
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
insanatinart@gmail.com
Cem Yılmaz bu ülkenin bir fenomeni.
Doğal olarak yaptığı iş beğenilse de beğenilmese de çok konuşuluyor.
Son filmi ‘Do Not Distrub/Ayzek’le Bir Gece’ de birbirinden çok farklı değerlendirmelere konu oldu.
Neydi buna yol açan şey?
İlk neden; çok uzun yıllar kriz halinde gülmeye alıştırdığı seyirci, kahkaha dozu biraz düşük olan bir yapıtıyla karşılaştığında, hemen hayal kırıklığı yaşamaya başlıyor. Biraz hüzünlü ya da dramatik etkisi yüksek işler yaptığında, sanki böylesi üretimler belirli kişilerin tekelindeymiş gibi ‘alışık olmadığı bir alana giren…’ mealinde birtakım cümlelerle esere ‘etiketi’ yapıştırılabiliyor.
Cem Yılmaz’ın tek kişilik gösterilerinin etki alanında kalan ve yıllarca arkadaş ortamlarında Yılmaz şakaları’yla ikinci keman olarak alkış toplayanlar ise ciddi biçimde tepki gösteriyor. Yeni malzemeye ihtiyaçları var. Fakat bunu kendileri üretecek potansiyele sahip olmadıkları için faydalandıkları önemli bir kaynaktan mahrum bırakılmış olmanın küskünlüğü bu sanırım.
Farklı yerden bakan; çok zekiyim, çok şakacıyım, sözü gerektiği yerde gediğine oturturum, sizi farkında olmadığınız çelişkilerinizle yüzleştiririm diyen Cem Yılmaz şakaları; özellikle orta sınıfın eğitim almış, kurumsal dünyada kendine yer bulmaya çalışan beyaz yakalı kitlesi arasında biraz ayrıksı durmaya çalışanlar için güçlü bir ‘malzeme’ olduğu gibi, kendilerini üyesi oldukları kitleye yukardan baktıran ve iyi hissettiren şeylerdi.
Biraz kurnaz, teflon gibi içinde bulunduğu durumlardan üzerine yapışmadan sıyrılan, ‘ben böyle değilim de ötekiler var ya…’ diyen, biraz temiz ya da saf veya nazik bir insan gördüğünde ‘canım’ diyerek kendini yükseğe koyan, mavi yakalı olduğu halde beyaz yakalı olduğu yalanına kendini inandırmış, sürekli başkalarına ayar veren sosyal tip; bu özdeşleşme sayesinde oldukça rahatlıyordu. Sınıf atlama arzusunun psiko-sosyal kısmını buradan karşılıyor, ekonomik kısmını da bir gün ‘yırtabileceği’ hayallerine bırakıyordu…
Fakat oyunu bozdu Cem Yılmaz. O saf, nazik, çakal değil de iyi insan olmayı önemseyen karakterlerin, çoğu zaman çelişkilerin salıncağında yaşayan fakat yine de aslı olan o temiz kimliğini değiştiremeyen; her şeyi bilmeyen, her durumun adamı olamayan, eksik taraflarını bir iki kaba babalanmayla geçiştiremeyen insanları öykülerinin kahramanı yapmaya başladı. Hakiki insanlar… Sokaktaki adam… Senin amcan, benim dayım, diğerinin teyzesi; zaaflarıyla, kaybetmişlikleriyle, sıkıntılarını tevekkülle karşılayan, biraz daha iyiye ulaşabilmek için emek veren insanlar. Hani yanlarından küçük bir salvoyla kaçılanlar, sosyal ortamların popüleri olamayan cüzzamlılar, çağrılması unutulanlar, düğünde salonun en arka masasına oturtulanlar, iş hayatında en çetrefil işler çaktırmadan üzerlerine kilitlenenler ya da günah keçisi yapılanlar…
Cem Yılmaz’ın saygısına bizim de saygı duyduğumuz; Türk Sineması’nın unutulmaz yıldızı Sadri Alışık’ın canlandırdığı yüzlerce karakterden damıtılarak gelen o insanlar…
Behçet Necatigil’in şiirlerindekiler gibi… Önemli mi geçmemiz / Kalalım. / Sınıfımızı seviyoruz, / Yeter ki çalışalım.
Beklenen de olmak istenen de bu değildi!
Oyun gerçekten bozulmuştu!
Cem Yılmaz’ın yaptığı bazı işler çoğu insanın içinde yaşayan pişmanlıkların, yetersiz hissetmelerin, bugüne kadar olmadı ama bundan sonra diye küçük ümitlerini büyütmeye çalışanların, satranç tahtasında aldığı iki piyonu vezir diye pazarlamaya çalışanların, kendi başına kaldığı zamanlarda nobran ve büyük burunlu kostümünü çıkartıp yastığında gizli gizli ağlayanların hayatına ayna tutar gibiydi… Hokkabaz, Kara Komik Filmler, en sonunda da Ayzek!
İyi gelmedi klasik Cem fanlarına…
Gelelim filme…
Özellikle şizofreninin ilaç yoksunluğunda ortaya çıktığı bölümlerinde daha iyi bir anlatımı hak etse ve namus cinayeti işleyen karakterin, ana hikâyeye kimi zaman eklektik kalmasıyla sıkıntılı dakikalar yaşasa da ağdalı bir trajediye dönüşmeden acıları işleyen iyi bir öykü izledik.
Filmden öyle çok büyük sosyal çıkarımlar filan yapmaya gerek yok.
Hayattan bir türlü hak ettiğini alamadığını düşünen bir karakter, Ayzek! Geçmişinde de arabalı vapurla ‘Aşk Gemisi’nin hayali karakteri arasında bölünmüş bir adam… Film Çetin ile Metin arasında bölerek başlıyor Ayzek’i… Bir türlü tamamlanamıyor. Görücü usulü ile evlenmesi düşünülen kızın resim yaparak akademiye hazırlandığını duyunca kendine acıyor, kızın engelli olduğunu gördüğünde kıza acıyor… Davut karakteri bütün dünyaya karşı acıma duygusu, şefkati ve babacanlığı yüksek, dünya malına değer vermeyen bir derviş gönüllü; en büyük acımasızlığı hayatında en çok sevdiği kendini zayıf hissettiği kişiye karşı… Kadını öldürerek ona karşı olan zayıflığını, kendine acımasını da öldüreceğini düşünüyor. Hayatın içinde de sürekli nöbete kalmış, yalnızlığını alkol ile damıtmaya çalışan eczacı Saniye karakteri… Ulaşılmaz gibi görünse de yüreğinde kimsesizliğinin defosunu saklayan bir hayal kadın… Herkesin bir fikri olmasından, hastadan çok doktor olmasından şikâyet ederken kendi aydın duruşunu eleştiren Profesör Bahtiyar ve günümüzde her kesimden insanı ağına düşüren duygu dolandırıcılarını sembolize eden Peri… Her biri ayrı ayrı düşünüldükçe, üzerine konuşulması keyif veren karakterler. Oyunculuklar da gerçekten iyi. Bütün bu insanlar bir gece bir araya gelirlerse ne olur? Film olasılıklardan yalnızca birini anlatıyor doğal olarak, diğerlerini de film üstüne sohbet ederken seyirci bulsun…
Kısaca olağanüstü ya da berbat bir film değil, eli yüzü düzgün bir filmdi izlediğimiz.
Mesele öteki Cem’i ararken hayal kırıklığı yaşayanlar sanırım.
Fare yarışının en kötü tarafı şudur, kazansanız bile hala faresinizdir.
Haftaya görüşürüz.