyi fazlasıyla idealize etmek, hak ettiğinden çok daha fazla anlam yükleyip güç atfetmek, ruh sağlığı başta olmak üzere birçok farklı alanda kullanılan bir kavram.
Bu kavram, ‘zihinde ideal bir figür yaratmak ve bir insanı bu figürle bütünleştirmek, idealize edilen insanın hatalarını görmezden gelmek ya da hataları için bahaneler üretmek, söylemlerine körü körüne sorgulamadan inanmak, tutum ve davranışlarını düşünmeden alkışlamak, o kişiden farklı şekillerde zarar görülse bile ondan asla vazgeçememek’ diye tanımlanabilir.
Bir insanı fazlasıyla idealize etmek, yalnızca günlük hayatta ikili ilişkilerde değil, tarih boyunca liderler ile halklar arasında da zaman zaman karşılaştığımız bir durum. Halkın çoğunluğunun lideri fazlasıyla idealize etmesi ve sorgulamadan peşinden gitmesi ‘lider kültü’ (cult of personality) kavramıyla açıklanabilir. Sosyolog Max Weber’in ‘karizmatik lider’ kavramını anlayabilmek için ‘lider kültü’ kavramını anlamak önemlidir; çünkü karizmatik liderlerin toplumu peşinden sürükleme gibi bir becerisi vardır.
‘Lider kültü’ -genel olarak- liderin halkın çoğunluğu tarafından ‘baba’ ya da ‘kurtarıcı’ olarak görülmesi, ülkenin geleceğinin sadece onun sayesinde daha iyi olabileceğine inanılması, lidere duyulan obsesif sevgi, hayranlık ve aynı zamanda liderin hissettirdiği korkunun uzun sürmesi olarak özetlenebilir.
Özellikle yakın tarihte medyanın ve sosyal medyanın devreye sokulmasıyla birlikte, lider kültü kavramıyla anılan lider iyice parlatılarak, daha da uzun süre konumunu koruyabilir. Bu liderler, çoğunlukla katı ve otoriterdir. ‘Koruyucu’, ‘kollayıcı’ olarak algılanmaları, toplumdaki kırılgan benliklerin kendilerini lider üzerinden daha güçlü hissetmesini sağlar. Yani, toplumdaki özgüven problemi ne kadar derinse, liderin idealize edilmesi bir o kadar artar.
Ayrıca bu liderler, genellikle tarihin kendi hoşlarına gitmeyen kısımlarını hafızalardan silmek ve değiştirmek eğilimindedir. Onlar hem bugün hem gelecekte tüm ihtişamlarıyla var olmak istedikleri gibi geçmişin kendilerini gölgelemesini istemez.
Lider kültü ve psikopatoloji ilişkilendirilebilir. Yani bir liderin psikopatolojisi ve manipülasyon becerisi kitleleri peşinden sürükleyebilir.
Özetle, lider kültü çerçevesinde inceleyeceğimiz liderlerin bazılarının tutum ve davranışlarını psikopatolojiyle açıklamak mümkün. ‘Karanlık Üçlü: Narsisizm, Makyavelizm ve Psikopati’ başlıklı bir önceki yazımda bu konuya değinmiştim. Şu da var ki liderin psikopatolojisinin -ki bu psikopatolojinin birçok farklı adı olabilir- halkta karşılığını bulması ayrı bir konu olarak değerlendirilmeli. Her toplum birbirinden farklıdır. Bu sebeple de lider ile halk arasındaki ilişkiyi sadece tek bir perspektiften değerlendirip genellemek doğru olmaz.
Dolayısıyla, ruh sağlığı ile politika arasındaki ilişkiyi anlamak için tarih, siyaset bilimi, sosyoloji ve antropoloji gibi birçok farklı bilim dalından yararlanmak gerekir.
Tehdit etkisi
Toplumların tarih boyunca yaşadığı travmaların kuşaktan kuşağa aktarılması, bu travmaların gündeme bağlı olarak tetiklenmesi ve bu tetiklenme sonucu liderin ortaya koyacağı tutum ve davranışların topluma yansıması gibi birçok değişken, lider ile halk arasındaki ilişkinin belirleyicileri arasındadır.
Toplumsal travmalar karşısında ‘geniş grup kimliği’ öne çıkar. Prof. Dr. Vamık Volkan, ‘geniş grup kimliği’ni ‘birbirini tanımayan, birbiriyle asla bir araya gelmeyecek kişilerin aynı etnik, dini, ulusal gruba ait olmaya dayalı yoğun bir aynılık duygusuyla birbirine bağlanması’ olarak özetlemiştir. Bir tehdit algısı toplumda paylaşılmış kaygıya neden olabilir ve insanları birbirine yakınlaştırır. Toplumun karşılaşabileceği tehdit arttıkça, bireysel farklılıklar azalır ve ortak paydada buluşma eğilimi artar.
Güven ihtiyacı
Bir toplum, yaşadığı travmalardan daha olgunlaşmış ve gelişmiş olarak çıkabilirken, daha gerilemiş olarak da çıkabilir. İnsanın en temel ihtiyaçları arasındaki güvende hissetme ihtiyacı sarsıldığı zaman bir liderin önderliğinde, kendisiyle benzer duyguları hisseden bir grubun parçası olmak insana güvende olduğunu hissettirebilir.
Bu noktada lider samimi bir şekilde güven duygusu hissettirerek halkın toplumsal travmalardan birçok açıdan daha da gelişerek ve olgunlaşarak çıkabilmesine destek verebilir. Buna karşılık tam tersi de olabilir: Lider tehdidin varlığını abartıp kaygıyı taze tutar, gerek tutum gerekse söylemleriyle ve tabii medya-sosyal medya gibi farklı destek araçlarıyla kendisini kahramanlaştırırsa toplumun çoğunluğunu kontrolüne alıp istediği gibi yönlendirebilir. Yani lider toplumsal travmaları kendi lehine çevirebilir.
Bir liderin toplumsal travmaları manipülasyon aracı olarak kullanması için o travmaların illa o an yaşanması da gerekmez. Eski travmalar da her daim gündeme getirilebilir ya da eski travmaları tetikleyici bir gündem yaratılabilir.
Böylece, lider söylemleriyle kendisinin tek kurtarıcı, tek koruyucu olduğunun defalarca kez altını çizer. Kendisinin fazlasıyla idealize edilmesini pekiştirir.
Ayrıca, ortada gerçek bir tehdit de olmayabilir ama bir tehdit varmış gibi yansıtılabilir. Ya da ortada bir tehdit olsa bile bu tehdit bir algı yaratılarak çarpıtılabilir.
Tarihsel süreçte birçok travmaya, yani savaş, ayaklanma, otoriter rejim, haksızlık, ayrımcılık ya da doğal felakete maruz kalmış, güven zemini sağlamlaştırılamamış, sırtında farklı kaygıların yükünü taşıyan bir toplum, bir çocuğun ebeveynine duyduğu ihtiyaç gibi bir lidere sığınmaya ihtiyaç duyabilir. Bu tür toplumlarda en ufak bir tehdit algısında geniş grup kimliği daha ön plana çıkabilir.
İnsanlar çoğu zaman -özellikle günlük hayatta- geçmişten bugüne taşıdıkları travmaların yükünü ve dolayısıyla kolayca tetiklenebilecek kaygının farkında değildir. Ama tetiklenmeler karşısında bir grubun parçası olduğunu hatırlamak istediği gibi liderine de sıkı sıkıya yapışabilir.
Yani, lidere körü körüne bağlılık aslında travmaları sağlıklı şekilde atlatamamış toplumlarda görülür. Körü körüne inancın olduğu toplumlarda gerileme kaçınılmazdır. Gerilemiş toplumlarda bölünmeler baş gösterir; lideri takip edenler ve lideri takip etmeyenler olarak toplum ayrılır. İki grup da birbirine karşı saldırgan tutum ve davranışlar sergileyebilir.
Travmalar üzerinden yönlendirme
İnsanın, atalarının maruz kaldığı travmaların duygusal yükünü taşıdığı göz önüne alınırsa ve bir de üzerine kendisinin maruz kaldığı toplumsal travmalar düşünülürse, kaygının en ufak bir tehdit algısı ya da belirsizlikte tetiklenmesi işten bile değildir. Travmaların sağlıklı şekilde atlatılamaması, tarih boyunca maruz kalınan toplumsal travmalar üzerinden insanların manipüle edilmesi, körü körüne inancı besler. Kendini güvende hissetmemenin rahatsızlığı, geniş bir grubun üyesi olmanın psikolojik varoluşunu yaşamak diğer her şeyden çok daha önemli hale gelebilir (Prof. Dr. Vamık Volkan ‘Körü Körüne İnanç’ kitabında bu konuyu ayrıntılı biçimde ele alır).
Örneğin, terör tehdidi ya da diğer ülkelerin olası saldırıları tarih boyunca tüm toplumları tedirgin etmiştir. Toplumlar lider seçimlerini bu tehlikeleri göz önünde bulundurarak yapmıştır. 11 Eylül sonrası ABD’de geniş grup kimliği ön plana çıkmış, ABD vatandaşları dünyayı ‘biz’, yani ABD vatandaşları ve ‘ABD’ye karşı olanlar, teröristler’ olarak ikiye ayırmıştır. ABD vatandaşlarının, 11 Eylül saldırıları gibi bir travma yaşadığı için terör olaylarına dair hassasiyetleri artmıştır.
Özetle tüm bu hassasiyetler, insanların seçimlerini doğrudan etkiler. Dahası bu hassasiyetler, siyasette halkı manipüle etmek için bir araç olarak da kullanılabilir.
Birçok siyasinin sık sık gündeme getirdiği, medya ve sosyal medya aracılığıyla da sürekli karşımıza çıkarılan ‘terör‘, ‘dış güçler’, ‘başörtü yasağı’, ‘dinin elden gitmesi‘ gibi söylemler güvende hissetme ihtiyacının ön plana çıkmasına, tarihte ve bugün maruz kalınan travmatik deneyimlerin, dolayısıyla kaygının tetiklenmesine sebep olur. Böyle bir durumda ekonomik koşullar ikinci plana atılır. Seçmenlerin birçoğunun davranışı, bu söylemler ve bu söylemleri söyleyen kişiye bağlılık çerçevesinde şekillenir.
Bilinmezlik de ayrı bir kaygı unsuru olduğu için insanın -gerçek ya da yapay- en ufak bir tehdit algısı karşısında bildiği lidere yönelmesi de şaşırtıcı değildir. Ayrıca, yakın geçmişte geçirilmiş travmatik süreçler insanları yeni bir lidere şans vermeye değil, bildiğiyle yola devam etmeye yöneltebilir (Deprem bölgelerinde çoğunlukla iktidar partisine oy verilmesinin sebeplerinden birisi de bu).
Sonuç olarak, bu döngüyü kırmak, ancak toplumun travmalarını sağlıklı şekilde atlatabilmesi için temel güven ihtiyacının karşılanmasına yardımcı olabilecek, toplumun çoğunluğuna hitap edebilecek bir lider adayının ortaya çıkmasıyla mümkün olur.