OLGA ÜNAYDIN AZİZOĞLU
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları Türkiye’de tepki çekti. Ama tepkilerini kontrol etmekte zorlanan bazıları, İsrail devletiyle, Musevi inancını birbirine karıştırdı.
Hatta kimileri, Türkiye’de 500 yıldır yaşayan Musevilere karşı nefret suçu işlemeye kadar vardırdı işi. Oysa günümüzde olduğu gibi tarihimizde de Türkiye’ye büyük fayda sağlamış Musevi inanca sahip vatandaşlarımız hep oldu.
İlk şehir plancımız
Bunlardan biri de, Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel’di.
Angel’in adını bugün pek kimse hatırlamıyor, ancak bu Musevi vatandaşımız, 95 yaşında hayata veda ettiğinde ardında birbirinden önemli hizmetler bırakmıştı. Bunların en önemlisi Gezi Parkı’ydı!
Angel’in döneminde henüz Gezi Parkı’nın kadri bilinmemiş, daha Gezi olayları yaşanmamıştı elbette, ama o bundan tam 62 yıl önce Gezi Parkı için direnen ilk ve tek insandı.
O zamanki Gezi Parkı, şimdiki gibi küçücük bir alanla sınırlı da değildi. Taksim’den başlayıp Dolmabahçe sırtlarına kadar uzanan muazzam bir yeşil alan demekti.
Adı ‘Bay Engel’e çıkmıştı
İstanbul Belediyesi’nde 1942-52 yılları arasında kentin imarından sorumluydu Aron Angel. “Yeşile bir çivi dahi çaktırmam” sözüyle biliniyordu. Hukuka bağlılığı ve çalışmalarındaki titizliği nedeniyle adı, ‘Bay Angel’den ‘Bay Engel’e çıkmıştı.
1952 yılında, dönemin vali ve belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökay, kendisini çağırtarak, ABD’lilerin İstanbul’da bir otel yapmak istediklerinden bahsetti. Angel, “Tabii, kendilerine birkaç yer göstereyim” dedi. Ama aslında hükümet kararını çoktan vermişti: ABD’liler, Hilton Oteli’ni Gezi Parkı’nda yapacaktı.
Aron Angel, “Böyle bir şeyi asla kabul etmem” diyerek, o gece istifa mektubunu yazdı. Mektup, Angel’in hayata ve mesleğine karşı duruşunu özetliyordu: “Şahsi menfaatlerin revaçta bulunduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum.”
‘Demokrasiyi yanlış anladılar’
Şehir plancısı ve yüksek mimar Aron Angel, Taksim’den başlayıp Divan Oteli’nin arkasından devam eden Hilton Oteli arazisinin tamamını içerip Maçka Parkı’na ve Dolmabahçe sırtlarına kadar uzanan, resmi adıyla ‘2 Numaralı Park’ın oluşturulması için yıllarını vermişti.
Projelerini bizzat çizdiği Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile Açık Hava Tiyatrosu da parkın bir parçası olarak inşa edilmişti. Ancak park, bu haliyle sadece birkaç yıl yaşayabildi.
Aron Angel bir söyleşisinde Gezi Parkı için şöyle diyecekti: “Gezi Parkı’nda çok kötü işler yapıldı. 1950’de iktidara gelenler demokrasiyi çok farklı şekilde yorumladılar. Demokraside her şeyin serbest olduğunu sandılar. Onca yılda hazırladığımız planları yaktılar, nazım planı anlayışını yok saydılar.”
‘Müze gibi korumamız lazım’

Ön sıra sol baştaki Aron Angel, ön sıra sağdan ikinci, açık renk paltolu Henri Prost, onun yanındaki de Lütfi Kırdar. Spor ve Sergi Sarayı’nın temel atma günü.
Aron Angel için dünyada iki şehir vardı; biri İstanbul, diğeri Paris. Ama İstanbul her zaman bir adım öndeydi.
İstanbul’u bir kültür ve turizm şehri olarak hayal eden Aron Bey, belediyede çalıştığı 10 yıl boyunca bu amacına uygun projeler geliştirdi. Bağdat Caddesi’ndeki ayrık nizamlı evler, Yeşilyurt’taki az katlı binalar, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı hep bu hayalin yansımasıydı.
Ama kimisi maddi, kimisi politik gerekçelerle hayata geçemeyen projeleri de vardı. ‘Taksim’e metro’, ‘Bayrampaşa’ya botanik bahçesi’, ‘Levent’te kadınların çalışma hayatına katılmasını kolaylaştıracak tarzda bina’ projesi, ne yazık ki kağıt üzerinde kalacaktı.
Aron bey, İstanbul’un müze gibi korunması gerektiğini düşünüyordu. Site hayatına da TOKİ binalarına da karşıydı. Gökkafes onun için ‘ucube’ydi.
Kentin dört bir yanından yükselen gökdelenler için de farklı düşünmüyordu. “Bir devletin nasıl anayasası varsa, bir şehrin anayasası da nazım planıdır. O olmazsa şehircilik olmaz” diyen Angel, kentin ehil olmayan kişilere teslim edilmesine çok üzülüyordu.
İki üniversiteyi birden okudu
Aron Angel’i çok sevdiği İstanbul’un ilk şehir plancısı olma yolunda teşvik eden kişi, Atatürk’ün daveti üzerine 1936’da Türkiye’ye gelen Fransız mimar ve şehircilik uzmanı Henri Prost’tu.
Ünlü mimar, İstanbul’un nazım planını oluşturmakla görevliydi. Angel o sıralar, bakaloryasını Galatasaray Lisesi’nden aldıktan sonra İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni bitirmiş, aklı karışık bir gençti. Paris’te mimarlık okumayı düşünüyordu…
Genç Aron, liseden bir öğretmeni sayesinde Henri Prost’la tanıştı. Prost, ona Paris’teki birkaç okulun ismini önerdi, “İçlerinden birini seç” dedi. Aron Angel bu okullardan birini beğenip, 1937 sonbaharında Paris’e gitti.
Bir hafta sonra okuldaki bir konferansta içeriye Henri Prost girdi. Aron Angel o an, seçtiği okulun müdürünün Prost olduğunu öğrendi. Henri Prost, Angel’i odasına çağırıp, “Mimarlığın yanında şehircilik de okumak ister misin? Senin için bunu ayarlayabilirim” dedi.
Şehircilik mi?
Aron Angel, o zamana kadar ‘şehircilik’ diye bir şey duymamıştı. Çünkü Türkiye’de böyle bir bölüm yoktu. Hayatının akışını değiştirecek bu teklifi kabul eden Angel, iki üniversiteye birden gitmeye başladı…
1940’ta Paris Üniversitesi’nden şehircilik, Ecole Speciale d’Architecture’den mimarlık diplomasını aldı. Türkiye’ye dönen Aron Angel, Prost’un bu kez, “Birlikte çalışalım” teklifiyle karşılaştı. 10 yıl boyunca birlikte çalışan Angel ve Prost, ‘baba-oğul’ kadar yakın oldu. Hatta Prost’un papyona merakı, Aron beye de geçti.
Abdülaziz’in diş ağrısı tutunca
Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahatinde diş ağrısı tutmasa, Türkiye, Aron Angel gibi bir insanla hiç tanışamayacaktı.
Angel’in büyük büyükbabası Avramo Bivas, İtalya Kralı Victor Emanuele’nin diş hekimiydi. Sultan Abdülaziz’in Napoli’de diş ağrısı tutunca, Bivas kendisini kısa sürede iyileştirmişti.
İtalya Kralı, ziyaret sona erdiğinde Sultan’a toprakları üzerinde en çok beğendiği şeyi hediye etmek istediğini söylemiş, Abdülaziz hiç düşünmeden, “Dişçiniz” yanıtını verince, Bivas, kendisine de sorularak Osmanlı kafilesine dâhil edilmişti.
Kanatsız melek
Yaşamı belgesel ve kitaplara konu olan Aron Angel, hayatı boyunca doğru bildiğinden hiç şaşmadı.
Soyadını soranlara, “Angel but without wings” (Melek ama kanatsız) diye takılırdı.

Eşi Milena’yla…
Son 20 yılını babasıyla aynı ofiste geçiren elektrik mühendisi Albert Angel’in şu sözleri, Aron beyin nasıl bir miras bıraktığını özetliyor: “Babamı kaybettiğim gün ofise dönüp, artık boş olan masasına baktım. Kendi kendime, ‘Ben babamdan ne öğrendim’ diye sordum. Sonra da fazla düşünmeden şu cevabı verdim: Ben babamdan çalışkanlığı, azmi, asla ve asla pes etmeden mücadele etmeyi, sabırlı olmayı ve en önemlisi haysiyetli yaşamayı öğrendim.”

Albert Engel… Önünde durduğu masa, Henri Prost’un İstanbul’da yıllarca çizimlerini yaptığı masa. O masada Aron Angel de yıllarca çalışmış, şimdi de Albert çalışıyor.