
HÜRREM SÖNMEZ
TRT’nin çocuk kanalında canlı yayına bağlanan küçük Utku, “Kaz Dağları’na şu anda büyük zarar veriliyor” der demez, program sunucusu hanım kız bir panikle sözünü kesip gayet yapmacık şekilde gülerek “Utkucum Utkucum güzel güzel konuştuk seninle, tekrar bayramını kutluyorum” diyerek, Utku’yu konuşturmadan yayından aldı. Utku yayına Balıkesir’den bağlanmış ve yaşadığı yer olan Kaz Dağları’ndaki çevre katliamını kendine dert edinmiş insan evladı bir çocuğumuz belli ki. Ama sahibinin sesi devlet kanalına kapılanmış hanım kızımızı, korkutmaya yetiyor Utku’nun iki kelimesi.
Şaşırmamak lazım, bunca kıyım, bunca toplum mühendisliğine rağmen, bazı çocukların haysiyetli davranışlar öğrenerek, hassasiyetlerini yitirmeden büyümekte olması, o toplum mühendisliğini icra edenleri ve ruhlarını onlara satanları rahatsız ediyor elbette. Öyle ya bütün çocukları kediye köpeğe işkence edip öldürecek ve bununla da gurur duyacak kadar vahşileştirebilseler, ne kadar da güzel inşa edecekler yarınları.
Sosyal medyada yükselen tepkiler ve tartışmalar üstüne program sunucusu evlere şenlik bir açıklama yapmış, gerçi kendisinin açıklama yapmasına da gerek yoktu aslında, zira o “Utkucum Utkucum” müdahalesinden sonra gelen berbat gülüş memleketimizde gayet tanıdık. Vicdanını ve şahsiyetini paraya tahvil etmiş olanların, ‘dur şimdi bunları karıştırma’ sahte gülüşü. Gözyaşları içinde dönmüş evine ve yine tahminimizce gözyaşları içinde şunları yazmış: “Nereden bilebilirdim ki TRT Çocuk’un hiçbir zaman konusu olmayan gündelik tartışmaların benim programımda dile getirileceğini, nereden bilebilirdim ki çevre duyarlılığını çocuklara en iyi anlatan kanalıma tam da bu konuda eleştiriler geleceğini…
Sosyal medyada bu şekilde gündeme geldiğim için üzgünüm…
Bırakalım da Türkiye’nin ortak değeri TRT Çocuk siyasetten, günlük tartışmalardan uzak kalsın.
Ben, o tertemiz çocuklar sayesinde neşe dolu bir hayat geçiriyorum. Tartışmalarınızı bizden ve çocuklarımızdan uzak tutun.
Biz size rağmen gülmeye, eğlenmeye bunları yaparken de öğrenmeye ve öğretmeye devam edeceğiz.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da gündelik tartışmalarınızın bir parçası olmayacağız.“
Neşesini bozmak istemezdik tabii. Bilemezdi evet. Çünkü kendisinin o çalıştığı kanalda asla ağzına almaya cesaret edemeyeceği bir konuda, el kadar çocuğun ona hayat ve insanlık dersi vermesine hazır değildi. Şimdi bu hanımefendiye sormak icap eder, ‘siyaset ve gündelik tartışma’ nedir, sonra ‘bize rağmen’ gülmesine eğlenmesine devam edebilir yine arzu ediyorsa. Yaşadığı yerde ağaçların kesilmesine, havasının suyunun zehirlenmesi riskine karşı masumane tepkisini dile getiren bir çocuğun söyledikleri, gündelik tartışma değildir, dibine kadar hayati olan her mesele gibi dibine kadar siyasi ve yetişkinlerin kendilerine dert edinmesi gereken asli bir meseledir. Biraz vicdanı ve muhakeme yeteneği olan her yaştan insanın itiraz edeceği bir meseleyi ‘siyasi polemik’ deyip örtmeye çalışmak için cahil olmak yetmez, paranın ve kariyerin gözleri kör ettiği bir muhterislik ve ahlaki zaafiyet de gerekir. Nitekim 2019 yılı Türkiye’si bu türden ahlaki zaafiyeti madalya gibi taşımaya gayet elverişli. Evlerine dört maaş girmesinin sosyal medyada gündem olmasını pek içerleyen bir başka hanımefendinin kocası ve kendisi adına hepimize parmak sallaması, burjuvaziye çalışıp servetlerine servet katabilecekken, fedakar ve cefakarca ‘halka hizmet ediyor’ olmalarına karşı bu nankörlüğümüzü, bu kıymet bilmezliğimizi hatırlatması gibi örneğin. Neyse ki hanımefendi mahkemeye başvurmak suretiyle şanlı Türk mahkemelerinden yayın yasağı çıkarttı da ‘bir kısım hainler’ aracılığı ile yürütülen bu ‘haysiyet cellatlığına’ dur denmiş oldu.
‘Haysiyet’ demişken, bazı şeyler varlığında değil de yokluğunda daha çok aklımıza düşüyor olsa gerek. Haysiyet de böyle işte, yokluğunu yakıcı örneklerle tecrübe ettiğimiz günlerden geçtik, geçmeye de devam ediyoruz. Haysiyetli tavır sergileyen kim olursa olsun yaşına başına bakılmaksızın en hafifinden laf ağzına tıkılıyor nicedir, daha yaygın olarak da soruşturmalar, kovuşturmalar, mahpusluklar ile ödüllendiriliyor. Yani devlet kanalında “Kaz Dağları’nda kötü şeyler yapılıyor” diyen kişi bir çocuk, konuşmanın geçtiği yer de bir çocuk kanalı olmasaydı, muhtemelen Ayşe öğretmen misali Utku da kendisini terör şüphelisi olarak bulacaktı. Çünkü yeni müesses nizamımız gereği barış istemek, doğaya, ağaca, insana yönelik şiddete itiraz etmek gibi faaliyetler terör suçlusu olduğunuza dair kuvvetli şüphe sebebi.
Bundan altı yıl önce İstanbul’da yaşanan ‘haysiyet isyanını’ hatırlatır biçimde, Homeros’un bin pınarlı İda Dağı barbarlara karşı ayağa kalktı geçtiğimiz günlerde. 30 derece öğlen güneşi altında, başörtülü şalvarlı ihtiyar köylü kadınlar, şortlu sandaletli genç anneler, yaşlı, genç, çoluk çocuk binlerce insan maden alanına doğru yürürken ortaya çıkan manzara Nazım’ın dizelerini hatırlatıyordu insana:
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık
Havada kuş kadar çokturlar
…
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı,
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman
Orman Bakanlığı istediği kadar “Çarpıtılıyor” desin, toprak yoldan maden sahası olan alana vardığınızda sizi karşılayan tablo katliamı özetliyor zaten. Çırılçıplak kalmış, adeta korkunç bir çöle dönmüş dönümlerce arazi uzanıyor gözleriniz önünde. İnsan olanın vicdanını sızlatacak, kalbini ağrıtacak o manzara, kuraklık ve susuzluk nedeniyle, iklim göçlerinin başladığı ve insanların yaşanabilir bir toprak parçası bulmak için kitleler halinde göç ettiği bilim kurgu filmlerini hatırlatıyor insana.
Suyumuz, ormanlarımız, toprağımız Munzur’dan Kaz Dağları’na, Artvin’den, Mersin’e kadar yağmalanıyor bir vakittir, geriye kalanı da tehdit altında. Bu ülkenin doğal ve kültürel mirası istilaya uğramışken içimizde umut yeşerten tek şey, şu baskı ve sindirme ortamına rağmen yan yana yürüyen insanlar Yurdunu sevmekten, ağacını, suyunu sevmeyi anlayan, ‘vatan borcu’ diye bir şey varsa sinesine hatıralar bıraktığımız, bizi besleyip büyüten toprağa olan borcumuzdur diye düşünen insanlar. Utku gibi “Ağacı savunmak neden suç olsun ki” sorusunda ısrar eden çocuklar.
Pişkinliği ve arsızlığı bir yaşam biçimi haline getirenlere, koşullar halen ‘gayet elverişli’ görünebilir, “Bunlar provokatördür, bunlar marjinaldir” diye diye sıyıracaklarını düşünebilirler. Lakin yine de kolay olmayacak hayatları, içinde bulundukları sefalet kah canlı yayında tek bir çocuğun kelimeleri ile yüzlerine vurulacak, kah insan seli olmuş yürüyen kalabalıklarla. Kendilerine oyuncak ettikleri o yargının verdiği mahkeme kararları, koydurdukları yayın yasakları da fayda etmeyecek, hiç ummadıkları bir zamanda kifayetsizliklerini, ahlaki zaafiyetlerini hatırlatacak birileri mutlaka çıkacak karşılarına.
Utku’ya borcumuz var, ağlamaklı bir sesle “Anne bak burada da ağaçları kesmişler” diyen Kaz Dağları eylemcisi küçük kıza borcumuz var. O çocuklara, o yaşlı köylü kadınlara “Bir kısım marjinaller” diyenlere, hayatı savunmanın ne kadar haysiyetli bir davranış olduğunu tekrar tekrar hatırlatma borcumuz var.
Haysiyet üstüne çok okunası bir metin: Gaye Boralıoğlu-Ümit Kıvanç/Haysiyet