
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var
insanatinart@gmail.com
Bu kez yazılara uzun bir yaz arası verdik.
Hoş oldukça verimli bir yazdı. Bir kitap, bir oyun, çokça sohbet ve birikmiş kitaplardan başlayıp hayli okuma sığdı, sıcak günlere…
Bugün 1 Ekim, 27 gün sonra Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşına girecek.
Hüzünlü bir yaş günü; çünkü biliyoruz ki, gördük ve gözlemledik ki, kendine aydın, çağdaş, cumhuriyet çocuğu, Atatürk sevdalısı diyen kalabalığın büyük çoğunluğu, hamaset cümlelerinin ya da kulaktan dolma yargıların dışında Mustafa Kemal Atatürk’ü, ulusal mücadelenin kahramanlarını ve neler yaşandığını bilmiyorlar!
Evet bilmiyorlar! Hem yazık hem ayıp hem de acınası bir durum.
Cumhuriyet yolculuğunun anlaşılması için Emrah Sefa Gürkan, kod adı ESG; kültür dünyamıza önemli iki kitap hediye etti. Cumhuriyetin 100 İsmi ve Cumhuriyetin 100 Günü. Bu iki önemli kültür ürünü çalışma, kitaba en uzak duranların bile rahatlıkla okuyacağı bir şekilde tasarlanmış.
Önemli bilgiler alacağınız bu kitaplardan yola çıkarak Osmanlı’dan Cumhuriyete giden yolda, hangi konularda öğrenmelerinizi derinleştireceğinizin kararını verebilirsiniz.
Belki de bugüne şaşkın şaşkın bakmaktan vazgeçer, taşları yerine oturtuverirsiniz.
Henüz daha ilkokulda, hançeremizi yırtarak ‘Ataaaaaam…’ diye şiirler okuduğumuz günlerden bu yana, ‘Atatürk kırmızı çizgimiz’ diyenler bile meseleyi tam anlamıyla öğrenememiş. Diğerlerine zaten söyleyecek bir şey yok!
Okuma becerisi alanında OECD raporuna göre 36 ülke arasında 31’inci sırada olduğumuzu söyleyip bu konuyu kapatalım.
Sanat ve kültür dünyamızın tarihine, yüzüncü yıl üzerinden bakarsak belirli ailelerden gelmiş olmanın ya da bu ailelere damat veya gelin olmanın ciddi bir giriş bileti olduğu görülür. Hatta bir tarafıyla bu aile ilişkileri 1800’lerdeki Osmanlı paşalarına kadar dayanır. Bu da entelektüel haritamızın başka bir yönüdür. Meraklısı araştırsın.
Bu bağlamda Devlet Konservatuarları, Devlet Tiyatroları, Cumhuriyete en yakışan demokratik ve fırsat eşitliği sağlayan kurumlardır. Tabii ki kimi zaman siyasetin kimi zaman nepotizmin kavurucu sıcağında yönlerini şaşırdıkları olmuştur. Ancak isimsiz ailelerin sanat tutkunu çocukları için bir fırsat alanı da yaratmışlardır çoğu kez.
Şimdi Tamer Karadağlı’nın genel müdür olmasıyla birlikte dedikodu kazanları tekrar kaynamaya başladı.
Söylenenleri tekrar edip satır harcamayalım. Ancak duyuyoruz ki Karadağlı eşi dostuyla samimi konuşmalarında gerçekten yapmak istediği şeyler ve projeleri olduğunu anlatıyormuş.
Asıl soru şu, yeni ve anlamlı kararlar alarak, Devlet Tiyatroları’nı yeniden hak ettiği ve olması gereken yere taşıyacak mı?
Bu cümlenin de meali şöyledir. Tamer Karadağlı döne döne oynanmasından seyircinin de bıktığı tiyatro metinlerinden vazgeçip şucu bucu olmaya niyetlenmeden, liyakat sahibi oyuncu, yönetmen ve teknik kadrolarla, günümüz seyircisinin hayatla bağlarında ihtiyacı olan tiyatro diline, oyunculuğuna ve sahne tasarımına sahip oyunları ve yanı sıra ödeneksiz tiyatroların altından kalkamayacağı prodüksiyonları Devlet Tiyatroları sahnelerine taşıyacak adaletli adımlar atacak mı?
Yoksa tiyatronun içinden gelip, Devlet Tiyatroları’na olmadık zararlar vermiş nice Ortodoks yöneticileri de tanıdık, yaşayanlar bilir! Küstürülenler, bir kenara atılanlar, türlü haksızlıklara uğrayıp hakkını araması kahkahayla söylenenler…
Yukarıdaki soru yeni yönetimin ve tiyatroya gönül verenlerin vicdanında cevap bulacaktır. Tarih unutmaz, yazar!
Uzun bir aradan sonra biraz keyifsiz bir ilk yazı olsa da birbirimizin sırtını sıvazlayıp gevşeyeceğimiz günleri toplum olarak çoktan harcadık. Ne yapılması gerekiyorsa, nerede yapılması gerekiyorsa acil!
Ekim, perdelerin açılma zamanı. Ödeneksiz tiyatrolar da iki kalas bir heves üzerinde ayakta kalmaya çalışanlar, yine bin bir güçlükle boğuşarak, perdelerini açmaya çalışıyor.
Bu köşe, önceki yıllarda olduğu gibi o güzel insanların performanslarını kamuoyuna duyurmaya gönüllü olarak hazır.
Bu yaz sanat dünyasının nice gözyaşlı kayıplarıyla ve Merve Dizdar’ın ödülü gibi muhteşem mutluluklarla ve Antalya Film Festivali’nin traji-komik hikayesiyle geçti.
Her birine yeri geldikçe değineceğiz.
Ancak uyanık ve dikkatli olmamız gereken bir 100’üncü yılın eşiğinde, Aziz Nesin ustanın bir taşlamasını anımsamanın tam zamanı. (Edebiyat sitesi geçinen bazı internet sayfaları şiir diye yayımlamış bu dizeleri; şiir, taşlama ve yergi kavramlarını bilmeden hangi edebiyat?)
İşte Nesi ustanın unutulmaz taşlaması, tamamını bulup okumayı ihmal etmeyin.
“Sorma Ata’m, halimizi, / Hal mi kaldı anlatacak / İşte geldik dizindeyiz! / Yata yata çok yorulduk, / Tatil yaptık, izindeyiz!”
Not: 1956 yılında bugün, Eflatun Cem Güney ‘Açıl Sofram Açıl’ kitabıyla Danimarka Andersen Çocuk Edebiyatı Ödülü’nü almıştı. Çocuk edebiyatının Nobel’i gibi bir şey… Tanıyan ya da anımsayan var mı? Şekilci gelenekçilik ya da biçimci çağdaşlık; ilk yağmurda ikisinin de boyaları dökülür nedense…