H. Ayhan Tinin / Sanat da var / Sinema
1929 yılının ocak ayında, önce Almanya’yı sonra dünyayı sarsan bir roman yayımlandı.
Kitabın yazarı Erich Maria Remarque 1’inci Dünya Savaşı’na katılan bir askerdi ve yaşadıklarını, savaşın anlamsızlığına ışık tutan bir romana dönüştürmüştü.
Romanın özellikle odaklandığı Batı Cephesi hatlarında dört yıl boyunca üç milyon asker ölmüş, Alman ve Fransız cepheleri yalnızca birkaç yüz metre ileri geri hareket edebilme kazanımıyla genç kuşaklarını yok etmişti.
Cumhuriyetimizin kurucusu, bu savaşı, kurtuluş savaşımızı ve onlarca cephede savaşı yaşayan Mustafa Kemal Atatürk; 16 Mart 1923’te Adana’da çiftçilerle yaptığı konuşmada ”Lâkin, millet hayatı tehlikeye maruz kalmayınca, savaş cinayettir” diyordu. (Hakimiyeti Milliye, 21 Mart 1923)
Bu epik hikâye ilk kez 1930 yılında ünlü yönetmen Lewis Milestone tarafından filme çekilmiş, en yönetmen ve en iyi film dalında akademi ödüllerini kazanan ilk film olmuştu.
Filmin 2022’deki yeni çevriminiyse Netflix platformunda izliyoruz.
Eylül sonunda Almanya’da gösterime giren filmi ilkiyle karşılaştırmaya gerek yok.
Senaryo, yönetmen, oyunculuklar ve görüntüler yine çok başarılı…
Ancak daha da önemlisi, savaş çığlıkları ve yapay krizlerin çoğaltıldığı bugünlerde, tam da ihtiyacımız olan bir hikâyeyi izliyoruz.
Modern zamanların insanlık tarihine baktığımızda; kukalı saklambaç gibi hayatımız, bir tekmeyle devriliyor!
Sonra bütün oyunu yeniden kurmaya çalışıyoruz.
Her krizle birlikte, yaşamdan çok ölümü kutsayan sözcüklerin eşiğinde, didiklenen hayatlarımız insanlık tarihi… Bir de ‘barış için savaş’ gibi tuhaf bir yalanı satarak yapılıyor bu işler… Peki tüketilecek olanlar kim? Son yıllarda dünyanın her coğrafyasında yere göğe konulamayan Z kuşağı!
Zora geldiğimizde umut, kendimizi güçlü hissettiğimizde türlü biçimlerde suçladığımız Z kuşağı, dünyanın genç insanları…
Yalnızca gençler değil! Sanatçılar da kaç yaşında olurlarsa olsunlar Z kuşağına dahildir.
Onca film, roman, heykel, tiyatro ve türlü tasarımlar ortaya koyarak, normal zannettiğimiz her şeyin, aslında anormal olup olmadığını insanlığa sorgulatmak için bir ömür harcayan sanatçılar… Her Daim, her çağda Z kuşağı olmaya devam etmekteler… Tıpkı gençler gibi onlar da hızlı harcananlar kuşağının daimî üyeleri…
Filmde savaş çağrılarını alan gençler birbirlerini ‘’Yoksa annenin eteğinin altına mı saklanacaksın’’ diye utandırmaya çalışıyorlar. Ne ezbere bir söylem! Bu cümleyi sarf eden cephede yanında, yüzü şarapnelle dağılarak ölen ilk arkadaşını gördüğünde, bütün cümleler değerini ve anlamını kaybediyor.
E. M. Remarque romanında ”Modern savaş asla bireylerle ilgili değildir” diye yazar.
Filmde de gördüğümüz gibi savaş zamanı insan bazen bir giysi etiketi, bazen de yalnızca metal bir boyun kolyesinden ibaret…
Filmde ‘Şimdi evlenemem / Bir yıl daha bekle, sonra kavuşacağız’ şarkılarıyla cepheye giden askerlerden pek azı hayata geri döndü. 1’inci Dünya Savaşı’nda Batı Cephesi dahil yirmi milyona yakın kardeşini kaybetti insanlık! Daha da önemlisi sonrasında nedensiz, ülkesini korumak amacı olmadan, yalnızca işgal, başkasının toprağından pay almak uğruna daha milyonlarca insanın kanıyla yapılan savaşlar insanlığa, insanlığını kaybettirmedi mi?
Enerji krizi, kıtlık krizi, finans krizi derken yeni yeni cepheler kurulmaya başladı.
Yeniden mevziler, taraflar belirleniyor.
İnsanı içinden çıkartsak neredeyse cennet diyeceğimiz dünyayı, cehenneme çevirmek için yeni senaryolar üretiliyor.
İş hayatında pazar payını büyüterek rakip markaları işsiz ve aşsız bırakıyoruz. Ekmeklerini didikliyoruz! Dünya siyasetinde ülke sınırlarını büyütürken, diğerlerinin yaşam hakkını ellerinden alıyoruz. Normal zannettiğimiz her şey anormal olmasın sakın!
‘Garp Cephesinde Yeni bir Şey Yok’ filmi tam da ihtiyacımız olan zamanda geldi.
İzlerken yalnızca filmdeki Paul’ü değil yaşadığımız bütün bir hayatı sorgulayın.
Sonra düşünün gerçekten çağdaş, modern, uygar ve medeni miyiz?