
BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
NATO zirvesinde İsveç’e yeşil ışık yakılması, Biden’la baş başa görüşme derken aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan kötü bir haftayı geride bırakmadı. Bilakis seçim sonrası ardı ardına gelen hamleler Batı’yla ilişkilerin yoluna sokulması için adımların atılmakta olduğu düşüncesini doğuruyor. Ortada hala çok sorun olsa da geçtiğimiz yılların gerilimli ortamını arkada bırakma ihtimali belirdi.
Dünyanın diğer ucundaysa Erdoğan’ın binbir güçlükle araladığı kapılardan başkaları elini kolunu sallaya sallaya geçiyor. Ankara silah ambargolarıyla, politik ve ekonomik bilek bükme manevralarıyla uğraşırken, birileri benzer politikalara rağmen kırmızı halılarla karşılanıyor.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin önce ABD’de, bu hafta da Fransa’da gördüğü hüsnü kabulden bahsediyorum. Modi’nin yaklaşık bir ay önce Amerika’ya yaptığı gezi, Rusya’daki Wagner ayaklanmasının gölgesinde kaldı ama konuşulmayı hak eden bir gelişmeydi.
Soğuk Savaş yıllarında, Doğu Bloku’nun parçası olmadığı halde Sovyetlerle kurduğu özel ilişkisiyle bilinen, sonrasında da bu yakınlığı sürdüren Hindistan’ın başbakanı, Washington’da en üst düzeyde kabul görmüştü. Kendisi için özel hazırlanan vejetaryen menüyle onuruna bir yemek verilmiş, Biden’la baş başa üst düzey görüşmeler yapılmıştı.
Erdoğan’ın uzun süredir ABD başkanıyla biriken gündem maddelerini ele almak için davet beklediği düşünülürse, Modi’nin bu şekilde ağırlanması ayrıca bir karşılaştırmayı hak ediyor. Zira Hindistan, Ukrayna’ya saldırısı sonrasında bile Rusya sempatisinin kamuoyunda yaygın olduğu bir ülke.
İş sadece toplumun algısıyla da bitmiyor. Türkiye’nin senelerdir başını ağrıtan S-400 tedariği meselesi, söz konusu Hindistan olduğunda ABD tarafında görmezden geliniyor. Rus hava savunma sistemini satın alan Yeni Delhi yönetimi hiçbir yaptırıma maruz kalmadı. Ukrayna’daki savaş dolayısıyla Rusya’ya Batı tarafından uygulanan ekonomik yaptırımlara katılmamaları da pek sorun edilmiyor. Washington’un ağzından bu konuyla ilgili eleştirel sözler duyulmadığı gibi, ABD Yeni Delhi’ye silah satışı konusunda pek hevesli görünüyor. Jet motorlarının Hindistan’da üretiminde mutabakat sağlandı bile.
Modi’ye gösterilen bu teveccühün Batı kamuoyunda sorgulanmasına sebep olan asıl konuysa Rusya’yla yakınlık değil. Hindistan son dönemde dünyadaki otoriterleşme eğilimlerinin, demokratik gerilemenin en bilinen örneklerinden birisi. Hindu milliyetçiliğine dayanan politikalarıyla Modi muhalefetin baskılanması, demokratik rekabetin seçim sandığına indirgenmesi yolundaki kötü örneklerden birisi. Özellikle ülkedeki 100 milyonun üstündeki Müslüman’ın giderek artan bir baskı altında olması, Delhi’deki yönetime yönelik eleştirileri artırıyor.
Öte yandan sadece belirli bir çevrede karşılığı olan bu sorgulamaların uluslararası siyasetin soğuk hesapları karşısında pek bir hükmü bulunmuyor. Washington yönetimi yeri geldiğinde demokrasiyi önemli bir politika önceliği gibi sunarken, iş başa düşünce bu tür kusurları görmezden gelebiliyor.
Peki nedir Hindistan’ı Washington açısından şu aşamada bu derece değerli kılan?
Bu sene içerisinde Çin’i geçerek dünyanın en kalabalık ülkesi olmaları başlı başına yeterli bir gerekçe değil. ABD’nin dikkati küresel rekabette giderek Çin’in üzerine doğru yoğunlaşırken, Asya’daki devi çevreleyecek aktörlerle işbirliği daha önemli hale geliyor. Obama’dan beri Amerika’nın dış politika önceliğinin Asya’ya kaydığı vurgulanırken bu doğrultuda adımlar sıklaşıyor, NATO zirvelerinde bile Çin’in bahsi geçmeye başlıyor.
Hint-Pasifik bölgesinde istikrarın sağlanması amacıyla 15 sene kadar önce kurulan Quad kısaltmalı ittifak ABD, Japonya, Avusturalya ve Hindistan’dan oluşuyor. İlk başlardaki tökezlemelerini atlattıktan sonra Trump zamanında yeniden canlandırılmaya çalışılan yapının hedefinin Çin’i çevrelemek olduğu açık.
Pekin’le tarihsel bir rekabet içinde bulunan, Himalayalar boyunca uzanan sorunlu sınır sebebiyle 1962 yılında savaşa bile giren Hindistan, kendi güvenliği için de böyle bir ittifaka ihtiyaç duyuyor. Her ne kadar nüfus olarak Çin’in önüne geçmiş olsalar da ekonomik büyüklükleri de askeri güçleri de Çin’in çok gerisinde olduğu için ABD liderliğinde bölgesel bir ittifak tam da Delhi’nin aradığı fırsat. Bundan dolayı Soğuk Savaş yıllarından beri Moskova’yla geliştirdikleri yakınlığa rağmen Washington’un kendilerine yönelik açılımlarına olumlu yanıt veriyorlar.
ABD içinse Çin’i çevrelemek için elde hangi imkân varsa kullanılıyor. Hindistan ekonomik açıdan handikapları olan bir ülke olsa da Pekin’le rekabette kesinlikle göz ardı edilecek bir oyuncu değil. Pakistan’la kurdukları özel ilişkiyi de gözeterek Amerikalılar Hindistan’ı kendi yörüngelerine çekebilmek için her türlü yöntemi kullanmaya hazır.
Bu arada dünyanın en büyük demokrasisindeki hak ihlalleri, Ruslardan hava savunma sistemi tedariki gibi tatsızlıkları görmezden gelebiliyorlar. Aynı dertlerden mustarip Türkiye ise uluslararası siyasetteki ağırlığı o kadar olmadığından olsa gerek böyle müsamaha göremiyor.
Modi’nin popülaritesi Atlantik’in doğusunda da diğer yakasındaki kadar yüksek. NATO zirvesinin hemen ardından Bastille Günü etkinliklerinde Hindistan başbakanı bu defa da Macron’un onur konuğu oldu. ABD’de olduğu gibi Delhi’nin çoğunlukçu yönetim anlayışı, başta Müslümanlar olmak üzere muhaliflere uyguladığı baskı Fransız kamuoyunda tartışılmaya başladı. Ve yine ABD’de olduğu gibi böyle meseleler yüksek siyasetin öncelikleriyle karşı karşıya kalınca biraz hafif kaldı.
Macron’un önceliğinin Hindistan’a silah satışı olduğu anlaşılıyor. Silah tedarikinin önemli bir kısmını Rusya’dan yapan Hintlilerin Ukrayna savaşında Rus ordusunun performansını not ettiğini tahmin ediyoruz. Kendilerine alternatif ararken de bu konuda pek istekli Fransızları gözden kaçırmaları mümkün değil. Dolayısıyla 14 Temmuz’un onur konuğuyla Rafale savaş uçakları ve denizaltıların satışı için bir anlaşma gerçekleştirildi. AUKUS’tan dolayı Avusturalya’ya yapacakları denizaltı satışından olan ve büyük kazık yiyen Paris için bu belli ölçülerde bir teselli. Bunun üzerinden Hindistan üzerinde siyasi bir etki amaçlayıp amaçlamadıkları ise ayrı bir soru.
Macron’un geçtiğimiz aylarda Çin’e yönelik ılımlı mesajları da düşünülürse Modi’yle yapılan görüşmenin ABD’ninkine benzer bir çevreleme manevrasından çok daha pragmatik, sınırlı hedeflere yönelik bir hamle olduğu söylenebilir. Fransa, ABD gibi küresel bir güç değil, dolayısıyla beklentilerini sınırlı tutmayı biliyor. Ama silah piyasasında Amerika’nın boşluğunda, Rus silahlarına ilişkin soru işaretleri de artmışken fırsatı değerlendirmek istiyorlar. Zaten 1980’lerde Mirage satışlarıyla Hindistan pazarına girdiklerinden çok sürpriz bir alışveriş değil bu. Böylesi daha dengeli hedefler karşısında bile demokrasi, insan hakları gibi maddeler geri planda kalıveriyor.
Hindistan başbakanının son bir ay içerisinde yaptığı bu iki önemli ziyaret, Türkiye gibi dış politika ile içerideki demokratikleşme arasında koşutluklar kurulan ülkeler için anlamlı sonuçlar barındırıyor. Her ne kadar demokrasi, insan hakları Batı kamuoyunda hala ciddiye alınıyor gibi görünen kavramlar olsa da siyaset yapıcılar son kertede somut çıkarlar üzerinden karar veriyor. Hele bahsi geçen aktörler uluslararası siyasette kilit noktaları tutuyorsa bu tercihler çok daha kolay yapılıyor. Dolayısıyla demokratikleşme için dış dünyanın hamle yapması bekleniyorsa bu, her zaman istenen sonuçları doğurmayabiliyor.
Erdoğan da kendisine yapılanlara benzer eleştirilere muhatap olmasına rağmen Hindistan başbakanının gördüğü teveccühü böyle değerlendiriyor olmalı. Kıran kırana güç mücadelesinde yeterince ağırlığınız varsa Modi’nin Washington’daki akşam yemeğindeki gibi size özel hazırlık yapılabiliyor. Önümüzdeki dönemde böyle alakart bir menü eminim ki Beştepe’nin de hayalini süslemekte.