HÜRREM SÖNMEZ
Ümit Kıvanç muazzam bir yazı yazdı geçtiğimiz günlerde ‘Ay Sizin hala umudunuz mu var’cılık’ ile ilgili. Hani okurken içinizi soğutan, nefes aldıran bazı yazılar vardır ya, bu da onlardan işte. Çünkü bir kısmımız son zamanlarda o kadar sık işittik ki bu cümleyi, derdimize tercüman olan o satırlar göğsümüzdeki sıkışmayı hafifleten bir ilaç gibi geldi.
Yazıda bahsi geçen ve yazarın aralarında akrabalık kurduğu diğer şüreka da geçmiş bir yazıya konu ettiği ‘şaşırdık mı’cılar idi.
Tıpkı “Anlayana” gibi “Şaşırdık mı” yazıp üç nokta koyarak haber, yorum filan paylaşmak pek havalı bir sosyal medya eylemi idi malum. Paylaşan kişiye bir paylaş butonuyla şahane bir konum bahşediyordu zira. Satır arası şuydu: “Yani bazı gerizekâlılar olarak anlamıyor, diğer bazı gerizekâlılar olarak da olan bitene şaşırmaya devam ediyor olabilirsiniz, ama bakın, ben yüksek ‘farkındalığım’ ve keskin zekâm ile bütün bu olan bitene hiç şaşırmıyorum.”
Kıvanç’ın yazısını okurken iki yıl evvel burada yazdığım bir yazıyı hatırladım, benim açımdan filmi biraz başa sarmak gibiydi.
‘İyi kalpli şaşıranlar’ diye bir kitleden bahsetmişim bu yazıda. Kendileri o zaman henüz “Şaşırdık mı” evresine girmemiş oldukları için olsa gerek her meşum hadisede “Aman yarabbi ne kadar korkunç bir yer oldu burası” diyenlere hitaben demişim ki: “Yaşadığınız ülkede AKP gelene kadar, ne sosyal adaletsizlik üstüne kafa yordunuz ne yerleşik muhafazakarlık ne de devletin şiddet yüklü diline. Kendiniz bu ‘boş işler’le meşgul olmadığınız gibi kafa yormaya çalışan, emek veren, kitap okuyan, eyleme giden, toplantı tertip eden, kendince debelenen insanlara da müstehzi bakmaktan geri durmadınız…Devlet ne zaman ki AKP oldu, ‘Bir sabah kendinizi marjinal buldunuz.’ Gregor Samsa’nın bir sabah kendini böceğe dönüşmüş olarak bulması gibi,”
Kıvanç’ın tarif ettiği ‘şaşırdık mı’cılar ve ‘ne umudu ayol’cular ile bu bir zamanların ‘ay nasıl olur’cuları arasında da yakınlık kurulabilir bence.
“Devlet köy yaktı, vatandaşına dışkı yedirdi” diyenlere “Olur mu yahu öyle şey” diye şüphe ile bakanlar, sevmedikleri lider “Polisimiz destan yazdı” diyene değin “Yargısız infaz” dendiğinde “Ne demek canım devletin suç işlemesi” diye şaşkınlık cümlesi kuranlar bir sonraki evrede şıppadanak herşeyi çözdüler ve “Şaşırdık mı” demeye başladılar.
Tekamülünü ışık hızı ile tamamlayanların vardığı yer umudundan vazgeçmeden kendince gayret gösterenlere “Ay senin hâlâ umudun mu var” demek oldu.
Ne yazık ki o vakitlerdeki şaşırma hâli ile bugünlerdeki bu şaşmama ve umut etmeme hâli, kabullenmenin ve itiraz etmemenin farklı tezahürleri olarak benzerlik arz ediyor. Cizre’de iki çocuğun yatağında uyurken panzerle ezilmesi karşısında “Yalan haberdir, ajitasyondur” diyerek varacağımız yer ile “Bu ülkede olan hiçbir şeye insan artık şaşırmıyor” diyerek varacağımız yer birbirine uzak değil. İkisi de bir sonraki ölüme kapı aralıyor.
Benzer şekilde bir “İçim kaldırmıyor, görmek, okumak istemiyorum” refleksi var.
Herkesin duygu dünyası ve sinirleri aynı dayanıklılıkta olmayabilir doğrudur ama Kemal Kürküt’ün annesinin ağıdını duymak istemememiz, Suruç davasında ailelerin ifadelerini okuyamamamız trajediyi ve adaletsizliği ortadan kaldırmıyor, oradaki bu “O kadar vicdanlı ve hassas bir insanım ki okumayı bile içim kaldırmıyor” mesajımız hiçbir yaraya derman olmuyor.
“Bu memleket yaşanır bir yer olmaktan çıktı” cümlesi elbette bir gerçeklik barındırıyor. Kim ister ki çocukların bir gece vakti uykusunda öldürüldüğü, gazetelerin zerrece utanmadan ‘Panzer uykuda yakaladı’ diye başlık attığı bir ülkede yaşıyor olmayı? Kim ister taziyeye gittiği yerde polis şiddetiyle ölen bir insan için 12 bin lira para cezası veren mahkemelerden adalet beklemeyi.
Kim ister onlarca köylünün birbirinden haberdar şekilde zihinsel engelli bir kadına düzenli olarak tecavüz ettiği ve bütün bir köy halkının da bunu bilerek sessizce onayladığı bir ülkede, böylesi kötülüğe batmış bir havayı teneffüs ederek yaşamayı.
Gitmek isteyene, “Tanık olmak istemiyorum” diyene söylenebilecek bir şey yok. Kaldı ki, herhangi bir politik ve sosyolojik dayanak sunmadan “İyi olacak” demek “Kaderde ne varsa o olur” demek gibi bir şey. Ama şunu hatırlamakta fayda var; umut etmekte ve mücadelede ayak direyenler için bu memleket zaten hiçbir zaman pek de cennet olmamıştı.
Adalet arayanların cezaevlerinde, mahkeme salonlarında tanık oldukları adaletsizlik, umutsuzluk içinde büyütülen umuttur aynı zamanda. İçerideki insanın bir bakışıdır bazen bu, bazen evladı ölmüş kişinin ağzından çıkan bir sözcük. Şaşırmak, öfkelenmek, binbirinci defa yaşanıyor olsa dahi itiraz etme mecburiyetinde hissetmek, kendini mes’ul hissetmek… İnsan ancak böyle hayatta kalır, insan ancak böyle onuru ile yaşar. İnsan ancak böyle insan olur.
Bazılarının umudu hangi kaynaktan beslenmekte idi de şimdi yitirdiler bilemem. “Egemenler, sermayedarlar, gücü elinde bulunduranlar kendiliğinden bir şey yapacak ve insanlık için iyi olacak,” beyhude bekleyişinin sonu hüsrandır. Tarihsel deneyimler hep aksini anlatır çünkü. Umut edenler iktidar sahiplerinden hesap soranlardır, inayet bekleyenler değil.
Terry Eagleton epey fikir açıcı kitabı ‘İyimser Olmayan Umut’un girişinde şu alıntıyı yapmış: “Bizler iyimser değiliz; herkesin gönlünü kaptırabileceği hoş bir dünya vizyonu sunmuyoruz. Sadece, her neredeysek orada yoksullar için adaletten yana yerine getirilmesi gereken küçük bir ödevimiz var” (Herbert McCabe, OP)
Geçmişte kendilerinden başka insanlar için iyi bir şeyler yapmaya gayret edenleri ‘enayi’, ‘saf’ vs olarak görmekte iken, şimdi işler iyice sarpa sarıp çember daralınca, “Ne umudu kardeşim” demeye başlayanlara cevap olsun: Benim de hâlâ umudum var, evet. Çünkü olmak zorunda, başka türlü bir yaşama biçimi öğrenemedim ne yazık ki şu yaşıma kadar. Üstelik muhtemelen umut bağladığımız şeyler aynı değildi sizinle, çünkü üzüldüğümüz şeyler de aynı olmadı genellikle.
Her nerede isek, o olduğumuz yerdeki haksızlığa iki kelâm etme, o da elimizden gelmiyor ise “Vazgeçmeyeceğim” diyeni pamuklara sarma mecburiyetimiz var.
Bazen sadece; 1 Mayıs işçi bayramında bir elinde bir buket kırmızı gül, sol yumruğu havada gururla bakan küçücük çocuğun kara gözlerindeki o bakıştır, o bakışın içimize yaydığı sıcaklıktır umut.