H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
Oysa harfler kelimelere, kelimeler cümlelere dönüştüğünde başlar sanat.
Bunun böyle olmadığını düşünenler, kuru cılız cümlelerinin içinden anlam devşirmeye çalışırken, suyu bol tutulmuş kurumuş ağaçlar gibi ortalığı bataklığa çevirirler.
Ne zaman doğduğu belirsiz olup, yazdıkları dışında kendisine atfedilen birçok sözün sahibi Phillippius Hohenheim diyor ki, “Her şey birbiriyle ilişkilidir. Gök ve yer, hava ve su. Her şey ancak bir şeydir, ne iki ne üç, ancak bir. Birlikte olmadıkları yerde, yalnızca tamamlanmamış bir eser vardır.”
Bu ilişkileri kurabilme becerisi ise bilgiden başlar, sevgiyle devam eder, zekâ ile güzelleşir, hayatın içine taşındığı zaman tamamlanır.
Gençler pek anımsamaz fakat bir zamanlar gazetelerin spor sayfaları, kelimeleri sanat yapan spor yazarları ile doluydu.
Hatta edebiyatçılarla!
Haldun Taner ‘falsolu vuruş’un etik olup olmadığını taşımıştı yazılarına… Necati Cumalı ‘Tribündeki Edebiyatçı‘ başlığı ile sporseverlerin dünyasını zenginleştiriyordu.
Bir maç yorumunu ya da maç yazısını okuduğunuz zaman başlığından üslûbuna yazarın imzasını görmesiniz bile kimin yazdığını anlardınız.
“Yalan doğrunun önünde koşuyor artık, Bab-ı Ali’de… Mübalağa, kolaycılık, edebi üslup diye seçilen kötü ve yersiz kelimeler, karalamalar, günün birinde şimdilik adres şaşırmış Bab-ı Ali’yi, gazeteciliğin özünü inkar etmiş, kanun ve prensipleri çiğnemiş, okunmaz bir kağıt yığınına dönüştürecektir.”
Yukarıdaki satırların yazarı, Arnavutluk Kralının başyaverinin oğluna ait.
Galatasaray lisesinin, Vefa lisesinin ve Çapa futbol takımının sol ayaklı haşarı delikanlısına…
Milliyet gazetesine adım attığımız zaman, uzaktan kurşun kalemiyle sarı kağıtlara nasıl yazdığını saygı ve hayranlıkla izlediğimiz sürrealist spor yazarı, futbol yazılarını bir sanata dönüştüren; bu sanatın içine beyefendiliği, nezaketi, ölçülü davranıp kırıcı olmamayı ince bir armoni içinde harmanlayan İslam Çupi!
Gerçeküstücülüğün öncüleri Breton, Eluard, Aragon’un tekniğini spor sayfalarına taşıyan; İlhan Berk’in kelimelerinden Dali’nin fırça darbelerinden maç yorumları derleyen İslam Çupi veda edeli yirmi yıl oluyor.
Fakat daha da üzücü olan, spor yazılarını sanata ve edebiyata çeviren bir geleneğin son temsilcisiydi.
Görüneni insan zihnindeki farklı izdüşümleri üzerinden tanımlayan gerçeküstücülük, İslam Çupi’nin kaleminde cisimleşmişti adeta. Bir imgelem hazinesiydi o yazılar. Yalnızca yazılarının derlendiği kitapların isimlerine bakmak bile yeter.
‘Mağlubu Anlatmak‘, ‘Olaylar sağ bekin lahana dolması yemesiyle başladı…‘.
‘Hey gidi İstanbul‘ kitabının da yazarı olan İslam Çupi aynı zamanda İstanbul’da bugün artık kaybolan birçok değerin de temsilcisi olan bir kalemdi.
“…o lezzetli ciddi bir öyküye benzeyen maç yazıları sizlere ömür, hiç yazılmıyor” diye yazmıştı.
Sporcu sahaya çıktığında sanatçıdan farksızdır. Alkışlarla yaşar. Hayalden ve derinlikten yoksun; sosyolojiye, şiire, sanata, ekonomiye yıldızlar kadar uzak spor yazıları okuyanı da fakirleştiriyor, üzerine yazıldığı sporu da…
Her şey birbiriyle görünmeyen bağlar ile bağlıdır.
Kırk yıllık devlet konservatuarını ‘ben yaptım oldu‘ mantığı ile doğru dürüst düşünmeden başka bir yere taşımakla, tiyatrocuların devam eden dertlerine yakın durmamak arasında bir fark var mı? Maçta üç gol yemekle, müzik emekçilerini yok saymak da birbirine benzer aslında…
Her şeyin birbiriyle bağlı olduğu bu dünyada, maç yazılarını bir olay yeri inceleme titizliği ile yazan İslam Çupi usta ve o kuşak yalnızca yazdıkları sayfalara değil, yaşama da değer katıyorlardı.
Neydi o kaybettiğimiz, neydi?