Leyla Zana’yla yapmayı planladığı canlı yayının krize dönüşmesinin ardından NTV’yle yollarını ayıran gazeteci Banu Güven, ‘Alo Fatih’ kayıtlarıyla tekrar gündeme gelen, medyanın iktidar baskısına boyun eğişinin başlangıcı olarak, Sakarya Pamukova’da 41 yurttaşın ölümüne neden olan hızlı tren kazasının yaşandığı 22 Temmuz 2004 tarihini gösterdi.
Kazanın ardından hükümetin talimatıyla kanalların Pamukova’dan canlı yayını kestiğini, bazı başbakanlık muhabirlerinin akreditasyonlarının iptal edildiğini hatırlatan Güven, “Bu da biat değildir de nedir?” diye sordu.
“Bazen de iş iktidarın yayın akışını belirlemesine kadar gidiyor” diyen Güven, hangi haber bülteninde hangi bakanlığın hangi adamının görüleceğine hükümetin doğrudan talimatıyla karar verildiğini anlattı.
Gazetecilerin AKP iktidarı döneminde yaşadıkları baskıyı hiçbir dönemde yaşamaadığını savunan Güven, Başbakan Erdoğan için, “Otoriter bir babanın çocuklarından beklediği biatı bekliyor herkesten” dedi.
Mart başında İMC TV’nin ana haber masasına oturmaya hazırlanan Banu Güven’in, BirGün’den Ömür Şahin Keyif’in sorularına verdiği yanıtlar özetle şöyle:
Şaşıranlara şaşırıyorum
Yıllardır süregelen bir durumu konuşuyoruz. Daha önce bazıları sorardı, ‘Başbakan doğrudan mı arıyor birilerini?’ diye. İşte sistemin nasıl işlediği ortaya çıktı. Bazı durumlarda da yardımcıları arıyor.Herkesin bildiği bir durum bu.
Müdahaleler, sansür bu kişiler aracılığıyla uygulanıyor; doğrudan genel yayın yönetmenleri, genel müdürler aranıyor. Bazen basın danışmanı, bazen de Başbakan’ın ofisinden biri arayabiliyor. Görmedik mi daha önce? Mesela Yalçın Akdoğan Hasan Cemal’in ve Can Dündar’ın yazıları askıya alınmadan önce Demirören’i aradığını kabul etmişti. “Evet aradım ama doğrudan öyle bir şey demedim” demişti. Yani aslında bu durumu yeni keşfetmiyoruz. Şaşıranlara şaşırıyorum.
Zaten tamamen teslim olmuşsun. O pozisyonda kalmaya devam etmeyi haklı çıkaracak sebep nedir? Bu koşullar söz konusu olduğunda habercilik yaptığını nasıl iddia edersin? Edemezsin.
Bu dönemde yaşadığımız baskıyı hiçbir dönemde yaşamadık
Cemal Dindar’ın ‘Bi’at ve Öfke – Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi’ kitabına bakarsanız, neden bu kadar rahatlıkla davrandığını daha iyi anlarsınız. Çünkü kendisinin yargılarının doğru, yaptıklarının meşru olduğunu düşünüyor ve kendi iktidarını kutsal görüyor. Otoriter bir babanın çocuklarından beklediği biatı bekliyor herkesten.
Türkiye’de bütün iktidarlar, askerin iktidarından da söz ediyorum, belli bir baskı hissettirmişlerdir medyanın üzerinde. Ama çok partili dönemde hiçbir iktidar bu kadar kuvvetli olmadı ve bu iktidar döneminde yaşadığımız baskıyı hiçbir dönemde yaşamadık.
Merkez medya meşruiyetini kaybetti
İş merkez medyanın hitap ettiği kesimin en büyük ayaklanmasının yok sayılmasına geldiğinde, bir anda binler o kanalların önünde toplandı ve o yöneticiler yanıldıklarını çok acı bir şekilde gördüler. İktidarlarının Erdoğan’ın iktidarı gibi hiçbir zaman sarsılmayacağını düşünüyorlardı ama çok fena sarsıldılar ve kendilerine gelemediler. Hâlâ aynı iktidar görevde olsa da meşruiyetini kaybetmiş durumda.
Bu da biat değildir de nedir?
2004’ü hatırlayın Pamukova tren kazası. Orada kalkıp bir gazeteci “Ulaştırma Bakanı istifa edecek mi?” diye sorduğunda ‘Sen hangi gazetedensin?’ diye yanıt vermişti Başbakan. Aynı zamanda “Pamukova’yla ilgili canlı yayını kesin” demişler. Ben tatildeydim, “Neden yayın yok” diye aradığımda öğrenmiştim… Böyle bir talimatı haber kanalları kabul etti. Biatın belki en net şekilde başladığı olaydır bu. Bazı Başbakanlık muhabirlerinin akreditasyonları iptal edilmişti Ankara’da. O kurumların hepsi maalesef yeni isimler bildirdi akreditasyon için. Bu da biat değildir de nedir? Bazen de iş iktidarın yayın akışını belirlemesine kadar gidiyordu. Hangi bültende hangi bakanlığın hangi adamı ne kadar görünecek?