
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Yazar deyince ille de edebiyatçıları anlamayın, gazetecileri de getirin aklınıza. Zaten, biliyorsunuz, televizyona çıkan gazetecilerin altında ‘gazeteci-yazar‘ yazar hep.
Memet Fuat (1926-2002) bu gazeteci-yazar’lar için değil, doğrudan edebiyatçılığa sıvananlar için böyle diyor: “Bir anadilleri olmasını yazarlık için yeterli sayıyorlar.”
Memet Fuat, 1998’de, yazarların dile özen göstermemelerinden, ‘bilinçle çalışmamalarından’, herkesin Sait Faik gibi ‘kendiliğinden gelişmiş’ yazarlığa aday olmasından, herkesin ‘doğuştan sanatçı’ olmasından yakınıyor: “Herkes Sait Faik…” (Sait Faik’in dilinin savrukluğunu eleştirmekten de geri durmaz ya.)
Memet Fuat aynı kitaptaki (Dil Üstüne, Adam Yayınları) başka bir yazısında da 1920’lerde, ’40’larda yazarların önünde kılavuz olmadığını, karşılaştıkları dil sorunlarını kendileri çözmek zorunda kaldıklarını söyleyip “Bugün dilimiz o yıllara göre çok ileri bir düzeyde” diyor.
Yazı yazmak sadece dilbilgisi kurallarıyla bağlı değil şüphesiz, başka gerekleri, incelikleri, araçları var. Bunlar üstünde pek durulmamış. Edebiyat tarihçisi Fevziye Abdullah Tansel 1940’larda, ’50’lerde Ankara Atatürk Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydi, bir de kitap yazmıştı, Türkçede bu alanda yazılmış belki de ilk ve tek kitap: İyi ve Doğru Yazma Usulleri (Milli Kültür Yayınları, 1963). Tansel (1912-1988), tahrir (kompozisyon, yazı) konusundan bahsederken, 1908’den sonra yazılan edebiyat kitaplarının 1950’lerin kitaplarından ‘çok üstün’ olduğunu söylüyor. Gerilemişiz. Bildiğim kadarıyla bir kompozisyon / yazı ders kitabı yok.
Yazı konusunda sorun, Roland Barthes’a (1915-1980) bakılırsa daha derin. Fransa için şöyle diyor söyleşiler kitabı Sesin Rengi‘nde (Metis Yayınları):
“Flaubert’e [1821-1880] kadar retorik, yazma sanatı öğretilirdi. Ondan sonra okuma ile yazma ayrıştırıldı ve burjuvazinin ürettiği kültürel nesneleri okurun tüketimine sunan demokratikleşme, yazma sanatının kaybolmasına neden oldu. Elbette tez yazımı ve kompozisyon varlığını sürdürdü (…).”
Peki bu neye yol açtı? Şuna:
“Okumayı, iyi okumayı öğrenmenin olumlu bir yanı var, ama yazan az sayıda kişi ile okuduklarını yazıya dönüştürmeden okuyan büyük bir kitle arasında bir ayrılık kalıcı hale getirildiği için olumsuz bir yanı da var.”
Barthes bunu dediğinde 1971’di. Bu zaman zarfında bütün dünya öyle bir demokratikleşti ki, okuyan kitleyle yazan kitle arasında hiçbir ayrılık kalmadı. Hatta okuyandan çok yazan olduğunu bile söyleyebiliriz. Yine de iyi okumayı öğrenenlerin sayısı da, iyi yazmayı öğrenenlerinki de artmıştır.
Bu ‘demokratikleşme’yi internet, daha da kesin söylersek sosyal medya sağladı. İsteyen bir internet sitesi kurabiliyor, blog açabiliyor, hiçbir editoryal denetimden geçmeden, kimseye bir yeterlik hesabı vermeden, kimseden ehliyet beklemeden yazıyor insanlar. Sosyal medyada blog açma gibi zahmetlere de gerek yok, hesap açıp devam… Hatta birçokları derlitoplu bir şey okuma zahmetine bile katlanmıyor, kendileri gibi sosyal medyaya yazanları okuyup yazıyorlar ya da bir şey seyredip fikirlerini yazıyorlar…
Aslında sosyal medya yazarları için bile yazmayı bilmek, etkili yazmayı öğrenmek, binlerce, milyonlarca ‘yazı’ arasından sıyrılmayı becermek önemli.
Akıldan çıkarmayalım ki, en yetenekli yazar bile yazmayı öğrenmişti ama birilerinden, ama kendi kendine.
Peki ya ‘gazeteci-yazar’larımızı ne yapacağız, ya editörlerimizi, muhabirlerimizi? Onlar neden özenmezler dile, bir anadilleri olmasını neden yeterli bulurlar? Gazetecilik örgütleri ödüller veriyor, haberin, röportajın nasıl yazıldığına asla bakmaksızın. Sadece haberin, röportajın konusuyla ilgililer. Bu kabul edilemez.
Unutulmasın ki Ahmet Rasim de gazeteciydi, Refik Halid de, Çetin Altan da … “Her bir röportajıma romanıma verdiğim kadar emek verdim” diyen Yaşar Kemal de.
“Yaşar Kemal çok büyük bir dilci, onunla yarışmak elbette kolay değil” diyor Memet Fuat, “Ama genç yazarlar da böylesine arkada kalmamalı.”
Arkada kalmayı bırakın, gazetecilerimiz nal topluyor.
Türkçeyi iyi kullanan gazetecilerimizin verdiği bunca emek boşa gitmemeli. Onlara hiç yaşamamışlar, hiç yazmamışlar muamelesi yapamayız.