
H. Ayhan Tinin / Sanat da var
[email protected]
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
İşte böyle…
Masalların masal olduğu zamanda, Kaf dağının ardında bir ülkede, dijital kanallara diziler çekilirmiş…
Senin dizin mi güzel, benim dizim mi güzel diye bir rüzgâr esmeye, bir fırtına biçmeye başlamış ki alemin insanları değme gitsin.
Söze niye mi böyle başladık?
Son günlerin dizi tartışmaları iyice yakışıksız yerlere geldi de o nedenle…
Herhalde bütün bu olanlar masaldır ya da bir masaldan alıntı diye düşünmek istiyoruz.
Neticede yapılan iş; oyuncusuyla, senaristiyle, yönetmeniyle, set emekçisi ile sanat, ortaya çıkan tasarım da satılabilir bir üründür.
Sanayi toplumu sonrasında üretim bolluğuna ulaşılmasının ardından, her ürünün farklı bir tüketicisi var.
Ortaya çıkan her eser, her sanat yapıtı, potansiyel tüketicisine bir şey söyler.
Eğer söylediği tüketicinin beklentisiyle uyuşursa ya da ona iyi gelirse tüketici kabul eder, beğenmezse reddeder.
Sanatın bir farkı vardır yalnız, dışından görüp karar veremezsin.
Önce okursun, izlersin, bakarsın sonra verirsin kararını…
Ünlü dizi karakteri ‘Ramiz Dayı’ya hayat veren Tuncel Kurtiz ustamızın söylediği gibi ”Portakalı soymadan içini bilemem kardeş.”
Sanat tüketicisi de verdiği bilet ücretini ya da harcadığı zamanının bedelini geri istemez zaten.
Ancak küçücük bir hakkı vardır.
”Beğendim” ya da ”Beğenmedim” diyebilmek.
Modernizmle birlikte bazı kurumlar, eleştirmenler veya sanat tarihçileri bu konuda hiç de esnek olmayan bir yaklaşımla sanat dünyasını hizaya sokmaya çalıştılar.
Dönemsel başarılar elde edilse de akıl galip geldi.
Çünkü sanat doğası gereği ele avuca sığmaz bir muhayyilenin sonucunda ortaya çıkar. Bazen bir resim, bazen bir film, bazen fotoğraf bazen de heykel olarak…
Sanatçı derdi olan insandır ve derdiyle karşılıklı iç çekmesinin, kavgasının, muhabbetinin sonucudur ortaya çıkan eser.
Sanatçı da epey zarar gördü bu hizaya sokma gayretinden ve çoğunlukla seyirciye sığındı.
İki yönlü bir yaklaşımla kimi zaman, ”Benim gerçek eleştirmenim seyircimdir” dedi ya da ”Benim yaptığım iş seyircinin o kadar üzerinde ki, burada benim yaptığım anlaşılmıyor” diye söylendi.
Her ikisi de gerçek de olsa hakikatin dışındadır.
Birileri sevecek, birileri de sevmeyecektir yapılan işi…
Sevmeyene haddini bildirmeye kalkmak, sanatın tüketicisini hizaya sokmaya çalışmak demektir ki; sanata da sanatçıya da özgür düşünceye de yakışan bir şey olmaz.
Sermaye, başka bir deyişle prodüksiyon gücü eserin kalitesini yukarı çeker mi? Mümkün tabii ki…
Ancak düşük bütçeyle sağlanan büyük başarılar, üretilen işler de sanat üretim tarihinde yerlerini almadılar mı?
Var olan şartlar altında sanatçının kendi dünyasını dile getirdiği eser, eğer izleyicinin dünyasında da anlam kazanıyorsa, beklenen buluşma gerçekleşir.
Yapılan her işin bir algoritması olsa da sonuç bazen olumlu ya da olumsuz, o matematiğin çok dışında gerçekleşir.
Bu satırların sayın okuyucusu; beğenmek de beğenmemek de en doğal hakkın, kimse kimsenin hayatına müfredat programı yazmaya niyet etmesin.
Eylülde daha kavgasız, adaplı, sevginin paylaşıldığı bir sanat dünyasında buluşmak üzere sevgili okur…