
H. Ayhan Tinin / Sanat da var / Tiyatro
Tiyatro, tadını bilenler için güzel insanlar sokağıdır.
Halka, düşünen insana bugünden geleceğe; hümanist bir pencereden bakmayı öğretir.
Tiyatro dünü anlamak, bugünü doğru yaşamak, yarını anlamlı kurmak için seferberlik alanıdır.
Ekim/kasım aylarında İstanbul 26. İstanbul Tiyatro Festivali’ni yaşamaya hazırlanırken; programda geçen yıl kaybettiğimiz Ferhan Şensoy / Ortaoyuncular tiyatrosunu görünce; aklıma son yıllarda art arda kaybettiğimiz tiyatro ustalarımız geldi.
Bu yeri doldurulmaz sanatçıların her birini büyük özlemle anımsıyoruz ve unutmamaya da devam edeceğiz; ancak önemli bir yangınımız daha var.
Bu kayıpların bir kısmıyla, bazı ekol tiyatroların üçüncü zili sustu… Bir daha çalmamak üzere sustu… Bir çok kadife perde, bir daha açılmamak üzere kapandı.
O tiyatroların sahne tozu, zamanın tozuna karışarak kayboldu gitti.
“Her gece birinin olmadığı gecedir. / Gecelerinizi karıştıracak gitgide / Olmayanlarınızın çoğalması. Benim olmadığımı duyduğunuz bir gece / Korkacaksınız” diye yazar Özdemir Asaf ‘O Gece’ şiirinde…
Korkularımız ve acılarımız yüreğimizde büyürken, hangi tiyatroların ışıkları söndü, anımsayalım mı?
Levent Kırca / Levent Kırca Tiyatrosu.
Yıldız Kenter, Müşfik Kenter / Kenter Tiyatrosu.
Zeki Alasya / Devekuşu Kabare Tiyatrosu.
Gönül Ülkü, Gazanfer Özcan / Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu.
Bu tiyatrolar ki her biri bir ekoldü.
Tek tek çekildiler sanat dünyamızdan…
Bir kır düğününde arka arkaya patlayan renkli neonlar gibi bizi karanlığa bırakıp gittiler.
Her kayıpta bir ekol sustu.
Ortaoyuncular bilemiyoruz devam edecek mi? Dileriz ki etsinler!
Nejat Uygur’un ekolünü neyse ki Süheyl ve Behzat Uygur kardeşler yaşatıyor, emeklerine sağlık.
Ekol, Fransızca’dan “école” kelimesinden gelmiş dilimize ‘okul ya da sanat, düşünce akımı’ karşılığı olarak kullanılıyor kendi dilinde. Türkçe kullanım anlamıysa ‘bir sanat ya da bilim dalında ayırt edici nitelikleri bulunan yöntem veya akım.’
Tabii ki o sahnelerden geçmiş, feyz almış sanatçılar var. Ancak o ekolü, o çatı altında devam ettirecek oyuncu ve eğitmenler nerede?
Büyük ustaların bin bir deneyim ve çabayla ayakta tuttukları sahnelerinden geriye ne kaldı/kalacak?
Tiyatro dünyasına dağılmış tek tük ateş böcekleri mi?
Yukarıda saydığımız tiyatrolar, repertuar seçiminden sahneleme biçemine kadar; Türk tiyatro tarihinde özgün yolculuklarını sürdürürken, kendi seyircilerini de var etmiş ve eğitmişlerdi.
Bugüne bakarsak; ömrü uzun olsun ustalarımız Genco Erkal/Dostlar Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Haldun Dormen/Dormen Tiyatrosu gelecek yılların kuşaklarına nasıl ulaşacak? Yalnızca belgesellerle mi?
Ya kendi deniz fenerlerini arayan gencecik tiyatro sevdalıları? Onların sığınacakları çatı, hipermarket rafları gibi televizyon dizileri mi olacak yalnızca?
Kenter Tiyatrosu binası zar zor kurtarıldı.
Ne Levent Kırca Tiyatrosu’nun çadırı kaldı geriye ne Devekuşu Kabare’nin Sıraselviler Caddesi’ndeki güzelim salonu…
Yeni nesiller yetişmezse, tiyatro ışığını taşıyacak eller kalmayacak. Bunu yalnızca konservatuarlara, üniversitelerin oyunculuk bölümlerine ya da tecimsel oyunculuk kurslarına bırakmamak gerekiyor sanırım.
Çıraklar ustalarını arıyor!
Tomas Fasulyeciyan’ın ünlü tiradıyla bitirelim yazımızı…
“Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız.”